İki kelimeyi bir araya getiremeyen, korkak, ezik, lumpen ve cahil bir kalabalık sosyal medyada elle tutulamayan bir kötülüğün sözcüleri, bir iblisin müritleri gibi yazıp çiziyor. Karşı karşıya geldiğimizde gözlerimizin içine bakarak ufacık bir eleştiri yapmaktan kaçınacak bu ayaktakımı, insanların ne acısına saygı duyuyor, ne özel hayatına, ne de inandıklarına…
Sizler! oğlunun hastalığıyla yıllarca mücadele eden ve onu kaybeden bir annenin sahneye çıkmasını acımasızca, küstahça eleştirenler… Siz kimsiniz? Ölüye de saygınız yok, yaşayana da. Sizin hiç oğlunuz öldü mü? Benim öldü; hem de 26 yaşındayken. Bir dizi doktor hatası ve yanlış teşhis ardından gelen yanlış tedavi sonunda öldü. Oğlum belki de hayata tutunmak için çabalarken, iyileşsin diye götürdüğümüz hastanenin başhekimi “Bunda büyütecek ne var?” diye sorarken öldü. Ben de hayata tutunabilmek için oğlumun ölümünden 28 gün sonra, üstelik yılbaşı gecesi sahneye çıktım.
Hepimizin acıyla başa çıkma yöntemleri farklıdır. Siz bir kayıptan sonra aylar boyunca ibadet edersiniz, başkaları şiir yazar; siz Mekke’ye gidersiniz, bazıları okul yaptırır. Ya bırakın da acımızı nasıl yaşayacağımıza biz karar verelim. Bırakın da Safiye Soyman karar versin. Nasıl insanlarsınız siz? Safiye Soyman sahneye çıktığında, o şarkıları nasıl söylediğiyle ilgili en ufak bir fikriniz olabilir mi? Her şeyi kapalı, karanlık ve daracık kafesler ardındaki parmaklıklı pencerenizden değerlendirmeye kalkışıyorsunuz. Cahil olduğunuz kadar –belki de daha fazlası– kötüsünüz de. Hepinizin Safiye Soyman ve biricik oğlu Harun Akaröz’e bir özür borcunuz var.