‘Üç taraftan‘ Rusya tarafından ‘kuşatma altına‘ giren ve ‘stratejik tehdit‘ altına sokulduğunu hisseden Türkiye, kendisine açık yöne doğru yani ‘Batı’ya‘ meylediyor.
O yön, AB’yi tek kelimeyle ‘felç etmiş‘, her türlü ‘değeri‘ni bir yana bırakıp, kendisini ‘varoluşsal sorunlar‘ karşısında görmeye başlamasına yol açmış olan, Suriye ağırlıklı mülteci akımının AB ülkelerine ‘geçiş yolu‘.
Ankara, tıpkı 1937’daki Sadabat Paktı’nda olduğu gibi İran ile Kürtlere karşıtlık üzerinden bir ‘ortak zemin‘ arayışı içinde. Aynı zamanda, Ankara’nın Tahran üzerindeki bu ‘siyasi manevrası‘nda Suriye’ye ilişkin Rusya-İran eksenini çatlatma amacı da akla geliyor.
Zira, Türkiye’nin anti-demokratik gidişindeki mızrağı AB çuvalına sığdırmak imkânsızlaşıyor.
Ve, her şeye rağmen, Brüksel Zirvesi’nin ardından Türkiye-AB uzlaşmasının sağlanabilmesi ya da sağlanmış gözükse bile uygulanabilmesi zor görünüyor…