
Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Öfke, bir canlının kendisini tehdit altında hissettiği zaman ortaya çıkan duygulardan biridir. Bu tehdit algısı daha çok kısıtlanma, kışkırtılma veya çaresiz bırakılma gibi durumlarda ortaya çıkar. Öfke hayatta kalmak için gereklidir.
Öfke, davranışlara farklı şekillerde yansır. Fiziksel veya sözel saldırı öfkenin en bilinen ifade edilme şekli. Ayrıca, öfke çevredekileri yok sayarak, görev ve sorumlulukları yerine getirmeyerek, tepkisiz ve sessiz kalarak, obsesif davranışlar sergileyerek, kendini veya başkalarını gereksiz yere suçlayarak, kendine zarar verici davranışlara başvurarak, zorbalık yaparak ya da çeşitli manipülasyon yöntemleri uygulayarak kendini gösterebilir.
Muhatabına yöneltilemeyen öfke
İnsan bir başka insana öfkelenebildiği gibi hayatın adaletsizliğine de öfkelenebilir. Öfke, hayal kırıklığı, yas, pişmanlık, üzüntü gibi duygularla birleşince şiddeti artar ve yönetilmesi daha zor hale gelir. Muhatabına yöneltilemeyen öfke, bir başkasına yöneltilebilir.
Öfke nesnesi haline getirilen kurban da sakinliğini korumakta güçlük çekebilir. Eğer o da öfkesini sağlıklı şekilde yönetmekte zorlanırsa hedefine bir başkasını koyup onu öfke yağmuruna tutması olasıdır. Böylece sonsuz bir öfke zinciri ortaya çıkabilir.
Ebeveynleri tarafından ihmal edilmiş, fiziksel veya duygusal şiddete maruz kalmış çocuklar, yetişkin oldukları zaman genellikle öfkeyi yönetmekte güçlük çeker. Bunun en temel sebebi, çocuklukları boyunca kendilerini koruyamadıkları için ebeveynlerinin pasif ve agresif tüm saldırılarının yüklerini omuzlarında taşıyarak büyümeleri ve bu yükün altında duygusal olarak ezilmeleridir. Hiç sevgi görmedikleri için sevilmeyi hak etmediklerini düşünürler, dolayısıyla kendilerine de değer vermeyi öğrenemezler. İçleri acı, hayal kırıklığı, çaresizlikle doludur.
Tüm bu duygular zamanla öfkenin gölgesine sığınır. Sonuç olarak öfke kendi hükümdarlığını ilan eder ve insan artık onun emrindedir. Öfke emrettiği an insan kendisine ya da başkalarına zarar veren davranışlara başvurabilir. Yani yeme bozuklukları, bağımlılıklar, kişilik bozuklukları, ilişkileri sabote etme şeklinde de kendisini gösterebilen öfke kendi kabına sığmayıp taşabilir ve kişinin çevresine ve hatta hiç tanımadığı insanların üstüne de sıçrayabilir.
Fark edilme ihtiyacı ve öfke
Duygusal ihtiyaçları karşılanmadan büyüyen çocuk, yetişkin olduğunda kendi varoluşuyla kavgalı hale gelebilir. Kendi yetersizliğine duyduğu öfke, güce sahip olma iştahını arttırabilir. Değişim zordur. Sancılıdır. Her insan kendisinde bir problem olduğunu kabul edip değişmek için adım atamaz. Dolayısıyla da bazısı, çocukluk travmalarının yaralarını sarmak yerine başkalarını -farklı şekillerde- travmatize etmeye yönelerek gücü elde edebileceği yanılgısına düşebilir. Ayrıca, hayatın bir tek kendisine adaletsiz davrandığı zannederek, adaleti masum insanları cezalandırma yoluna başvurarak sağlamaya çalışabilir. Yani ona göre eğer kendisi acı çekiyorsa diğer hemen herkes acı çekmelidir.
Çocukluğundan beri ebeveynleri tarafından ihmal edilip görünmez hisseden kişinin, başkaları tarafından fark edildiğini hissetmeye ihtiyacı olabilir. Çocukken maruz kaldığı fiziksel veya duygusal şiddetin yarattığı güçsüzlük duygusunu, kendisi de başkalarına fiziksel ya da duygusal şiddet uygulayarak gidermeye çalışabilir. İçindeki boşluğu doldurması zordur. Çocukluğunda giderilmemiş duygusal ihtiyaçları, yürüdüğü yollara gölge düşürdüğü için kim olduğunu bulması kolay değildir. Kendisiyle bitmek bilmeyen kavgasında kendi hayatına sığmakta güçlük çeker. Öfke, kendi altına gizlediği diğer tüm duygularla kimliğinin bir parçası haline gelir. Ve bu parçanın yansımasından birçok insan da nasibini alabilir.
Sosyal medya ve öfke
Sosyal medya -özellikle son yıllarda- çocukluk travmalarının tetiklenmesiyle ortaya çıkan öfkenin boşaltım alanı için en uygun platformlardan biri haline geldi dersek sanırım yanlış olmaz.
Bir insanın karşısına geçip rasyonel zemine dayalı bir tartışma yürütemeyecek, somut örneklerle eleştirisini dile getiremeyecek insanların bir kısmının ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı başlığı altında bir öfke nesnesi bulup ona saldırması fazlasıyla yaygınlaştı.
Sosyal medya üzerinden her an kime saldırsam diye bekleyen insanların bazısı bu konuda o kadar ustalaştı ki birisine hakaret ederken kullandığı cümleleri kılıfına uydurup hakkında yasal işlem yapılmasının da önünü kesebiliyor. Böylece, söylediği sözleri kendince ‘eleştiri‘ sayıyor. İtiraz edenleri de ‘Eleştiriye tahammülü yok!‘ diye etiketlemeyi kendine hak görüyor.
Özetle bir başkasına zorbalık yaparak, açlığını çektiği güce ulaştığını sanıyor. Çocukken içinde hissettiği kontrolsüzlük duygusunu, öfkenin kontrolünde dindirebileceğini düşünüyor.
Birisine sosyal medya üzerinden saldırmak her ne kadar saldırıyı yapan kişiye kendisini güçlü, kontrolde ve görünür hissettirse de giderilmemiş duygusal ihtiyaçlar sanal maskeler ardından öfke saçarak karşılanamaz. Bu davranış anlık haz verse bile uzun vadede öfkeyi ve altında gölgelediği diğer tüm duyguları daha da derinleştirir. Yani kişinin acılarını dindiremez.
Toplumsal travmalar bireysel travmaları tetikleyebilir ve böylece öfke artabilir. Pandemi, deprem, seçim, hayat pahalılığı, küresel ısınma derken birçoğumuz sosyal bir deneyin parçasıymışız da dayanma gücümüz ölçülüyormuş gibi hissedebiliriz. Duyguları, özellikle de öfkeyi sağlıklı şekilde yönetmek bu koşullarda güç. Hepimizin travmaları var ve tüm bu travmalar içinde bulunduğumuz koşullarda tetiklenebilir. Gergin, umutsuz, kaygılı, depresif ya da kaybolmuş hissedebiliriz.
Hemen hepimizin hayatında ayrı ayrı dertleri olduğu göz önünde bulundurulursa kimse kimsenin psikopatolojisinin yansımalarını taşımak zorunda değil. Yani, sosyal medya üzerinden diğer insanlara saldırarak ne çocukluk travmalarımızı iyileştirebilir ne giderilmemiş duygusal ihtiyaçlarımızı giderebilir ne de içinde bulunduğumuz koşulları değiştirebiliriz.
Öfke saldırganlaştıkça hafiflemez, aksine artar.
Ne yapmalıyız?
Sosyal medyada öfke nesnesi haline getirilen insanlara, kendilerine yöneltilen saldırılar karşısında genellikle sessiz kalmaları önerilir. Saldırgan yorumları ve onları destekleyenleri yani psikopatoloji kökenli tetiklenmeleri görmezden gelmenin en makul davranış olduğu uzmanlar tarafından da sık sık söylenir. Mantıklı bir şekilde fikir beyan etmek isteyen ya da eleştiri yapacak olan bunu zaten zorbalığa başvurmadan yapıyor. Hatta bazı kişiler e-mail ya da mesaj yoluyla iletişime geçiyor. Dolayısıyla, psikolojik şiddet sayılabilecek tüm o mesajları ciddiye almamak ve yanıt vermemek önerildiği üzere mantıklı bir seçim olabilir.
Tüm bu saldırılara her defasında tamamen sessiz kalma taraftarı değilim. Konuyla ilgili yaptığım literatür taramasında bu fikrimi destekleyen birçok araştırmaya da rastladım. Birileri bir başkası üzerinden ruhsal mastürbasyon yapıp çekip giderken yanmaz yapışmaz teflon tava gibi durmak bana insani ve samimi gelmiyor. Yalnız, saldırgan yorumlar yazanların amaçlarından biri kışkırtmak üzerinden ilgi çekmek olduğundan öfkeyle karşılık vermek o psikopatolojiye hizmet etmek olabileceği için ben de bu tutumu doğru bulmuyorum.
Öte taraftan, öfke ve nefret dili kullanmadan hepsine olmasa bile aralarından seçerek bazı yorumlara olabildiğince sakin ve net yanıtlar vermek, sınır çizmek adına yardımcı olabilir. En azından ‘Aman zaten kimse dur demiyor. Çöplerimi etrafa saça saça gideyim’ tutumunu hafifletebilir. Son günlerde sosyal medya yorumları o kadar sınırsızlaştı ki dış görünüşünüzden yaptığınız işe, kişiliğinize, ailenize ve hatta soyunuza sopunuza kadar hemen her konuda birileri size saldırabiliyor. Ve buna bir dur demek gerekiyor.
Sonuç olarak, öfke de diğer bütün duygular gibi yaşamın bir parçası. Yalnız, öfkenin sebebi ve muhatabı görünenden farklı olabilir.
Sosyal medya üzerinden ona buna saldırmak da sağlıklı bir davranış değil. Ve öfkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmeye yardımcı olmaz. İnsan sevgi ve şefkati hiç tanımamış olabilir ama nefret ve öfkeyle var olmaya çalışmak da bir seçimdir.
Öfkenin kontrolünde yaşanan bir hayat insana ne güç kazandırır ne de hayatının kontrolünü eline almasını sağlar. Değişmek isteyen herkes değişebilir. Bu bir seçimdir. Evet değişmek zordur ama imkansız değildir. Yani sevgi ve şefkat göstermek öğrenilebilir. Hem kendine hem de başkalarına…