PSK. DR. FEYZA BAYRAKTAR
info@feyzabayraktar.com
Son yıllarda -özellikle de büyük şehirlerde- “Yalnız hissediyorum”, “Artık hiç yeni arkadaş edinemiyorum”, “Bir türlü buluşamıyoruz”, “Bu gidişle yalnız öleceğim” benzeri serzenişleri daha sık duyar olduk. Pandemiyle birlikte evin insanı kendine çeken gücü, sosyalleşme alışkanlığını bastırıp bu serzenişleri hepten yaygınlaştırdı gerçi ama öncesinde de insanlar hayli şikayetçiydi giderek yalnızlaşmaktan..
Evet giderek yalnızlaşıyoruz; birbirimizi aramıyor, konuşmuyor, onun yerine daha çok mesajlaşıyoruz. Hatta sanki kelime başına ücret ödüyormuşuz gibi mesajlaşmalarımızda kelimeleri değil, kalıp emojileri kullanıyoruz. Arkadaşlarla buluşmuyor, birbirimizin hayatında ne olup bittiğini sosyal medya hesaplarından takip ediyor ve sadece gördüğümüz kadarını biliyoruz. Tanıdığımız insanlarla ilgili duygu ve düşüncelerimizi bile sosyal medya gönderilerinin altına yazıyoruz.
Hep çok meşgulüz ancak sosyal medyada hikayelere bakabilecek zamanımız hep var. Birçok kişiden oluşan WhatsApp gruplarında mesaj yağmurundan bunalıp grupları sessize alıyoruz. Öte taraftan, yalnızlaşmaktan, hep aynı kişilerle görüşmekten, dostları kaybedip yeni insanlarla tanışamamaktan şikayet ediyoruz. Sokakta eski bir arkadaşla karşılaştığımız zaman, ”Mutlaka ara”, “Kesin buluşalım” diyoruz, ama o telefon bir türlü çalmıyor.
“En son ne zaman görüşmüştük?”, “Oldu mu o kadar ya..?!” Zamanın ne kadar hızlı aktığının farkına ancak bu diyalogları yaparken varıyoruz. Birlikte birçok anı biriktirdiğimiz insanları görmüyor, yeni insanlarla tanışmıyoruz. Aynı çemberin içinde dönüp duruyoruz. Sanki bir deneyin parçasıymışız ve tüm değişkenlerin olabildiğince sabit kalması gerekiyormuş gibi aynı birkaç kişiyle -görüşebiliyorsak- görüşüyoruz. Bir karakterin sahneye girerken aynı anda diğerinin çıktığı ve bir türlü karşılaşamadığı tiyatro oyunlarından birinin içindeymişiz gibi, aynı sahneyi paylaşıyor ama bir türlü bulaşamıyoruz.
İlişkilenmek için ne yapıyoruz?
Hayat koşulları zor ve yorucu. Arta kalan zamanları, her ne kadar şikayet etsek de seneler içinde inşa ettiğimiz konforsuz konfor alanında geçirmeyi tercih ediyoruz. Günümüzde, özellikle de belli bir yaştan sonra, iş hayatı dışında, yeni insanlarla tanışma olanaklarının hayli sınırlı olduğu göz önüne alınırsa birçoğumuz sosyal medya üzerinden yeni insanlarla tanışıyor, yazışıyor ama çoğunlukla onlarla da ilişkileri derinleştiremiyoruz. Sadece konuşup anı kurtarmaya, yalnızlığımızı paylaşmaya çalışıyoruz.
Bazı ülkelerde restoranda, sokakta, metroda yeni birisiyle tanışmak ve arkadaş olmak işten bile değilken bizim toplumumuzda -özellikle de büyük şehirlerde- bir yere giden insanlar birlikte olmanın tadını çıkarmaktansa telefonunu kurcaladığı için, çevredeki bir başkasıyla tanışmak, yeni arkadaş edinmek pek mümkün olmuyor. Tüm bunların sonucunda da yalnızlaşmaktan şikayet edip, “Yalnız öleceğim” endişesiyle -bize iyi gelmese de- var olan sözde ilişkilerimize tutunmaya çalışıyoruz.
Eskiye duyulan özlemi sürekli taze tutarken, bugün için bir şey yapmıyoruz. Teknoloji bu kadar gelişmemişken bağların kopmaması için birbirimizle konuşmamız, buluşmamız gerekiyordu. Belki hayat koşulları da bunun için daha elverişliydi ama günümüzde zaman ayırmak yerine birbirimizi boş zamanlarımıza sığdırmaya çalışıyor, sonra da ilişkilerin kopmasından, yüzeyselleşmesinden ve yalnızlaşmaktan dert yanıyoruz.
İlişkilenmek, bağları kuvvetlendirmek, bize iyi gelen insanlarla ilişkilerimizi sürdürebilmek ve yeni insanlarla tanışabilmek için emek harcıyor muyuz? Zaman zaman bize iyi gelmediği halde, sadece konforsuz konfor alanlarımız kesişiyor ve yalnız kalmayalım diye birilerine tutunmaya çalışmıyor muyuz? İlişkilerle ilgili okuyor, tespitler yapıyor ama değişimi gerçekleştirecek için adım atıyor muyuz?
Ne yapmalıyız?
Bir türlü gerçekleşmeyen “Kesin görüşelim”, “Mutlaka ara, ben de ararım”lardan yorulmadık mı? Belki de artık sürekli şikayet edip bir şey yapmamak yerine, ilişkilere emek harcamayı, insanlar için zaman yaratmayı öğrenmemiz gerekiyordur. Bir araya geldiğimiz zaman telefonlara değil, birbirimizin gözlerine bakmayı alışkanlık haline getirmemiz gerekiyordur. Bir yere gittiğimizde, oradaki diğer insanlarla tanışmak ve yeni bağlar kurmak için hem kendimize, hem de onlara fırsat verebileceğimizi göz ardı etmememiz gerekiyordur. “Yalnız öleceğim” düşüncesiyle bizi iyi gelmeyen insanlara tutunmaya çalışmak yerine, yeni insanlar için yer açmamız gerekiyordur.
Tabii bu noktada atlamamamız gereken bir gerçek var: Ölmek sosyal bir aktivite değildir ve zaten yalnız ölünür.
Yaşam öyküleri, diğer insanlarla kurduğumuz bağlarla renklenir ve zenginleşir. Hayatımızda yeterince gereklilik varken, yenilerini eklemek yorucu gibi gözükse de travmatik deneyimlerin üstesinden gelmek, stresi daha sağlıklı yönetebilmek için ilişkilerin ve sosyal bağların önemini vurgulamadan geçmeyelim.
Sevip değer verirken, sevilip değer görebileceğimiz ilişkiler kurabilmenin de emek gerektiğini unutmayalım.