MURAT SEVİNÇ
Daha önceki bir yazıda, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığını, daha doğrusu ‘neredeyse olmadığını’, dünyada eşi olmayan YÖK’ün kuruluşundan itibaren Türkiye’de üniversite adını hak eden bir üniversiteden söz edilemeyeceğini, halihazırda birkaç ‘iyi kalıntı’ bulunduğunu yazmıştım.
BÜ (Boğaziçi Üniversitesi), şu anda, en yüksek puanla öğrenci alan, ‘çok nitelikli’ bir ‘kalıntı.’
BÜ’yü ‘Eh işte’ düzeyinde tanıyorum. Yıllarca, İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’in anayasa dersine gittim. Bu zaman zarfında kurumun geleneklerini hakkıyla anlamam mümkün değildi. Buna mukabil biraz fikir sahibi olacak kadar mesaim oldu.
BÜ, bazı temel ayrımlarıyla birlikte, Ankara’dan aşina olduğum bir ‘atmosfer’e sahip. Farklı görüşteki öğrenciler arada bir gerginlik yaşansa da ‘birlikte’ olabilmeyi başarıyor. Söz konusu yaş grubu, çoğu zaman ‘büyüklerinden’ daha duyarlı ve daha doğru kararlar veriyor. Sadece Brexit’i, Türkiye’deki 16 Nisan oylamasını düşünün; genç insanların ‘doğru karar’ konusundaki becerilerini kolaylıkla fark edersiniz. Genç insan gelecektir. Hayaldir. Arzudur. Tepkidir. Kabullenmemedir. Öncelikle, ‘yetişkin’ olarak adlandırılanların iyi ya da kötü ‘anılar’ına sahip olmamak, hemen her konuda çok daha içten davranmalarına neden oluyor. Sevgileri de, eleştirileri de, kızgınlıkları da, çok daha samimi. Kuşkusuz zavallı ‘muhbir’ öğrencileri değil, öğrencilik yapanları kastediyorum.
BÜ’nün en büyük şanslarından biri olan kampüsü ve olabildiğince esnek (buna, liberter de diyebilirsiniz) yönetim anlayışı ve hocaları, öğrenciyi ‘sıkboğaz etmeyen’ bir geleneğin inşa edilmesine ve yaşamasına katkı sunuyor. Gelenek, içine aldıklarına da nüfuz eden bir olgudur. Aynı yaşta bir genç, Gazi’ye girdiğinde başka, BÜ’ye girdiğinde başka insanlar olarak mezun olur. Bunun yalnızca alınan puanlar ile ilgisi yok. İnsan, gördüğü ve yaşadığı kadardır nihayetinde.
Başkaca pek çok faktörün de etkisiyle BÜ, bir kaç yıl öncesine dek hemen her koşulda ‘iktidar’ baskısından az çok bağışık kalabiliyordu. Ancak her şeyin bir sonu, ya da başlangıcı var! Türkiye’de son yıllarda yaşananların, aynı Türkiye’de olup YÖK sistemine dahil bir üniversitede olumsuz yansımalarının görülmemesi mümkün mü? Kültürel iktidar hırsıyla yanıp tutuşanların, o az sayıda nitelikli kalıntıyla uğraşmayacağını düşünmek, akıl kârı değildi herhalde.
Üniversite, sağcı zihniyetin, siyasal İslamcılar’ın zannettiğinin, Türkiye ortalamasının algılandığının aksine; her düşüncenin korkmadan, tedirgin olmadan konuşulup savunulabildiği bir yerdir. Evet, her düşüncenin. Bir öğrenci Şeriatı, diğeri komünizmi savunur ve bu iki düşünce aynı ortamda, birbirini boğazlamadan var olabilir, olmalıdır. ‘Mekân’ olarak üniversite, insanın ‘kendini bulması için’ yaşamının en canlı, en zevkli yıllarına ‘yuva’ olur. Hele ki Türkiye gibi, berbat bir ortaöğretim tornasından ve baskıcı aile ortamından gelen genç insanlar için, bulunmaz nimettir.
Dolayısıyla üniversite, ‘kpss kursu’ değildir. Yalnızca bilgi vermez, o bilgiye ulaşma yollarını ve bilginin ‘tartışılabilir’ olduğunu öğretir. Her şeyin ama her şeyin tartışılabilir olduğunu. İyi bir üniversite, büyük ölçüde ‘kafa karıştırır’ aslına bakarsanız. Yaşamın en büyük ödüllerinden olan kafa karıklığını kazandırır. Bunu başarabilen kurumlardan, düşünen ve sorgulayan yurttaş çıkması, hiç olmazsa, bir ihtimaldir. Diğerlerinden ‘hödük yurttaş’ çıkması ise, ihtimalden ötedir.
Üniversite öğrencisi, karşı çıkmalıdır. Neye karşı çıkmak istiyorsa. Örneğin başta hocalarına karşı çıkmalı, eleştirmeli, düşüncesini özgürce dile getirebilmelidir. Aksi halde dört beş yılını o binalarda geçirmeyip zamanını boşa harcamamalıdır.
Öğrenci, herhangi bir örgütlenmenin o kurumdaki ‘memur’u olmadığı gibi, devletin temsilcisi de değildir. Öğrenci örgütlü olmaz demiyorum; 18 yaşına gelmiş insan elbette yasallık gözetilmek kaydıyla herhangi bir ‘örgütlülüğün’ parçası olabilir. Bu, sağ ya da sol olmuş, yalnızca ‘mensubu’ ilgilendirir. Mesele, üniversitelinin, bir ‘beyne’ ve ‘özerk’ düşünceye sahip olması gerektiği gerçeğini bir an olsun göz ardı etmemesidir.
Bir öğrenci, devlet siyasetinden yana ya da karşı olabilir. Devlet siyasetinden yana olan bir öğrenci, devletin kaymakamı ya da diplomatı olmadığını bilmelidir.
Üniversite öğrencisinin, savaş kışkırtıcılığı, ırkçılık, şiddet övgüsü, nefret dili gibi, uluslararası hukukta da karşılığı olan ‘suçlar’a meyletmeden, her konuyu tartışma özgürlüğü vardır. Karşı çıkma, kabullenmeme özgürlüğü vardır.
Tartışma konusu:
Kişisel olarak, bir üniversite öğrencisinin lokum dağıtmasını anlamlı bulmuyor, yadırgıyor olabilirim. Herhalde bir üniversiteli, ulusal ve uluslararası sorunlara biraz daha ‘derinlikli’ bakabilmeli, bunu başarabilmelidir. Ancak, bu ‘benim’ düşüncem. Lokum dağıtanı ilgilendirmez. Bir eylem biçimi olarak ‘dağıtmak’ da, dağıtılmasına ‘karşı çıkmak’ da benim açımdan ‘savunulması’ gereken ‘hak kullanımı’dır. Her iki ‘düşünce’, birbirini yok etmeye çalışmadan aynı mekânda var olabilmelidir.
Yukarıdaki satırları yazarken, koşulların ve iktidar gücünün de etkisiyle ‘kaymakam’ ve hatta ‘MİT mensubu’ performansı sergilemeye hevesli gençlerin, iktidar fanatiklerinin, benim gibi düşünenlerin ve şu anda gözaltında olan arkadaşlarının hakkıyla hukukuyla vs. ilgilenmediğinin kuşkusuz farkındayım. ‘O’ gençler değil, ancak o lokumu dağıttıran ‘ideoloji’, bizler gibi düşünenlerle aynı yerde eşit biçimde yaşamak değil, bizleri yok etmek, görünmez hale getirmek istiyor. Elbette bunu görüyorum. Nasıl görmeyeyim ki, gözümüze sokmak için her şeyi yaptılar, yapıyorlar.
Ancak, katır inadıyla savunmak gerekir bazı ilkeleri. Katır inadıyla. Düşünce ve ifade özgürlüklerini, örneğin. Lokum dağıtanın ve karşı çıkanın.
Gelelim, olayların ‘ikinci’ boyutuna:
Mezunlar derneği BÜİM bir açıklama yayınlamış. Hem oradan hem de tanıklıklardan edindiğim izlenimi şu şekilde özetleyebilirim:
Lokum dağıtan öğrenciler ile protesto edenler arasında tartışma yaşanmış. Solcu öğrenciler pankart açmış ve birileri de gidip masaya müdahale etmiş. Masadaki lokumlar yere atılmış vs. Bunun ‘ölçüsüzlük’ olduğunu kabul edebiliriz. Ancak takdir edersiniz ki ‘ölçüsüzlük’, terör eylemi değildir! Üniversitelerde böyle şeyler her zaman olur ve kimse zarar görmeden kapanır gider. Ama bu kez kapanmıyor! Ertesi gün, içinde iktidarın gençlik kollarından birilerinin de olduğu gruplar basın açıklaması, bayraklı yürüyüş vb. yapıyor. Üniversite’nin ‘terörist yuvası’ ve ‘gayrı milli’ olduğu ilan ediliyor! Bitmiyor. Medyada linç kampanyası başlatılıyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı bir kaç gün üst üste, hiç kimsenin zarar görmediği, az sayıda öğrenci arasındaki tartışmayı anlatıyor halka. Neler söylediğini tekrar etmeye gerek yok, herkes okumuştur. Bunun üzerine atanmış Rektör, nasıl özür dileyeceğini bilemeyen bir açıklama yayınlıyor. Sonrası malum…
Muhterem okuyucu, bir kez daha: Ne herhangi bir gerekçeyle lokum dağıtmak ne de buna karşı çıkmak suçtur. Öğrencinin, yurttaşın hakkıdır bunlar. Doğru.
Ancak, üç beş öğrenci arasında olup bitmiş bir olayın bu noktaya getirilmesinin, öğrencilerin günlerdir göz altında oluşunun, yalnızca ‘ifade özgürlüğü bağlamında’ ele alınması için de, insanın aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir.
Yıllarca Mülkiye’de benzer hikâyeler yaşadık biz. Önce, bazen ‘kendiliğinden’ bazen de ‘örgütlü’ olduğu çok açık kavgalar çıkıyordu. Özellikle son yıllarda, ‘giderek sıklaşan’ hemen her tartışmadan ya da Mülkiye’deki her gelişmeden, hatta ders içeriklerinden (Allah’ın işi!) dahi, bazı havuz paçavralarının ‘haberi’ olmaya başladı. Kurum, uzun süre bilinçli şekilde hedef gösterildi. ‘Adını çıkarmak’ için, akıl almaz, ahlaksızca iftiralara, hakaretlere uğradı. Basında ve sosyal medyada hep aynı odaklarca linç kampanyaları yürütüldü. Öğrenci ve meslektaşlarımıza, hatta son dekanımız Yalçın Karatepe’ye soruşturmalar açıldı. Anlayacağınız, ‘uygun koşullar’ yaratıldı! Sonra da KHK’ler fırsat bilinip ibiş marifetiyle dümdüz edildi.
Ezcümle:
Evet, her görüşten öğrencinin düşünce ve ifade, barışçıl eylem özgürlükleri savunulmalıdır. Üniversiteler, herkesindir. Farklı görüşten öğrenciler, kurum nezdinde eşittir.
Ve evet, halihazırda olup bitenin, yalnızca hak ve özgürlük tartışması olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Enayiliğin alemi yok. Böyle böyle tırpanlanıyor köklü kurumlar. Tek dişi kalmış canavarlar!
Son olarak:
Bir öğrenci komünist olabilir, diğer yurttaşlar gibi. Komünist olmak suç değildir. Henüz! Bu iktidar, 2009 yılında ‘komünist şair’ Nazım Hikmet’in itibarını iade ettiği için gurur duyuyordu. Hey gidi günler hey!
Bir öğrencinin eğitimi, anayasal haktır. Anayasa’nın en gerici hükümlerinden biri olan 42. madde dahi, ‘hiç kimsenin eğitim hakkından mahrum bırakılamayacağını’ hükme bağlar. Temel haklarda yapılacak ‘sınırlamalar’ın hangi ‘sınırlar’a tabi olduğu, Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiştir. Hiç bir sınırlama gerekçesi, hakkın ‘öz’üne dokunamaz. O ‘öz’ü ortadan kaldıracak bir uygulama ya da karar mümkün değildir.
Terörizm ise, diğer fiiller gibi, insanların gönlünce tanımlayabileceği bir suç değildir. Ben birinin terörist olduğunu düşündüğümde, o kişi terörist olmaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anayasası vardır. Herkes açısından bağlayıcıdır. Anayasaya ve tarafı olduğumuz sözleşmelere göre, barış içinde yaşamak talebi ve savaş karşıtlığı, bir hak ve ödevdir.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin en zor koşulda dahi birbirlerine düşmeyeceklerinden, özgürlükçü ortamlarına her koşulda sahip çıkacaklarından, sorunlarını konuşup tartışarak çözeceklerinden, içinde var olabildikleri dünyalarını ‘zehirlemeyeceklerinden’ eminim.
Duyarlı hocaların, zor koşullarda öğrencilerini korumak için ellerinden geleni yaptığını, biliyorum.
Öğrencilerin düşünce ve ifade özgürlükleri, benim, bizim, sizlerin özgürlüğüdür. Öğrenciler serbest bırakılmalıdır. Kuşkunuz olmasın, tek bir ferdini koruması, bir toplumun ‘kendisine’ sahip çıkmasıdır.
Ve elbette, kurumu korumak gerek sayın rektör, kurumu korumak gerek. Ha gayret…
Yazı önerileri:
1. Hep beğendiğim yazıları öneriyorum. Bu kez mahcubiyet verici bir metin. Son derece distinguished Koç Üniversitesi’nin, ziyadesiyle brilliant olduğunu tahmin ettiğim rektörü beyefendinin, ‘ibret verici’ söyleşisi. Söyleşi İngilizce. Okuyamayacaklar için Türkçe özetin özeti: Nitelikli yabancı akademisyenler Türkiye’nin üniversitelerinde çalışmak için birbirleriyle yarışıyor ve ifade özgürlüğü filan, öyle pek şey yapıldığı gibi bir konu değil! Birileri, iki satır anlatsa ya rektörlerine ‘düşünce/ifade özgürlüğü’nün ne olduğunu. Ah iktidar, sen nelere kâdirsin!
2. Yukarıda, 2009 yılında AKP’nin Nazım Hikmet’in itibarının iadesi vesilesiyle pek gururlandığını söylemiştim. Aman bir yanlış anlama olmasın! Tahmin edebileceğiniz gibi yine, ‘gibi’ yapmışlardı! Ancak o dönemin, ‘iktidar hacetinde boncuk arama’ atmosferinde bu soruna dikkat çekenler yine duyulmamıştı. Buraya, ilgilenecekler için iki SBF öğretim üyesinin o günlerde kaleme aldığı yazıyı bırakıyorum.