
MURAT SEVİNÇ
Yıllar önce, Türkiye henüz bu kadar pahalı değilken, bir bisiklet gezisinde Bodrum merkezde kısa süre mola verdim. O yıllarda uzun yol bisikletçiliği şimdiki kadar popüler değildi, bu yüzden konuşmadığım sürece yabancı zanneden çok olurdu. Kan ter içinde, bisiklet kıyafetimle bir büfenin kapısındaki dolaptan su aldım, içeri girdim, suyu tezgâha bıraktım. Yabancı olduğumu düşünen satıcı, eliyle iki işareti yapıp ‘two’ deyince, “Amma pahalıymış” dedim; bunun üzerine satıcı, “Haa Türk müsün, sana 1 lira o zaman” deyiverdi. Yaptığının hafif tabirle ayıp bir şey olduğunu düşünmüyordu. O arkadaşın türünün tek örneği olmadığı malum.
Yunan adalarına tatile giden Türk yurttaşlarının sayısı arttıkça konuya ilişkin tartışmanın harareti de yükselecek. Neden Türkiye’de tatil yapmak istemiyor küçük burjuvamız, beyaz yakalılar? Gerekçe yalnızca pahalılık mı? Sanmıyorum. Belki temel gerekçe fiyatlardır, ancak tek neden değil. Yurttaş ‘gitmek’ istiyor olabilir, ‘uzaklaşmak’, hiç olmazsa birkaç gün ‘başka bir yerde’ olmak. Bu varsayım hem bir yakın çevre gözlemi, hem de benzer duyguyu pek çoğumuzun yaşıyor oluşuna dayanıyor.
Turizm netameli bir konu; bir yandan ‘bacasız fabrika’ ve ‘dünya insanıyla temas imkânı’ sağlarken, diğer yandan ülke kaynaklarının ‘işletme’ ve ‘kârlılığa’ konu oluşu her zaman tartışmalı oldu. Turizm yorgunu ülkeler var. Örneğin geçenlerde Barselona’da bıkkın yerel halk, turistleri taciz eden eylemler yaptı. Bir yerde yoğun turizm oluşu oradaki yerel ekonomik ve sosyal ilişkileri kökten değiştiriyor. Kişisel gözlemim, 25-30 yıl önce gittiğim sahil kasabalarının tümünün, doğası ve insanıyla bugünden çok daha iyi ve güzel olduğu yönünde. Değişim hemen her zaman olumsuz yönde. Pahalılık, hem söz konusu değişimin sonuçlarından biri, hem de son yıllarda yaşadığımız ve Cumhuriyet’in en sarsıcı bölüşüm krizi olarak adlandırılan ekonomik çıkmazın.
Türkiye’de -yabancıya dönük turizm bir yana- yerli tatilcilerin ülkenin belli bölgelerine mâhkumiyeti, fiyatları, kaliteyi ve muameleyi belirledi. Deniz tatili seviyorsanız gideceğiniz bölgeler sayılı ve o bölge halkı da, turizmcisi de bu kısıtın farkında. Son yıllarda, önce salgın ardından enflasyon (ve deprem), gerek emlak fiyatlarını, gerekse yazlık kiralarını ve otel vs harcamalarını büyük bir hızla artırdı. Bunda ‘İstanbullu yayılmacılığı’nın da payı olabilir. İstanbul kavminin akın ettiği her yerde, giderek kendini kaybeden köylü ahırını dahi birkaç milyona satışa çıkarır oldu. Bu yaz sezonluk ev kiralama için istenen paralar ile birkaç yıl önce ev alınabiliyordu. Sermayeyi kalkındırırken halkı ezmeye dönük ekonomi siyasetinin yarattığı zorlu toplumsal koşullarda, bireysel düzlemde de ‘şirazesinden çıkma’ sürecinden geçiyoruz.
‘Tatil harcaması’ denilen harcama kalemi, milyonlarca insanı ilgilendirmiyor kuşkusuz. Türkiye nüfusunun önemlice bir kesimi için tatil, iyi ihtimalle hâlâ memlekete-yazlığa gitmek, aile yanı, TV karşısı demek. Ya da bayramlarda toplu taşıma bedava olduğu için, diyelim, Eminönü’ne gidip, sosyal medyada küçük görülmek. Tatil beldelerine, otel ve pansiyonlara giden orta-gelir grubu son yıllardaki ekonomik sarsıntıyı en derinden hisseden kesim. Nitekim orta tabaka eriyip yoksullaştığı için bu denli çok ‘yoksullaşma’ konuşuyoruz; alt tabaka zaten yoksuldu ve Kaş’a, Çeşme’ye, Bodrum’a gitmiyordu! Dolayısıyla “Bu yıl Bodrum sakin” başlıklı bir haber, nüfusa orantılandığında pek az kimsenin ilgisini çekiyor.
Fakat o ‘pek az insan’ belli bölgeler için başlıca geçim kaynağı durumunda. İşte şimdi onlar Yunan adaları kuyruğunda. Evet, bunun önemli nedeni ülkeler arasındaki fiyat ve hizmet kalitesi farkı. Yunan adaları ve hatta pek çok Avrupa ülkesindeki yeme içme ve konaklama fiyatları, şu sıralar Türkiye’den hesaplı. Vize derdi yaşamayan -ki Yunan adaları bakımından bu sorun çözüldü- çoğu insanın orayı tercih etmesinde şaşıracak bir şey yok. Sosyal medyada sürekli adisyon fotoğrafı paylaşma görgüsüzlüğünü bir yana bırakalım, hakikaten ‘dışarıda’ daha ucuz tatil yapmak mümkün. Yalnızca daha ucuz değil, daha özenli, daha sakin ve daha iyi hizmet alınan bir tatil.
Türkiye’deki pahalılığın temel gerekçesi iktidarın gelir uçurumunu derinleştiren ekonomi siyaseti, hiç kimsenin üç gün sonrasından emin olamayışı ve maliyetlerdeki izansız artış; doğru olmasına doğru da, bu gerçekler, haktan birilerinin de kısa yoldan zenginleşme hevesinin görülmesini engellemiyor. Kazıklanmak, insana kendisini çok kötü hissettiren bir şey. Bir yerden alışveriş yapıp ‘artan maliyetler’le açıklanamayacak bir fatura ödediğimde soyulduğumu ve karşımdakinin hırsız olduğunu düşünüyorum ve onunla medeni bir ilişki kuramıyorum. Sahil kasabalarındaki toprak-mülk sahibi işletme sahiplerinin gözlerini para bürümüş hallerine tanık olmak da rahatsız edici. Tek dert pahalılık da değil. Aklı başında, müziksiz ve lümpensiz, sakin bir tatil yapmak isteyenlerin aradığı sükuneti bulmak kolay değil artık. Ya da bir ülke düşünün ki, anayasasına göre kendisine ait olan kıyıların neredeyse tümü sermayedara tahsis edildiği için, halk istediği yerden denize dahi giremiyor ve bunu yadırgayan çok insan yok.
Yunan adası ya da değil, dışarıya gitmek, biraz ferahlık arayan aklı başında insanlar için yalnızca tasarruf etmek anlamına gelmiyor. Milyonların bıkkınlığını, tanık olunan bunca rezalet karşısında yaşadıkları ikrah duygusunu ihmal etmemeli. Şu satırları yazdığım gün, bir siyasetçi hakkında olduğu iddia edilen özel yaşam görüntüleri ‘ahlaksızca’ yayıldı, birileri yurt dışı çıkış harcının ‘yalnızca’ 500 liraya yükseltilmesini (yüzde 300’den fazla artmışken!) sevinçle karşıladı, internette muhtelif mafya mensuplarının siyasi ilişkilerini gösteren fotoğraflar dolaştı, TBMM’de sokak hayvanlarını ‘belli koşullarda’ öldürmeye yönelik bir yasa önerisi tartışılmaya başlandı ve elektrik dağıtım firmalarının soruşturulmasına ilişkin muhalefet önergesi iktidarca reddedildi. Yalnızca bir günde. Yıllardır aklına sahip çıkmaya çalışan makul çoğunluk için dahi ağır bir durum.
Gitmek, biraz uzaklaşmak, biraz daha az haber almak, hiç olmazsa birkaç gün sağda solda kısa paçalı dar pantolonlu nargileci tosunlarla karşılaşmamak, muhtemelen iyi geliyor yurttaşa. Mekân değişikliğinin ferahlığını yaşamak istiyor insanlar. Belki, gittiği adada kendisini rahatsız edecek daha az sayıda lümpen görme ihtimali moral veriyordur tatilciye. Sözün özü, her tercihi sadece ekonomik gerekçelerle temellendirmek mümkün değil. “Cennet gibi bir ülkenin insanı, neden, türlü gerekçelerle ve her fırsat bulduğunda akın akın yurt dışına gitmek istiyor?” sorusu üzerinde kafa yormak gerekir. Yunan adalarına gidişin tek nedeninin ‘ucuz kalamar’ olmadığı kanısındayım.
Yazı önerisi
Bahadır Özgür, halimizi anlatan ve bize yurttaş filan olmadığımızı hatırlatan yazılar kaleme almayı sürdürüyor. Sonuncusunu buraya bırakıyorum, elektrik fiyatlarındaki saadet zinciri.
Bir açıklama
Sokak hayvanlarıyla ilgili tartışmada kimi muhalifler ve basın organları da ‘ötanazi’ kavramını kullanmaya başladı. Yolsuzluğun ‘israf’, zammın ‘fiyat ayarlaması’ olarak isimlendirildiği devirde yadırgamamak gerekir belki de, ancak bu kadar anormalliği aklım almıyor artık. Yapılmak istenen uygulama için ‘gönüllü(onurlu) ölüm’ kavramı kullanılamaz. Kim gönüllü oluyor, neye gönüllü, kim hangi şuurla kendi yaşamının devam edip etmemesi üzerine karar veriyor… İnsaf, biraz insaf ve mümkünse, azıcık akıl fikir.
Bir milletvekili, Ümit Özlale, komisyon tartışması sırasında şu önemli paylaşımı yapmış:
“Türk Veteriner hekimler Birliği’nin komisyondaki ifadesi:
1.Kısırlaştırma köpek popülasyonunu azaltmanın tek ve bilimsel yoludur. İtlafın (bazıları ötanazi de diyor) ise popülasyon üzerinde sadece artırıcı etkisi vardır.
2. Dört milyon üzerinden kısırlaştırma hesabı yapmak doğru değildir. 1.5 milyon dişi köpeğin kısırlaştırılması hedeflenmelidir.
3. Şehirlerde insanlarla yaşamaya alışmış ve yakalaması kolay köpeklerin barınaklara götürülmesi daha saldırgan ve üretken köpeklere yer açarak durumu kötüleştirecektir.
4.İnsanlarla yaşamaya alışmış ve yakalanması kolay köpekleri barınaklara gönderip sahiplendirmeye çalışmak çok maliyetli ve etkisiz olacaktır.
5.Yapılması gereken, 2018’e kadar veterinerlik fakültelerinin, yerel yönetimlerin, yerel yönetimlerin, özel kliniklerin bir arada çalışacağı bir kısırlaştırma seferberliği başlatmaktır. Konuyla ilgili meslek örgütlerinden görüş alınmadığı için ortaya bilimsellikten uzak ve etkili olmayacak bir kanun teklifi çıkmış…”