ONUR ÖNCÜ
@oencueonur
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, ilki 2 Mayıs 2021’de olmak üzere tam iki ay boyunca dokuz video yayımlayarak devlet-siyaset-mafya üçgenine ilişkin önemli ifşaatlarda bulundu.
Peker’in ifşaatlarında Binali Yıldırım’dan Süleyman Soylu’ya, Mehmet Ağar’dan Korkut Eken’e kadar siyasetçiler ve sivil-asker görevlilerin, mafyayla işbirliği yaptığına ilişkin iddialar mevcut.
Sedat Peker dokuzuncu videosundan sonra, “Tayyip abi seninle helalleşeceğiz” dedi. Yani 10’uncu video Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ilgili olacaktı. Ancak Peker o günden sonra sessizliğe gömüldü.
Peki neden?
Almanya’da yaşayan gazeteci yazar Can Dündar, devlet-mafya-siyaset üçgeninde Sedat Peker’in ifşaatlarından yola çıkarak derin devlet belgeseli hazırladı. Dündar’la yeni belgeselini konuştuk.
Sedat Peker’in ifşaatlarının üzerinden üç yıl geçti. Siz de üç yıl sonra böyle bir belgesel hazırladınız. Fikir nasıl çıktı, nasıl gelişti?
Aslında üç yıl sonra yapmadık. Ben hemen o dönem öneri yaptım. Dedim ki, “Türkiye’de yer yerinden oynuyor. Çok önemli bir şey var.” Almanların bunu kabul edip çekerek yayına hazırlayıp yayımlaması üç yılı aldı. 1,5 yıl hazırlığı sürdü. Maalesef çok vakit kaybettik. Yoksa üç yıl sonra “Şunun belgeselini yapalım” olmadı.
Belgesel bir ‘hafıza’ görevi gördü. Sedat Peker ifşaatları üzerinden tüm süreci en başından özetleyen derli toplu 45 dakikalık bir belgesel. İzlediğimde şunu düşündüm: Bir piramit var, bu piramidin en tepesinde de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan var. Sanki biraz da Erdoğan belgeseli olmuş.
Doğru, doğru. Şunu anlatmaya çalıştık: Herkes 10’uncu video bekliyor ama Sedat Peker dokuz videoda 10’uncu videoyu anlattı. Bence Peker vereceğini verdi. Bence bütün kamuoyu da mesajı aldı. 10’uncu videonun içeriği, ilk dokuz videoda saklı. O mesaj çok net. Bütün yakın çevreyi anlattı: Bu danışmanı, bu bakanı, bu vekili, bu içişleri bakanı vs. Öyle bir çerçeve çizdi ki onların göbeğine Erdoğan’ı yerleştirince, bütün resim tamamlanıyor. Bu da 10’uncu video aslında.
Belgeselin sonlarına doğru gazeteci Erk Acarer’in de 10’uncu videoyla ilgili açıklaması var. 10’uncu videonun da çekildiği ve birden fazla kişiye paylaşıldığına ilişkin. Siz bunu öğrendiğinizde ne düşündünüz?
Çok şaşırmadım, bunu tahmin ediyorduk. Bunun, onun (Sedat Peker) yaşam sigortası olduğunu da tahmin edebiliyoruz. Orada bir pazarlık dönmüş olsa gerek ya da bir anlaşma… Bir de Erdoğan istese bastırıp alır öyle değil mi? Yani bir pazarlık sonucu. Bence Erdoğan da bunu çok istemiyor. Çünkü Peker’in gelip Türkiye’de yapacağı ifşaatlar ve mahkemedeki konuşmaları sorun yaratabilir. Peker de daha kötüsü olacağına, bir süre için suskunluğu kabul etti. Böyle bir anlaşma yapıldı. Olan kamuoyunun öğreneceği bilgilere oldu.
Belgeseli yaparken Sedat Peker’le irtibata geçtiniz mi?
Dolaylı olarak haberleştik. Belgeselin yapıldığından haberi vardı. Ama bu belgeselde yeni ifşaatlar yok. Bu belgeselde dokuz videoda verdiği ipuçlarını biraz da Alman kamuoyuna anlatmaya çalıştık. Aslında hedef kitle biraz oydu. Çünkü Almanya’da kimsenin farkında olmadığını fark ettim. Biraz onlara anlatalım, mafya deyince burada (Almanya) uyuşturucu akla geliyor, onun ötesinde siyasal sistem olarak mafyalaşmış bir devlet sistemi olarak anlatalım istedim. Biraz da hafıza tazeleyelim dedim. O oldu aslında. Peker’in belgeselden haberi vardı ama sonra seyretti mi, seyretmedi mi bilmiyorum.
Peki bu belgesel Türkiye’deki bir mecrayla hareket edip hazırlanabilir miydi?
Hangi mecra? Keşke öyle mecralar olsa da bunları yayımlayabilsek. Olmuyor maalesef.
Aslında Türkiye’de mecralar baştan kapalıydı ve doğal olarak Almanya’da hazırlandınız…
Türkiye’de gazetecilik yaparken kendi kamuoyuna sesleniyorsun. Burada bu durum ikiye çıkıyor. Bir yandan ülkeye haber vermeye, yorum yapmaya, ulaşmaya çalışıyorsun, bir yandan da buradakilere Türkiye’yi anlatmaya çalışıyorsun. İş yükü ikiye katlanıyor. Çünkü burada da öyle bir ihtiyaç var. Erdoğan’ın üzerine, Türkiye’de ne olup bittiğine dair büyük bir merak var. Sadece buradaki Türkiyeli kitlenin büyüklüğünden değil. Almanya, Türkiye’nin önemli ticaret ortağı ve müttefiki… Dolayısıyla onların Türkiye’de ne olup bittiğini bilmesi önemli. Almanya’dan Türkiye’ye milyonlarca turist geliyor. Şu anda Bodrum’da binlerce Alman var. Ne kadarı bira içtikleri marinada (Yalıkavak) ne döndüğünü biliyor, bilmiyorum. Ama şimdi en azından birkaçının kulağında kalacaktır.
Belgesel yayımlandıktan sonra Almanya içinden gelen yorumlar nasıldı?
Çok hayretler içinde kaldılar. Ben de hayret etmelerine hayret ettim. Biz tabii çok alışmışız bütün bunları dinleye dinleye… Burada bu belgesel bir Netflix dizisi gibi seyredildi. İnsanlar inanamadı. Ne demek ‘bakanlar uyuşturucu kaçırıyor, içişleri bakanı mafyaya koruma veriyor, işte dönemin özel harekat başkanı Kıbrıs’ta gazeteci öldürmeye adam tutuyor…’ Yani bunların her biri Netflix dizisi olacak olaylar. 43 dakika içinde bir bombardıman haline bunları verince gerçekten şoke oldu insanlar.
Bir dönem sizi öldürmekle tehdit eden bir kişinin belgeselini yaptınız. Bu size ne hissettirdi?
Evet, dünyada bir örneği var mıdır, bilmiyorum. Gerçekten “Seni darağacında sallandıracağız” diyen adamlarla sonunda dolaylı bir diyaloğumuz oluştu. Bir şekilde onun verdiği ipuçlarından yola çıkarak bu belgeseli yaptık. Ama şunu biliyorum, dünyanın her yerinde şu anda muhbir, ifşacı ne dersen de, onların verdiği bilgiler sayesinde insanlık birçok şeyi öğreniyor. Mesela bütün Wikileaks buna dayalı. Yani belge sızdırma, içeriden tanıklık ve o belgeler, içerde, bütün bunlara tanık olmuş insanların şu ya da bu nedenle yaptıkları ifşaatlar olmasa biz birçoğunu öğrenemeyecektik. Bu bazen bir intikam duygusu oluyor, bazen bir vicdan azabı oluyor, bazen farklı bir çıkar çatışması oluyor ama biz o çatlaklardan girerek sistemin ruhunu kavrayabiliyoruz. Burada da öyle oldu. O yüzden beni tehdit etmiş, etmemiş hakikaten hiç önemli değildi. Bir gazeteci olarak onun vereceği bilgiler önemli. Hatta ben korunmaya alınmasını savundum. Çünkü susturacaklar. Çünkü Peker demek bizim için bilgi demek. Bilgi iktidarın en önemli silahı. Biz o silahtan mahrumuz, çünkü bilmiyoruz. Ama Peker biliyor. O yüzden çatışabiliyor onlarla. Ve o bilgiyi korumamız lazım. Çünkü o bizim mazimiz, bugünümüz ve geleceğimiz. Ve o bilgiden yola çıkarak ancak kendimize bir gelecek inşa edebileceğiz. O yüzden Peker’in sağ kalması, sağ kalırken de bunun özgürce konuşabilmesi, bildiklerini paylaşabilmesi lazım. O yüzden benim için daha önce ne dediği tamamen ikinci plana düşmüş durumda.
Bu belgesel Türkiye’de olsa muhakkak sansürlü olurdu.
Değil mi… O yüzden buradan özgürce yapabildik. Sürgünde olmanın birçok acısı var. Birçok sıkıntısı var. Ama büyük de bir avantajı var.
Nedir o avantaj?
Çünkü, bunu yapabildik. Bu inan ki Onur çok zor. Alman birinci kanalında, buranın en çok izlenen kanalında, prime-time’da (televizyon saatlerinde en çok izlenen zaman dilimi) bir belgesel gösterilmesi ve bunun Türkiye ile ilgili olması, hakikaten çok olağandışı bir durum. Bunu gerçekleştirdik. Bu benim için mesleki bir başarı. Erdoğan sayesinde uluslararası arenaya çıktık. Türkiye’de belgeselci olarak tanınıyordum ama sürgün koşulları beni uluslararası arenaya çıkardı. Şimdi kendimizi daha global bir arenada test ediyoruz. Bildiklerimizi paylaşıyoruz. Dolayısıyla bir yandan böyle bir avantajı oldu.
Peker’e geri dönecek olursak. Tamam 10’uncu videoyu çekti, güvendiği kişilerle paylaştı ama bir gün kendisi konuşur mu? Siz bu izlenimi aldınız mı?
Bunlar gündelik değişen konular. Yani konuşacağı gün Erdoğan öyle bir hamle yaptı ki… Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) dost elini uzatarak bütün kompozisyonu değiştirdi. Bugün imkansız görünüyor ama yarın pek ala öyle bir şey olur ki BAE ile Erdoğan’ın arası açılır, bu ambargo kalkar ve yarın sabah bir bakmışın bir videoyla karşımıza çıkmış… Ya da öyle bir şey olur ki videoyu verdiği, emanet ettiği bir yerden patlar, hani zula patlaması dediğimiz olay, bir bakarsın onun iradesi dışında bir şey ortaya dökülür… Ama ben o bilginin bir şekilde kamuoyuyla mutlaka paylaşılacağını düşünüyorum. Kaydedilmiş bir şey kolay kolay gizli kalmıyor Türkiye’de.
Belgeselde hafızamızı tazeledik, son 40 yıla baktığımızda ‘Biz neler yaşamız böyle’ izlenimi oluştu. Ancak ‘hesaplaşma’ veya ‘yüzleşme’ olmamış. Bu mümkün müdür, olur mu sizce?
Belli ilkelerle olur. Yani bir nokta gelecek o noktada herkes diyecek ki, “Tamam, ülkeyi tükettik elimizde bir harabe kaldı.” Gerçekten baktığın zaman demokrasisi batmış, hukuk devleti bitmiş, insan hakları açısından sicili sıfır, medyası kalmamış bir ülke… “Tamam, bitirdik, şimdi ne yapıyoruz” noktasına geldiği zaman, baştan bu durumu bir silkeleyelim durumu olacaktır. Gereklilik bu aslında. Ama Türkiye tarihine baktığında genellikle üstünü örtüp, sonra bir halı serip oradan yürüyüp gitme tercihi yapılmış. O yüzden de kanayan yaralar bir türlü dinmiyor. O yara tedavi edilmediği için içten içe kanıyor. Dilerim o vakit gelir ama tarih bize çok iyimser olma şansı vermiyor.
Merak edilen konulardan birisi de belgeselin finans işi… Nasıl finanse ettiniz?
Tamamen kanalın finans etmesiyle yaptık. Bu bir kamu kanalı. Orada ilginç bir şey var. Hiç adetleri olmadığı halde belgeselin bir Türkçe versiyonunu yayımladılar.
Ben de oradan izledim. Ona şaşırdım zaten. Alman birinci kanalı, Türkçe bir belgesel veriyor…
Çünkü bu pek adet bir şey değil. Sonuçta Alman, Alman seyircisine yayın yapıyor. Çok rica ettik, bu çok özel bir şey. Yani milyonlarca insan bununla ilgilenecektir ve bir kısmı burada yaşayan Türkiyeliler, böyle bir şeyi Türkçe dinlemelerinde bir yarar var. Kanal bunu kabul etti. Bir de şöyle düşünüyorlar, her insan burada kamu kanalını kendi vergileriyle finans ediyor. Sen burada yaşıyorsan ben de dahil hepimiz bu televizyona para ödüyoruz. Dolayısıyla orada benim bir hakkım var. O hakta kendi anadilimde de bir şey izleyebilme hakkı. Bunu kabul ettiler.
Şimdi bir başka şey var üzerine çalıştığımız. Coğrafi sınırlama denen bir şey var. Yani sadece Almanca konuşulan ülkelerde izlenebiliyor. Şimdi orada bir ayrıcalık istedik. Bunu Türkiye’de izlenmeye açın diye. Belgesel Türkiye’de gösterime açıldı ve izlenmeler patladı. Onlar için küçük, bizler için büyük adım.
Bu belgeselin devamı gelir mi?
Belgeselin devamı diye düşünme ama kanal çok heyecanlandı. Çok iyi reyting aldı. Hakikaten hiç beklemiyorlardı. Ağustos günü, bir prime-time’da bir belgesel, üstelik Türkiye konulu… İzlenme şansı hakikaten çok zayıftı. Ve rekor düzeyde izleyiciye ulaştı. Bu çok iyi bir haber. Dediler ki, “Biz sizinle devam etmek istiyoruz.” Bu çok heyecan verici bir şey. Şöyle bir şey oluyor -çok üzücü aslında- “Aaa sen belgesel de yapabiliyormuşun”.
Nasıl yani?
Burada her şeye en baştan başlıyorsun. Yani ben 30 yıldır belgesel yapıyorum. Burada sıfırdan başlıyorsun, çocuk gibi, konuşmayı öğrenmek gibi. Tekrar diyorsun ki, “Ben belgesel yapıyorum, yazı yazıyorum, kitap yazıyorum, film çekiyorum.” Kendini sıfırdan kanıtlaman gerekiyor. Bir yandan çok üzücü, hazin bir şey. Bütün birikimini sıfırlamak… Bir yandan da, -ben iyi yanından bakmaya çalışıyorum- bu bir meydan okuma. Ben başka bir ülkede, yeni bir seyirciyle kendimi ispat edebilir miyim, bunun meydan okuması.
Belgeselin Türkiye’deki yansıması nasıl oldu sizce?
Türkiye, kendi derdinde. İnsanlar o kadar çaresiz, mutsuz, umutsuz durumda ki pek büyük bir heyecan dalgası görmüyorum. Çok hazin bir şey. Başka bir şey de alışılmış olması. Yani “İşte biliyoruz, gazeteci öldürmüş olabilirler, onlar yapmıştır…” vs vs. Ya birinin öldürülmesinden bahsediyoruz. İşte silkelemek istiyorsun ama maalesef bu kadar yükü kaldıramıyor insanlar. Onu anlıyorum. Ama şöyle bir heyecan oldu, “Biz nasıl izleyeceğiz” diye oradan çok soru geliyor. İzleyenlerden de iyi mesajlar geliyor. Ama normalde Peker’in videolarının bir toplumu, bir rejimi sarsması gerekirdi. Ama “Aa öyle imiş” dendi, geçildi.