BEHZAT ŞAHİN
İETT otobüsünden Bereç durağında indim. Ama bak şimdi, iner inmez takıldım imlasına. Aslında Berec olması gerekmez mi? C ile. Hatırlayan vardır aramızda tabii, yoksa kendimi çok yalnız hissedeceğim.
Durağa adını veren Berec, eskiden Türkiye’nin en bilinen pil markasıydı. Tuhaftı o zaman piller. Dışı karton ambalajlı, altında galiba kurşundan zırhı, içinde de kömür vardı. Artı-eksi kutuplar arasındaki bağlantı da kömürdü galiba.
Nereden mi biliyorum? Meraktan az içini açıp saçmadık Bereclerin çocukken.
Buradaki fabrika ilk büyük kadın işçi grevine de ev sahipliği yapmış… İlgilisi için, kadinisci.org’da Necla Akgökçe’nin ‘Esasında Berec’te kadınlar direnmişti‘ başlıklı yazısında ayrıntıları var:
“7 Aralık 1964 tarihinde greve çıkılır. Fabrikanın bahçe kapısının üstüne ‘Berec Pil Fabrikasında Grev Var’ pankartı asılır. Kadınlar grev boyunca çadırı terk etmezler, gündüzleri grev gözcülüğü yapmak onların işidir. Soğuğa kara yağmura aldırmadan nöbetlerini tutarlar. Özkal Yici ilk gününü anlatırken ‘Saat 9.30’da ilk gözcüler, görevlerini genç kızlara devrettiler. Gündüz nöbetini hep kızlar, gece nöbetini de erkekler tutacaklardı.’ diyor, gerçekten de öyle oldu, anne, baba, koca baskısından gece nöbetine kalamayan kadın işçiler, gündüz nöbetini tuttular ve bu nöbetler esnasında, jandarma, polis ve grev kırıcılarının saldırılarına maruz kaldılar. İçlerinde yararlananlar oldu.”
41 gün süren grevde, eşit işe eşit ücret isteyen kadınlar, önemli kazanımlar elde etmiş.
Bak, lâfa daldık, yolun karşısına bile geçemedik. Burası Eski Edirne Asfaltı. Caddenin Edirne yönüne giden, benim indiğim tarafı Gaziosmanpaşa. Atmaca Restaurant ise Bayrampaşa’da, yani yolun karşı tarafında, caddenin Cicoz Caddesi ile kesiştiği köşebaşında. O zaman, geçelim artık.
Girdiğimde hava çoktan kararmıştı, ama saat henüz erken. Milyonlarca öğrenci ve çalışana eziyet edip gece karanlığında yollara düşüren kalıcı yaz saati uygulaması, sadece ben meyhaneye giderken işe yarıyor olmalı. Ama beni düşünmüş olamazlar, değil mi?
Girişteki sağlı sollu iki masa dolu, o zaman salona hâkim diğer köşelere bakacağız.
Herkes bira içiyor. Karşılama filan beklemeyin. Sonradan görevli olduğunu anladığım beyefendilerden biri başını telefondan kaldırmadı bile. Mutfaktaki iki beyefendiden garson olduğunu düşündüğüm de oralı değil ama bir yere oturmam lazım. Düzenlerini bozmayayım, belki rezervasyon vardır. “Canının istediği yere otur” dedi sonunda aynı beyefendi.
Zaman geçtikçe anlayacağım ilgisizlikten olmadığını, usül böyle. Gelenler hep bilindik insanlar, onlar da canlarının istediği yere oturuyor. Yok öyle rezervasyon filan.
Ben de meze dolabının önündeki 10 kişilik masanın duvar dibine oturdum. Sırtım mutfağa, yüzüm bütün salon ve girişe dönük. Mezeleri arkamdaki dolaptan seçtim. Yarımşar porsiyon tabii. Kereviz, acılı ezme, şakşuka, atom. Beşinci meze konusunda kararsız kalmışken meze dolabının üstündeki mermer tezgâha borcam içinde köz patlıcan koydu aşçı beyefendi. “Madem taze çıktı, bundan da alayım” deyince “Hepsi taze, hepsini bugün yaptım” dedi hafif tatlı sert. Haklı, sen o kadar emek ver, karşı taraf bunun farkına varmasın.
Haklı olduğunu mezeleri tadarken de anladım. Önemli gösterge acılı ezme, tazecik, acısı (benim için) yerinde. Atomun her yerde esirgenen biberi bolca, gerçek süzme yoğurtla iyice karıştırılmış. Belli ki yoğurt da rastgele bir yoğurt değil, özel bir şey. Neyse, tanışırken sorarım artık. Kereviz, şakşuka ha keza. Köz patlıcana tarif gerekir mi?
Ben tadıma dalmışken bir kişi daha geldi, o da bira söyledi.
Sonra bir kişi daha, bir kişi daha. Ben girdiğimde başını telefondan kaldırmayan genç beyefendi de personeldenmiş. Neşe içinde gelenlere bira servisi yapmaya başladı.
Çoğuna daha onlar söylemeden siparişini getiriyor. Ama yine de telefonu elinden düşmedi. Servis yaparken bir yandan da telefonda konuşuyor, o kadar rahat. Kimse de rahatsız değil bu durumdan. Demek ki burada adet böyle.
Salonu mutfaktan kesersek kare formunda. Masalar iki sıra. Benim taraf, yani içeri girince sol taraf üç sıra 10’ar kişilik uzun masa, girişte dörtlü masa var. Diğer tarafta da dörderli beş sıra masa. Koridorun devamı mutfağın sağ tarafında. Orada iki masa ve tuvalet bulunuyor. Dikkat edin tekil kullanıyorum. Tuvaletin içinde iki pisuvar ve alaturka bir kabin var.
Duvarlar, koyu renk ahşap lambri görünümlü alüminyum malzemeyle kaplı. Masa ve sandalyeler yeni ve rahat. Yakın zamanda elden geçmişe benziyor. Birkaç yıllık bir mekân olamaz, hem müşteri ve personelin oturmuşluğundan, hem de yenilenirken unutulmuş tuvaletin köhneliğinden çıkarıyorum bunu.
Salonun dört köşesinde dört ekran, birinde at yarışı, üçünde şömine yanıyor. Malum, hava soğuk.
Duvarlarda dört devasa fotoğraf. Benim tarafta Boğaziçi Köprüsü’nün ışıl ışıl gece görüntüsü, diğer tarafta Venedik’ten gondollarla dolu bir akşamüstü… Yanındakinde Pasifik’ten beyaz kumlu bir plaja bağlanmış yerel bir tekne fotoğrafı var.
Haber saati başlayınca şömineler Kanal D oldu. Benim de gözüm Şanlıurfa yarışlarından haberlere kaydı.
Eh artık trençkotumun yakalarını indirip, beni saklayan güneş gözlüklerimle Bogartvari fötrümü çıkarıp kendimi deşifre etme zamanı.
Zeki Bey (Layik, y ile, 57) ile tanıştım önce. Servisin başında. Dükkânın başında demek daha doğru olur. 1991’de açılmış meyhane, o da o gün bu gündür burada. Sahibinin ismini vermedi “Trabzonlu bir arkadaş” diye geçiştirdi. Haklı, rızası olmadan niye versin. Atmaca adı sahibinin soy isminden geliyormuş. Gelenler hep müdavim imiş. Herkesi tanıyor. Benim ilgisizlik sandığım şey, meğer müşterileri sık boğaz etmemek içinmiş. Kimseye “Bir bira daha alır mısın?”, “Ne yiyeceksin?” baskısı yok. Güler yüzlü ve samimi de. İlk izlenimimde yanılmışım.
Toplam dört kişi çalışıyorlar. Girdiğimde telefonuyla oynayan, servis sırasında dahi telefonla konuşabilen genç, patronun yeğeni; özel bir durumu varmış:
“Adı Ceyhun. Paradan anlamaz. Çocuk kalmış. Söylenene göre sünnetçi, 2.5 yaşındayken sussun diye tokat atmış, aklı çocuk kalmış. 12 yıldır bizimle çalışıyor. Burası onun için hayat okulu oldu. Daha önce kuşlara bakar, karıncalara bakar, kedilerin peşinden giderdi. Okumayı öğrenemedi, ama şimdi alışverişe gidiyor.”
Biz sohbet ederken Ceyhun (Yıldız, 38) geldi yanımıza. Zeki Bey ile sohbetim güven verdi belli ki. Yoksa daha önce benim olduğum tarafa bakmamıştı bile.
“Vay benim güzel abim.”
“Vay güzel kardeşim.”
Sarıldık. Tanıştığıma pek bahtiyar oldum. Dolaysız, saf içtenliği hemen size geçiyor. Neşesi bütün salona yayılıyor zaten. Burası Ceyhun’un kendisini en iyi hissettiği dünya olmalı. Müşterilerin hepsini tanıyor, kimine takılıyor, “Umut abim, aşkım benim aşkım” diye sarılıp yanağından öpüyor. Boşunu alıp birasını tazeliyor.
Bir diğerinin karşısına oturup sohbete dalıyor. Ondan yaşça büyük müdavim Ceyhun’a ciddi ciddi anlatıyor:
“Bu biranın burada 50-60 lira olması lazım. Ödediğimiz paranın büyük bölümü vergi. 50-60 lira olsa daha çok satacaksın, devlet de daha çok vergi alacak. Sen de kazanacaksın müşteri olarak ben de kazanacağım.”
Ceyhun’un cevaplarını duyamıyorum. Kimse Ceyhun’u hafife almıyor. Herkesin sevgisini kazanmış. Saygısını da. Ceyhun konusunda da yanılmışım.
Mutfağın başında Selahattin Bey (Aydın 66) var. Meslekte 37 yıllık. Hep bu civarda çalışmış:
“Günde ortalama 10 çeşit meze yapıyorum. Çok çeşit de yapabilirim ama buranın bir kapasitesi var. Malzeme ve tazelikten asla taviz vermem.”
Burada sözünü kestim. Özellikle atomun yoğurdunun pek özel olduğunun hemen anlaşıldığını, atoma bayıldığımı söyledim. Sırrını paylaşabilir miydi?
“Yoğurdu BİM’den alıyoruz” dedi.
Nasıl yani? Israrcıyım. Bir daha işlemden mi geçiriyor? Hani bez torbaya koyup tekrar süzdürmek filan?
“Yook. Direkt Antep biberleriyle karıştırıyorum.”
Biberi sıcakken koyunca yoğurt kesilmiş olmalı o zaman. Bak sen gurme bey, n’oldu? Bunda da yanıldım, egom sarsıldı biraz.
Ceyhun uğruyor arada, laflıyoruz. Bir ara “Güzel kızlar değil mi abi” diyor.
“Efendim?”
“Kız, kız.” Ekranı işaret ediyor. Haberde mikrofon uzatılan genç kadınlar var. Ceyhun da kadınlara ilgisini saklamıyor.
Ana yemek olarak köfte önerdi Ceyhun. Ama inisiyatif almadan Zeki Bey’in de onayından geçirdi siparişi. Bu çevrede kötü köfte yemedim bugüne kadar. Bugün de yemedim.
Ballı-tahinli muz ve mandalina ikram etti Selahattin Bey. Erken boşalmaya başladı dükkân. Rakı içen bir kişi daha var benden başka, diğerleri birkaç bira içip kalktı. Kaldık mı üç kişi. Benim derdim, sona kalırsam fotoğrafımızı çekecek kimse bulamamak. En iyisi garantiye alalım. Rakı içen beyefendiden rica ettim aile fotoğrafı çekmesini. Pasifik’le Venedik arasında poz verdik.
Ben de erken kalkayım bari, şişede kalan arkamdan ağlamaz.
Hesabım bin 580 lira. Bira 120, çerezler ve mezeler 120’şer, 35’lik 800, ana yemekler 330-400 arası.
Ramazan ve kandillerde kapalı, onun dışında her gün 11:30’da açıp müşteri kalırsa 02:00’ye kadar servis veriyorlar.
Ceyhun sarılarak uğurladı bütün samimi sıcakkanlılığıyla,
“Her zaman gel baba, yine gel.”
Tabii ki gelirim Ceyhun. Seni görmek için bile gelirim.