MURAT SEVİNÇ
Başkanlık tartışması, soytarılıktır. Reddedilmelidir.
Yanlış anlaşılmasın, ‘tartışma’nın kendisidir ‘soytarılık’ olarak adlandırdığım. Türkiye’de hükümet sistemi sorunlarını, peşi sıra gelecek önerileri, ‘tartışma’ sözcüğünün hakkını vererek konuşacak bir ‘ortam’ ve ‘muhatap’ yok.
Biliminsanlığı lazım, iktidar dalkavukluğu değil
Şöyle ki:
Bir sistem ‘neden’ ve ‘nasıl’ tartışılır? Bir diğer sistem, ‘neden’ ve ‘nasıl’ önerilir? ‘Tartışmacı’ her kimse, öncelikle ‘neden’ ve ‘nasıl’ sorularını yanıtlamalıdır. Yanıtlamak, o sorunun sorulduğu alanın içinden, gerekli kavram setinin kullanılmasıyla olanaklıdır.
Bilimsel yaklaşım bunu gerektirir. Biliminsanının asli görevi de budur; soru sorup yanıt aramak. TV’lerde, parlak takım elbiseler içinde, yüzlere yapışmış yılışık gülümsemeler eşliğinde iktidar dalkavukluğu yapmak değil.
Zor olan demokrasi
Türkiye, 1909’dan bugüne, İngiliz icadı ‘parlamenter sistem’in temel ilkesini uyguluyor: Bakanların meclise karşı tek ve toplu sorumlulukları. Yaklaşık 100 yıldır da ‘parlamenter demokrasi’yi yerleştirmeye çalışıyor. Zor olan, işin ‘demokrasi’ kısmını geliştirebilmek.
100 yıl az buz zaman değil, parlamenter geleneğin iyi kötü yerleştiği söylenebilir. Sistemin mantığından kaynaklanan sorunlar yok mu? Elbette var. En önemlisi, başkanlık sistemiyle karşılaştırıldığında ‘yumuşak güçler ayrılığı’ öngördüğü söylenebilecek bu sistemde meclisin, hükümeti denetleme araçlarının çoğu zaman işlevsiz kalması. Tek bir parti ya da koalisyon hükümeti, mecliste sandalyelerin çoğunluğunu kazandığında, örneğin soru, meclis görüşmesi/araştırması gibi bilgi edinme yollarının ya da ve daha önemlisi gensoru, meclis soruşturması gibi ‘denetim’ araçlarının ‘işlemez’ hale gelmesi.
Bir bakanın ya da başbakanın hesap vermesi için, öncelikle partisi tarafından gözden çıkarılması gerekiyor. Nitekim bakanlar hakkındaki son oylama, bu durumun en dumanı tüten örneği.
Önemli olan çoğulculuk
Batılı parlamenter sistemler, bu ve benzeri sorunları demokratik yolları perçinleyerek aşmaya çalışıyor. Örneğin İngiltere’de muhalefete ‘muhalefet etme görevi’ verilmesi gibi. İngiliz muhalefet liderinin konumunun, iktidar partisi lideri karşısında güçlendirilmesi gibi… Ülkeler, çok sayıda ‘teknik/hukuksal’ çözüm geliştiriyor. Burada hepsini anlatmaya gerek ve fırsat yok…
Önemli olan, demokratik devletlerin sistemlerinin temeline yerleştirdikleri ‘çoğulculuk’ ilkesine uygun işler yapmaya çalışmaları. Mesele bu. Örneğin, ‘istifa’ ediyorlar. Hakkında şaibe bulunan bir yönetici, bakan, cumhurbaşkanı ya da başbakan ve hatta kral, istifa ederek/çekilerek toplumu rahatlatıyor. Demokratik gelenekler gereği. Sorumluluk gereği. Çünkü arsız, utanmaz değiller. İçinde yer aldıkları demokrasi kültürü, istifayı zorunlu kılıyor. Bir önceki Alman cumhurbaşkanı, sonrasında yargılanıp beraat edeceği bir suçlama karşısında hemen görevinden ayrılmıştı, hatırlatmakta yarar var. Örnek çok.
Demek ki bir sistemin derli toplu sürdürülebilmesi, yalnızca yazılı hukuk kurallarına değil, yazılı olmayana, ‘görenek’ dediğimize de bağlı. Türkiye’de dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmemesi, parlamenter sistemin eksikliğinden mi kaynaklandı? Geçelim bu zırvaları…
Fren ve denge
Başkanlık sisteminde ise güçler ayrılığı çok daha keskin. ‘Başkanın sekreteri’ konumundaki bakanların, meclise sorumluluğu yok vs. Yapının en güçlü kişisi, başkan. Sistemin özünde, güçlerin birbirini ele geçirmesini engellemek için öngörülmüş ‘fren ve denge’ mekanizması bulunuyor. Başkanın önemli atamalarını, Senato onaylıyor.
Başkanın elindeyse ‘veto’ silahı var. Yargı bağımsızlığı, yargıç teminatları çok güçlü, filan fıstık. Tabii, ABD’den söz ediyoruz. Yani başkanlık sisteminin demokratik sonuçlar verdiği tek memleketten.
Neden peki? Tartışmacının görevi, ‘Neden?’ sorusunu yöneltmek değil mi? Yönelttiğiniz andan itibaren; ABD’nin tarihi, anayasa yapım ve devletin kuruluş süreci, anayasasının niteliği, federal yapısı ve federe devlet hukuk sistemleri, sınıfsal yapısı, siyasal partilerin özelliği, lobileri, seçim sistemi, ekonomik gelişmişliği, siyasal kültürü vs. üzerine düşünmek zorundasınız.
ABD’yi ABD yapan ‘federalizm’idir
ABD, tüm bu unsurlar, tarihin belli bir aşamasında, belli bir biçimde bir araya geldiği ve dönüşerek sürdürülebildiği için, ABD olabilmiştir. Bir sistemi oluşturan siyasal düzen unsurlarının ‘tamamını’ göz önünde bulundurmadan yapacağınız her analiz, gayrı bilimseldir.
ABD, başkanlık sistemiyle yönetildiği için güçlü değil, gücünü sağlayan diğer etmenler ve zorlukları olsa da iyi işleyen ‘federalizm’i sayesinde başkanlık sistemini sürdürebilen bir ülke. Gerçi bu satırların yazarı, birkaç yıl önceki anayasa tartışmaları esnasında ‘ABD Anayasası gibi kısa bir anayasamız olsun’ diyen nohut kafalılara, ABD’de her eyaletin kendi anayasası bulunduğunu ve hatta bazı federe devlet anayasalarının bizimkinden ayrıntılı olduğunu ‘dahi’ duyurmayı başaramamıştı. Ama yine de bir umut işte!
Türkiye’deki ‘tartışma’ ve iki varsayım
Peki Türkiye’de adı tartışma olan ‘şey’ nasıl yapılıyor? Sistemlerin nitelikleri, temel sorunlarımız, başkanlığın sunacağı çözümler, Türkiye’nin tarihsel deneyimi/birikimi göz önünde bulundurularak mı ele alınıyor? Bir hastalık teşhis edilmeden, tedavi yöntemi belirlenebilir mi? Türkiye’yi kemiren hastalıkların kaynağı parlamenter sistem mi? Ne ilgisi var?
Erbakan’ın Milli Görüş adlı broşüründen bugüne, güçlü sağ liderler başkanlık heveslisi oldu. Özal, Demirel, Erdoğan… Ellerinde yeteri kadar yetki/güç varken üstelik.
Bu durumun gerekçesi olabilecek iki varsayım üzerine düşünebiliriz:
1) Türkiye sağı, mutlak güçler ayrılığına dayanan, güçlerin birbirini frenlediği/kontrol ettiği özgürlükçü bir düzenden yana. Erdoğan, elindeki güçten son derece rahatsız ve onu paylaşmak, sınırlanmak istiyor.
2) Türkiye sağında, başkanlık saplantısı var. Güçlü sağcı liderler, sistemin tepesinde ‘tek başlarına’ yer almak istiyorlar. 1950’den bugüne seçim sonuçlarına bakınca, meclis çoğunluğunun her zaman ‘sağcı’ olduğunu görüyorlar. Dolayısıyla bir ‘engel’ çıkmayacağından pek eminler. Dertleri güçler ayrılığı değil, milli irade olarak tanımladıkları meclis çoğunluklarının desteğiyle yürütme ve yasamayı tümüyle hâkimiyetleri altına almak. Geriye yargı kalıyor. Onun da durumu meydanda; HSYK işini halledince, sorun kalmıyor.
Yukarıdaki tahminlerden hangisi gerçekçi? ‘Birincisi’ diyen çıkar mı?
Yapılan ‘sistem tartışması’ filan değil, soytarılık
Bu ülkede başta AKP, kimsede bir şey ‘tartışacak’ hal ve tartışılacak zemin yok. Hele ki memleketi yönetenlerle çevrelerini saran zibidiler, gayet faşizan bir kafa ve dille, kendilerinden olmayan hemen herkesi neredeyse ‘hain’ ilan etmişken.
Şu ana dek yapılanın adı, ‘sistem tartışması’ filan değil. Altmış yaşında, hırsından ve malum açmazlardan ne yapacağını şaşırmış bir siyasetçi, üzerine yemin ettiği anayasaya uymak yerine kendisine ve gelecekteki özlemlerine/davasına uygun bir sistem ve anayasa yaratma peşinde. Havuz dalkavukları, havuz medyası ve insanı mesleğinden utandıran rezil havuz akademisi, dehşet verici cehaletleri ve bireysel çıkarların körüklediği ürkütücü cüretleriyle ne idiğü belirsiz bir sistemin pazarlamasını yapmakla meşguller.
‘Tartışmak’ böyle bir şey değildir. Bunun adı, soytarılıktır.
Zırva konuşulmaz, karşı çıkılır
Hâl böyleyken, amaçlananın ne olduğuna dair yazıp çizmekte, buna mukabil başkanlık sisteminin nitelikleri üzerinde lüzumundan fazla durmamakta yarar var.
AKP bugüne dek, başta Cumhuriyet tarihinin en dalavereci anayasacılık hareketi 2010 değişiklikleri olmak üzere, böylesi saçmalıkların ‘konuşulmasını’ sağlayarak kendisine meşruiyet alanları açmayı başarmış bir siyasal parti. Her zırva üzerine konuşmak zorunda değiliz. Ama bir şey zırva ise şiddetle karşı çıkmak zorundayız. Amaç, herhangi bir derde deva bulmak değil. Yaşadığımız rezilliklere kılıf olacak, yeni hukuksal formlar oluşturmak.
Dolayısıyla yalnızca başkanlık sistemi değil, ‘tartışılması’ dahi reddedilmeli. Memleketin durumu meydanda; bunun adı başkanlıkmış, yarı başkanlıkmış, partili cumhurbaşkanıymış ya da Recep imiş… Ne fark eder?