Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Norveç adalet bakanının -can yeleği giymeden- sörf tahtası üstünde paylaştığı fotoğraf, sadece Norveç’in değil, ülkemizin gündemini de -özellikle sosyal medyayı- epey meşgul etti. Bunun başlıca nedeni, Türkiye’de kadın bir bakan ola ki bikinili pozunu paylaşırsa yazılabilecek felaket senaryolarına dair fazlasıyla tahmin bulunmasıydı.
Aynı poz bizde yayınlansa…
Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ekonomik ya da siyasi konularda işler çok da yolunda gitmediğinde yeni gündemler yaratılmasına, gündemi değiştiren haberlerin manşetlerinde de zaman zaman kadın bedenini hedef alan söylemlerin öne çıkmasına -ne yazık ki- alıştık.
Söz konusu fotoğrafın yayınlanmasıyla birlikte, gündem birkaç günlüğüne de olsa değişti, yani top yine saha dışına atıldı. Yalnız bu sefer gündemi değiştiren haber manşetlerinde kadın bedenini hedef alan söylemler yoktu. Oysa sosyal medyada paylaşılan, ‘Aynı poz bizim ülkede yayınlansa ne olurdu?‘ başlıklı senaryolarda ana tema yine kadın bedeniydi.
Yayınlanan fotoğraf üzerinden- kıyaslama yaparak- ülkemizde bir kadının bedenini hedef alan söylemler eleştirilse bile sonuç olarak o fotoğrafta gördüğümüz kano yapan bir kadın değil, bikini giymiş bir kadındı. Özetle istenen kıvama gelmemek için uğraşırken farkında olmadan bir kalıba dökülüp fırına konulmamız mümkün. Ayrıca, Norveç hayli gelişmiş bir ülke olabilir ama halkının büyük kısmının epey muhafazakar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Gelişmişlik ve medeniyet kavramlarını da ‘Kadının bikinili pozu eleştirilmiyor, can yeleği giymemesi eleştiriliyor‘ söylemi üzerinden tanımlamak da ne kadar doğru tartışılır.
Ataerkil dünyada çalışan kadın olmak
27-28 yaşında bir kadın bakana sahip olmak, ataerkil dünyada gelişmişliğin simgelerinden birisi. Birçok ülkede- sadece devlet bünyesinde görev yapan kadınlar için değil- bir kadının iş hayatında yükselmesi, bir bilgisayar oyunu karakterinin tek canla önüne çıkan tüm canavarları devirip hedefe ulaşmasından farksız. Eğer arkanda çevresi ya da maddi durumu iyi bir baban ya da kocan yoksa kadın olarak iş hayatında var olabilmek için Çin Seddi rolünü en iyi oynayan oyuncu olmak için çabalaman kaçınılmaz. Dışarıdan sana bakanlar, arkanda bir torpilin varlığına inanmak isteyip kendilerini rahatlatırken adrenalin ve kortizolle kol kola yürüdüğün hayatında, sana genellikle midende -harakiri yapılıyormuş gibi- hissettiğin kramplar, uykusuz geceler, sonu gelmeyen fedakarlıklar ve malzemesinden çalınmamış korkular eşlik eder. Sahne önünde alkışlanırken perde arkasında sadece kadın olduğun için ayrımcılığa uğrayabilirsin.
‘Kadın duygusaldır‘, ‘Kadın hormonlarıyla hareket eder‘ , ‘Kadının annelik rolü iş performansını olumsuz yönde etkileyebilir‘ gibi düşünceler zamk gibi zihinlere yapışmış olsa gerek ki onları kazımakla zaman kaybetmek yerine çoğu kadın iş dünyasında var olabilmek için ister istemez maskülenleşti. Üzerlerine ‘dominant‘ , ‘baskın‘ ya da ‘kontrolcü’ sıfatlarından dikilmiş palto giydirilen kadınlar, iş arkadaşlarının estirdiği narsisistik istismar veya farklı mobbing türlerinden oluşan rüzgarlara karşı kendilerini korumaya çalışırken yeni sıfatlarla etiketlenmekten kaçamayabilir. Üstelik sadece erkekler tarafından değil, hem cinsleri tarafından da…
Kadınlar özel hayatlarında da fazla mesai yapıyor
Kadın, evlenmenin hayat arkadaşlığını resmi evraklara geçirmek değil de bir başarı olduğuna inanan bir topluluğun içindeyse bekar olduğu için kolayca başarısız ilan edilebiliyor. Bir kadının -iş dünyasında hangi pozisyonda olursa olsun- neden evlenmediği sık sık sorgulanırken, erkeğin evlenmeme sebebinin altından ‘Kimseye bağlanamıyor, özgürlüğüne düşkün‘ klişesi çıktığı gibi kabul görebiliyor. Hatta, kimseye bağlanamayan erkeği kendine bağlama fantezisi, bazı kadınların rekabetçilik damarına dokunduğundan olsa gerek üstüne bir de erkeğin gördüğü talebi arttırabiliyor. Özetle, iş dünyasında evlilik mevzu bahis olduğunda bile dezavantajlı taraf kadın olabiliyor.
Kadın iş hayatında istediği kadar yükselsin, itibarına gölge düşmemesi için özel hayatında da bazı tutum ve davranışlara özen göstermesi bekleniyor. İşyeri dışında da giydiği kıyafetler, birlikte görüldüğü insanlar, iş hayatındaki itibarını etkileyebiliyor. Biraz dekolte giyinse ya da sosyal medyada sık paylaşım yapsa, arkasından “Aranıyor” diye konuşulurken farklı insanlarla flört etmesi, hakkındaki gıybetlerde bir peynir çeşidine benzetilerek küflü zihinlerde şarküteri reyonuna konulmasını kaçınılmaz yapabiliyor. ‘Erkektir yapar‘ zihniyeti , erkeklerin işini özel hayatta da kolaylaştırırken kadınlara ise fazla mesai yapmak düşüyor.
Cam ayakkabılar ve cam tavanlar
Andrew Mango’nun yazdığı Atatürk biyografisinde, “Türk kadınından beklenen, erkeği fark ettirmeden kontrol edebilmesi” iddiasının temeli ne kadar sağlamdır tartışılır ama günümüzde bazı kişilerin tutum ve davranışlarıyla bu iddiayı doğruladığını söylemek yanlış olmaz. Ne özel hayatta ne de iş hayatında kadın-erkek ayrımı yapmadan bir kişinin, diğerini kontrol etmeye çalışması yerine, iki kişinin yan yana yürüyebilmeyi öğrenmesi, yani ilişkinin paylaşımla güçlenmesi, eşitlik yönünde daha hızlı yol almayı sağlar. Üst-ast ilişkilerinde de bir takımın parçası olabilmek, hedeflere giden labirentte kaybolmadan doğru yolu bulmaya yardımcı olur. Takım olabilmek için de aidiyet hissetmek, bağ kurabilmek gerekir ki o da ancak eşit ilişkilenmeyi becerebilmekle mümkün olabilir.
Özetle kadının, elinde cam ayakkabıyla gelen bir prens tarafından kurtarılmayı beklediği ya da cam tavanları nasıl aşabileceğine dair düşüncelerle boğuşurken, uykusuzluğa aşina olduğu bu dünya düzeninin değişmesi gerek!