Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
3 Eylül Pazar akşamından, yani A Milli Kadın Voleybol Takımı’mız Avrupa şampiyonluğuna ulaştığından beri içim içime sığmıyor, yerimde duramıyorum. Çok uzun zamandır hissetmediğim, varlığını bile unuttuğum duyguların içimde yarattığı kıpırtı günler sonra bile hala sevinç göz yaşlarına dönüşüyor. İnternetten final maçının kritik anlarını defalarca izleyip oyuncularımızın sosyal medya hesaplarını stalkluyorum. Hayatında ilk defa âşık olmuş bir ergen gibi yüzümde zamansız beliren gülümsemelere engel olamıyorum. Galibiyetin üzerinden günler geçmesine rağmen hala aynı coşkuyu hissediyorum. Çevreme baktığımda benimle aynı durumda olan insanları görünce yalnız olmadığımı fark ediyor ve umut doluyorum.
Aranan kan bulundu!
Uzun zamandır ülkece Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt katmanlarında mücadele verdiğimiz göz önüne alınırsa mutluluğa, coşkuya, gurura, sevince de aç kaldığımız apaçık ortada. Kaybedenler kulübündeki üyeliğimizin sonu asla gelmeyecek derken kazandığımız zafer, umut duygusunun içimizde yeniden filizlenmesine sebep oldu.
Tabii ki sporun farklı alanlarında başarı elde ediyoruz ama oyuncuları üzerinde kurulan onca baskıya rağmen A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızın arka arkaya aldığı iki kupa, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip ruhumuzu ele geçiren vazgeçmişliğimizi gözden geçirmemize sebep oldu dersem -sanırım- abartmış olmam.
Yani günü doldurmayı yaşamaktan saydığımız ve hayal kırıklıklarıyla ahbap olduğumuz bugünlerde, doğduğumuz ve yaşadığımız yere hissettiğimiz aidiyetin -kıyasla- azaldığı bir dönemde, A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızın Avrupa şampiyonluğu ‘Aranan kan bulundu‘ dedirtti. Toplum olarak çektiğimiz çile son bulmasa bile çekilen bunca çile içinde bir şeyleri değiştirebilme gücümüz olduğunu anladık. Artık şerefli mağlubiyetler ülkesi olmadığımızı gördüğümüz gibi kadınımızın omuzlar üzerinde taşınması gerektiğini de bir kez daha hatırladık.
Pandemi, deprem, seçim süreci, ekonomik kriz derken travma laboratuvarına dönmüş ülkemizden gidip sahaya çıkarak dünyanın en deneyimli, soğukkanlı oyuncularına karşı mücadele vermek, oyuncularımız için zor olmuş olsa gerek. Üstelik gülümsemeyi unutmuş bir toplumu zaferle onurlandırmak için verdikleri çaba karşısında bazı kişilerin zorbalığına maruz kalmış oldukları da göz önüne alınırsa elde ettikleri sonuç için mucize diyebiliriz. Onca baskı karşısında hissedilen performans kaygısını yönetmek, motivasyonu öfkeyle bulandırmadan tadında tutmak, o kadar polemiğe rağmen odağı kaybetmemek- eski bir sporcu ve bir psikoterapist olarak söylüyorum- gerçekten büyük başarı!
Asıl mesele: Kadının başarısını sindirememek!
Kadının başarılı olmasını sindiremeyen insanlarla dolu ataerkil sistemde ayakta kalmanın ne kadar zor olduğunu çoğu kadın bilir. Edilgen değilsen ahlak kılıfına sokulan zehirle sabote edilmeye çalışman kaçınılmaz olur. Kontrollü parlatılan bağımlı kadınların yerini bağ kurmayı bilen bağımsız kadınlar almaya başlayınca başarıya gölge düşürmeyi bazıları kendine görev edinir. Dolayısıyla, bu sistemde A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın ışığını söndürmeye çalışan insanların varlığı şaşırtıcı değil. Onca saldırının ne ahlakla ne de değerlerle ilgisi var. Zaten güzel ahlak nedir gerçekten bilen insan bel altı vurmaya çalışmaz.
Bilimsel araştırmalar da ataerkil toplumlarda birçok erkeğin ve hatta bazı kadınların bile kadının başarılı ve bağımsız olmasını istemediğini söylüyor. Araştırmalara göre başarılı ve bağımsız kadınlar karşısında erkekler kendi otoritesini, egemenliğini tehdit altında hissediyor, kadın üzerindeki kontrolünü kaybetme korkusu yaşıyor ve yetersizlik duygusuyla mücadele etmek zorunda kalıyor.
Sanırım bu yüzden toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığı ataerkil toplumlarda -öyle olmasa bile- kendisini edilgen gösterip erkeği pohpohlayarak ilişkilenen kadınlar için ‘akıllı kadın’ tanımlaması yapılıyor. Yani kadının bu davranış biçimi destekleniyor. Tabii ki böyle bir ilişki modelinde eşit ilişkilenme, hayat arkadaşlığı gibi medeni, gelişmiş ilişkilenme biçimlerini deneyimlemek mümkün değil. İlişkiler daha çok yöneten ve yönetilen rolleri üzerinden ilerliyor.
Ayrıca, araştırmalara göre erkekler bağımsız, başarılı kadınları çekici bulsa bile onları kontrol edemeyecekleri endişesiyle onlardan uzak durmayı tercih edebiliyor.
Dolayısıyla, ataerkil toplumlarda başarılı, bağımsız, öz güvenli kadınların varlığının düzenin devamlılığı açısından tehdit oluşturduğu düşünülüyor.
Sonuç olarak, bilimsel araştırmaları da baz alacak olursak, edep ve ahlak diye yırtınıp oyuncularımıza saldıran insanların çoğunun asıl meselesi, kadının sağlam duruşunu ve başarısını sindirememek.
Ahlak kılıfına sokulan sabotaj
Tüm bu tespitler için ‘Hadi canım oradan!‘ diyenler illaki olacaktır. Yalnız, ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar‘ zihniyetiyle geleceğimize yön verilirken, yani birçok insan çalmayı meşrulaştırmışken, bugünün ahlak bekçileri o zaman neredeydi ben şahsen çok merak ediyorum. Yoksa maruz kaldığımız ve faturasını maddi-manevi hep birlikte ödemek zorunda olduğumuz, suç olarak tanımlayabileceğimiz birçok olay karşısında ‘Bir kereden bir şey olmaz‘ diyerek olanları görmezden gelmeyi mi seçiyorlar? Öte taraftan, o kadar çok ‘bir‘ yaşandı ki ben artık toplamakta güçlük çekiyorum; sözelci olduğum için değil, ar damarım buna izin vermediği için.
Tabii hak edenden çıkartılamayan öfkenin hak etmeyene yönetilmesi birçok psikopatolojide sıklıkla görülür. Öte taraftan, bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki hangisi psikopatoloji hangisi saf kötü niyet ayırt etmekte güçlük çekebiliyoruz.
Birçok kişi yaşanan haksızlıklar karşısında ‘Benim boyumu aşar‘ deyip sessiz kalmayı seçebilir. Ne yazık ki buna alıştık. Peki ya gündüz yayınlanan, deyim yerindeyse kimin eli kimin cebinde belli olmayan, evli akrabaların birbiriyle yaşadığı sınırsız ilişkileri konu alan TV programlarına ne demeli?! Türk aile yapısına, örf ve adetlerimize aykırılıktan söz edecek olursak, o programların içeriklerinden daha iyi bir örnek olamaz bence. Sevgili Cem Yılmaz bir gösterisinde bu programlara katılan insanlar için; “Asıl marjinal onlar” demişti ve yaptığı bu tespitte hiç de haksız sayılmaz. Bu programlar reyting rekorları kırarken ülkemizi onurlandıran oyuncularımızın özel hayatını konu etmek -deyim yerindeyse- boş yapmanın ötesine geçmez.
İlham verdiler!
A Milli Kadın Voleybol Takımı oyuncularımız bize tüm zorluklara rağmen vazgeçmemeyi, bağlılığı, sağlam durabilirsek değişimi sağlayabileceğimizi gösterdi. Birçok alanda bize ilham verdi. Malum günümüzde uyuşturucu kullanma yaşı -konunun uzmanlarının söylemlerine göre- ilköğretim çağına indi. Sporda kazanılan başarılar ve oyunculara duyulan sempati sayesinde gençlerimiz spor yapmaya yönelebilir ve spor yapan insanın da -çoğunlukla- kötü alışkanlığı olmaz. Yani atılan saldırgan tweet’lerin aksine takım oyuncularımız gençlerimiz için iyi birer rol model. Umalım ki, gençlerimiz bizi onurlandıran sporcularımızı örnek alsın.
Yeri gelmişken, bir insan rol model aldığı, hayran olduğu kişi sayesinde spora başlayabilir ama onu rol model aldığı için cinsel yönelimini değiştirmez. Örneğin, abim ve ben çocukluğumuzdan beri Freddie Mercury hayranıyız ve bu hayranlığımız bizi küçük yaşta piyano çalmaya teşvik etti. Kendisine hayran olduğumuz için cinsel yönelimimizi değiştirmedik. Öte taraftan, bir insanın cinsel yönelimi neyse odur ve bu kimseyi ilgilendirmez. Gerçi yukarıda da bahsettiğim gibi su ne kadar bulandırılmak istense de asıl mesele kadının güç kazanmasıyla ilgili. Yoksa LGBT olan birçok ünlü bugün siyasilerin yanı olmak üzere birçok yerde rahatça dolaşıyor olmazdı.
Son yıllarda ülkece çok zor dönemlerden geçiyoruz. İmkanı olan birçok insan zorlanacağını bilse dahi daha huzurlu yaşamak için yurt dışına taşınıyor. Lütfen toplum olarak anlık da olsa yakaladığımız mutlulukları sabote etmeyelim. Bir ülkeyi bölmek isterseniz değerlerine saldırırsınız ve bu ülkenin mucizesi de yıllardır onca saldırıya ve barındırdığı tüm farklılıklara rağmen gerektiği zaman bir olmayı başarabilmesi. Bu sözleri altı boş, romantik duygularla söylemiyorum. Yurt dışında yaşamış, orada var olmayı başarmış ama şu an tüm zorluklara rağmen burada yaşamayı seçmiş biri olarak söylüyorum.
Ben A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızın başarısını sadece spor alanında kazanılan bir zafer olarak değil; bizi bize hatırlatan tarihi anlardan biri olarak tanımlıyorum. Estirdiği rüzgarla tüm tozları havaya kaldıran ve sonra da onları silip süpüren takımımıza ne kadar teşekkür etsek az.
Son olarak, ülkemizde kadının güç kazanmasını kabullenemeyip bu başarıya gölge düşürmeye çalışanların karşısında durup oyuncularımıza destek veren herkese ve tabii -atlamadan- Melissa Vargas’ın bu ülkeye kazandırılmasında emeği geçen herkese -ülkesini seven bir insan olarak- aidiyet duygumu tazelediğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum.