AHMET K. HAN*
Kırk saati aşan koalisyon görüşmelerinin neticesine bugün vasıl olduk. Bunca saat ve görüşme sonunda, yarına umutla bakacak bir vesilemiz yok pek.
Kırk saatin sonunda memleketin havası, ‘Kırk katır mı, kırk satır mı’ türünden bir psikolojiyi yansıtıyor. Bunun nedeni, hiç kuşku yok, Türkiye’de siyasetin işlevini kaybetmiş olması. Peki nedir bu işlev?
Normal olarak siyasetten beklenen, toplumsal uzlaşmayı ve rızayı üretmesidir. Bu süreç karşılıklı tavizlerle işler, katılımcıdır, çoğulculuğa prim verir. Böyle olması sebepsiz değildir. Bu yolla toplumun birlikte yaşama iradesi teyid edilir ve güçlenir. Toplum sözleşmesi yenilenir.
Bizde ‘öcü kavram’laştırılan koalisyon aslında tüm toplumların ‘doğal hali’dir bir anlamda! Aslında demokrasi denilen oyunun en temel faydası, tarafları bu uzlaşmaya zorlayan, isterseniz teşvik eden diyelim, yanıdır.
Sorumsuz doğal lider
Demokrasilerde devlet, tüm bu siyasal süreci işleten ve sonuçlarını topluma yayan mekanizmadır. İktidar bu mekanizmayı kullanır ve ürettiği sonuçların sorumluluğunu taşır.
Türkiye’nin bugün tecrübe ettiği yönetim biçimi zamanın ‘sınırlı sorumlu’ yapı kooperatiflerini andırıyor.
AKP iktidarının çözüm üretme kapasitesi sınırlı. Bu yeterince vahim. Ancak daha vahimi AKP iktidarı ve onun ‘doğal lideri’ aynı zamanda ‘sorumsuz.’
Buradaki sorumsuzluk ifadesinden kastım, yalnızca, düşüncesizce hareket etmek değil. Bundan ötesi kullandıkları aygıtın, aldıkları kararlar sonucunda ürettiği sonuçların ‘sorumluluğunu’ taşımıyormuşcasına, böyle bir sorumluluk yokmuşcasına davranıyor olmaları. Bu tam bir ‘mış’ gibi yapmak hali ve elbette bir ülkenin bunca ‘mış’ gibiliğe tahammülünün bir sınırı var.
Bu sınır kitlevi seçmen tercihlerine gecikmeli yansıyabilir. Ancak yapısal ve reel politik sonuçları anlıktır. Bugün ekonomiden dış politikaya, iç barıştan teröre yaşadıklarımız bu sonuçlardır.
Çocukca mazeretler
AKP’nin hakim söylemine göre, olan biten her şey bir başkalarının komplosu, planı, kötü niyeti, beceriksizliği sonucu. Bunlar abartılı, hatta çocukca mazeretler. Bu açık. Ancak, bunun ötesinde söylenenin bir kısmı bile doğru olsa bugün sorulması gereken hesap şudur: Elindeki aygıtla tüm bunları engelleyemeyen bir heyetin ehliyetine nasıl güvenilebilir?
Siyaset sadece ‘çerez’ kabilinden makam araçlarına binme hakkı vermez insana. Siyaset aldığın kararların sorumluluğunu, ‘siyasi sorumluluğu’ ve bunun ‘bedelini’ ödeme yeridir. Ucuz kefen edebiyatıyla o hesabı sürekli ‘ahiret’e havale etmek uyanıklığının siyaseten sürdürülebilirliği bir noktaya kadardır. Türkiye o noktayı aşmıştır.
İliklere işlemiş bir hükümsüzlük hali
Doğrusu, bugüne kadar ‘siyasi sağduyu ve memleket sevdası’nın vesayet tutukluluğuna galip gelme ihtimaline çoklarından fazla ihtimal verdim. Her ne kadar Türkiye’de siyasetin siyasi işlevini yitirmesinin, normal koşullarda demokrasinin toplumlara açtığı kapıları duvar eylediğini görsem de, koalisyon ihtimalini başkalarına görece yüksek tuttum. Benim koalisyon totom genelde yüzde 50’nin altında ama hep yüzde 20’nin üzerindeydi. Zira rasyonaliteye ve, sağduyuya inanırım. Bunlar çalışmadığında en azından hayatta kalma güdüsünün siyasi intiharı engelleyici işlevi olduğunu düşünürüm.
Elbette, ‘dava’ körlüğünü anlarım. İdeolojinin normal dışı tercihlere yol açması da beklenir. Ama AKP’nin durumu bu değil. Yeterince siyasi tecrübeye sahip ‘âkil’ isim var partide. Ancak, korkarım bu aktörler işlevlerini göremeyecek.
Doğal liderin ağır bir karabasana dönüşen ağırlığının, ışığın kaçamadığı bir kara delik misali, tüm aklı örtmesinin önüne geçemiyor tüm bunlar.
Bunun anlamı AKP’nin kurumsal siyasal olgunluğa erişmediği; karizma dalgasında yükselen bir fikir ve gittikçe kendisine yabancılaşan, bir dava kulübünden öte bir kimliğinin bulunmadığı. Tüm yolsuzluk iddialarının, üzeri örtülen dosyaların ötesinde, iliklere işlemiş bir hükümsüzlük hali bu. Orta vadede sonucu AKP’nin, mevcut formunda, kurumsal devamlılık şansının bulunmaması.
Bir partinin lider kültü uğruna intiharı bu olsa gerek.
Dön baba dön
Memleket açısından sonuç ise erken seçim. Şimdi soru şu: bu seçimin sonucu ne olur?
Anlaşılan o ki bir öncekine yakın.
Ancak, tüm sorun, 18 vekil gibi cüzi bir marjın oltasında sallandığından bu oyun oynanır oluyor. Bunun ülkeye maliyeti üzerine kalem oynatmak ise boşuna. Okuyan, yazan kim sorusundan öte yapısal bir nafilelik söz konusu. Zira öyle görünüyor ki masanın başındaki kumarbaz, oyunun sonucunda ülkeye çıkan maliyetin, kendi kavındaki erimeyle eşdeğer olduğunu düşünmüyor. Ülkenin maliyeti ve esenliğiyle şahsi maliyet ve esenlik rabıtası kopmuş. Ayrı ayrı değerleniyor bu ikisi…
Aşırı ucunda bu mantık, mahalle futboluna aşina olanlarımızın(!) yakından bildiği ‘Ben kazanana kadar, atan kazanır’ oyununa dönebilir!
Bir nevi seçim atlı karıncası! Dön baba dön. Başın dönüp dermanın kesilip istifra edene kadar dön memleketim…
Bu manzaranın ucuz çıkışı yok
Anladık ki şu meşhur ‘milli irade’ aslen cüzi irade ve tek gerçek irade Külli(ye) irade. Ancak, bu iradenin tercihleri Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini tehdit etmekte.
Yaygın bir iç siyasi karışıklık olmasa dahi mevcut ulusal ve uluslararası ekonomik ortamda önümüzdeki iki yılın ortalama dolar kurunun 3,5 TL; GSYİH büyüklüğünün dip noktada 588 milyar dolar olması mümkün. Son yedi yıldır ortalamada yüzde 3,27 büyümüş, ağır borçlu, derin cari açıklı bir memleket bu girdapta kişisel kaygıların rotasında yüzdürülemez.
Siyasi belirsizliğin ve güvenlik risklerinin arttığı ve kontrol edilemediği noktada bu tablo daha vahim de olabilir. Bu manzaranın ucuz çıkışı yok. Merhemi de pazarlandığı biçimiyle ‘tek parti’ sultası değil. Demokrasinin gerçek işlevine, uzlaşma ve taviz pratiğine dönülmesi.
Davutoğlu parti liderliğine geçmeyi becerirse…
Siyaseten sorumsuz statüsü hayli sorunlu şekillerde ülke gündemine yansıyan Cumhurbaşkanı’nın bu sorumsuzluluğunun, anayasal olarak iktidarı kullanmakla yükümlü iktidar partisinin hükmü şahsiyetini, kağıt üzerindeki liderini, yöneticilerini kapsamadığının farkına varmak gerekir. Bugün Davutoğlu kağıt üzerindeki liderden, parti liderliğine geçmeyi becerirse, AKP de tüzel kişilik olarak ergenliğin ötesine geçebilir.
Bunun Türkiye için anlamı büyük olacaktır.
* Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü