GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
Geçtiğimiz günlerde sergi gezmek için Paris’e gittim.
Picasso’nun ilk defa Fransa’da sergilenen Musée d’Orsay’deki ‘Bleu et Rose’ sergisini gezdim. Sonra da Fondation Louis Vuitton’daki Basquiat ve Egon Schiele sergilerini gördüm.

Basquiat
Schiele ve Basquiat farklı dönemlerde yaşamış fakat her ikisi de 28 yaşında ölüme gitmişti ve bugün Paris’te karşılıklı odalarda sergileniyorlardı.

Basquiat
Birinin hayatı Viyana’da diğerinin ise New York’ta sonlanmıştı. Basquiat renklere ne kadar tutkunnsa Schiele bir o kadar renklerden uzak, siyaha hep bir adım daha yakındı.

Schiele
Paris Picasso-Schiele-Basquiat üçlüsünü çok iyi ağırlıyordu. Zaten ‘pain au chocolat’ ve sanatın bir arada olduğu bir şehri eleştirmek haksızlık olur. Fakat burada konumuz sergiler ya da sanatçılardan ziyade, müzelerin sanatseverleri ne şekilde ağırladığı. Konu başlığımız: Paris müzeleri ve İstanbul müzeleri.
İstanbul Modern…
Son haftalarda Sabancı Müzesi ve İstanbul Modern’e yaptığım ziyaretlerde notlar aldım. Aynı notları Paris’teki müzeleri gezerken de almıştım. Ve şimdi sizinle birkaç gözlemimi paylaşmak istiyorum.
Birinci gözlemim İstanbul Modern ile alakalı. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Modern’in Tony Cragg sergisini yurt dışından gelen misafirlerime gezdiriyordum. Girişte “Bugün Perşembe, ücretsiz giriş var” dediler. Biz de direkt içeriye girip asansöre doğru yöneldik.
Tam bu sırada biletleri kontrol eden görevliden azar işittik. Bilet kuyruğuna damga bastırmak için kuyruğa yönlendirildiğimizde soru sorma gafletinde bulundum. “Tony Cragg alt kattan mı başlıyordu?” diye sorduğumda, bilet yerindeki görevli, “Görmüyor musunuz, duvarda yazıyor! Lütfen duvardan okuyun” dedi.
Fondation Louis Vuitton
Bu durumla karşılaştırma yapmak üzere Fondation Louis Vuitton’a girişimize değinmek istiyorum. Bundan önce birçok kez ziyaret ettiğim müzede café’nin, WC’nin ve çıkışın nerede olduğunu bilmeme rağmen müzeye girer girmez çalışanların tepkilerini ölçmek için sorularla giriş yaptım: Tuvalet nerede? Basquiat kaç kat sürüyor acaba? Biz şu an kaçıncı kattayız? Telefonumu şarj etmem gerekiyor, beni nereye yönlendirebilirsiniz? Ve tekrar başa dönüp, farklı kattaki bir görevliye: Kaçıncı kattayız şu an? Basquiat kaç kat daha sürüyor? Café kaçıncı katta?
Muhatabım, girişteki güvenlikler, içerideki yetkililer, merdiven kenarında duran güvenlikler, müzenin café’sindeki garsonlardı. Hep güler yüzlü ve yumuşak bir ses tonuyla cevaplar aldım. Hatta şarjım bittiğinde güvenlik görevlisi beni en yakın prize götürdü ve “İsterseniz siz sergiyi gezmeye devam edin, ben şarjınızın başında beklerim” dedi.
Musée d’Orsay
Musée d’Orsay da hiç şaşırtmadı ve yine büyük bir özgürlükle soru sorma hakkımı çekinmeden kullandım. Hem de birçok kez.
Sabancı Müzesi

Picasso
İkinci gözlemim ulaşım konusunda. Fondation Louis Vuitton nasıl Champs Elysée’den 1 avro karşılığında elektrikli ve tertemiz bir shuttle servisiyle sanatseverleri müzeye taşıyorsa, lokasyon konusunda biraz zahmetli Sabancı Müzesi de Taksim Meydanı’ndan aynı hizmeti ring seferi olarak veremez mi? Daha çok kişi sergileri ziyaret etmiş olur, hem de uluslararası standartlarda bir hizmet vermiş olur müze.
Üçüncü gözlemim ise en önemlisi. Müze sergilerinde eksik bırakılan açıklayıcı metinlere değinmek istiyorum. Türkiye’de hiçbir müze sergisi yeterince açıklayıcı sergi metinleriyle anlatılmıyor. Neden mi? Çünkü hepsi serginin, sanatçının tarihini anlatıyor. Yetmez!
Örneğin; Fondation Louis Vuitton’daki Egon Schiele sergisinde Schiele’nin biyografisinin yanısıra, resimdeki teknik de anlatıma dahildi: “Bu resimde Schiele çok net simsiyah bir çizgiyle figürün hatlarını çizmiştir. Fonu ise sanatçı boş bırakmıştır, hiçbir nesne ya da renk kullanmaksızın bomboştur. Öne figür çıkmaktadır. Siyah ve beyaz, arka fondaki boşluk ve öne çıkan figür, adeta sanatçının doğum ve ölüm konusundaki saplantısını sunuyor seyirciye.”

Schiele
İşte bu teknik anlatım, bir sergiyi gezerken, sergideki sanatçının tarihsel süreci kadar önemli. Ve maalesef güzel İstanbul’umuzun müzeleri bu tür teknik açıklamalara yer vermemekte. Bunun sonucu olarak da sergileri gezen sanatseverler yeterli düzeyde sanat bilgisi edinemiyor, sanatı okumayı öğrenemiyor.
Sadece tarih kitaplarında yazan bilgileri duvarda okumak ve yanlarında sanat eserini göstermek yetmiyor. Aynı zamanda o sanat eserinin içindeki renk, ışık, perspektif gibi teknik bilgileri de seyirciye aktarmak gerekiyor. Türkiye’deki sanat seyircisinin buna çok ihtiyacı var. Çünkü sanatseverlerimiz sanatı okumayı öğrendiği gün, artık ezbere sanat alımı yapılmayacak, trend kültürü son bulacak, komşusunun aldığı sanatçının peşinde koşmayacak ve sanat simsarlarının artık sonu gelecek. İyi pazarlanamadığı için tek bir eser satmak için aylarca atölyesinde çaba gösteren sanatçı kalmayacak, çünkü sanatın pazarlanmaya ihtiyacı olmayacak ve sanat özgürleşecek!
Memlekette her konuda zaten kriz var. Uber ve taksiciler kavga ediyor, 21’inci yüzyıldayız, adamlar hala kadınları dövüyor, bakkallar ve zincir marketler birbirlerine düşman gibi bakıyor, kanıtsız taciz hala ceza almıyor ve en önemlisi artık şiir okunmuyor. Sanat için alan gitgide daralıyor ama ihtiyaç bir o kadar artıyor.
Halbuki, sanatın iyileştirici yanıdır toplumu tedavi eden. Bu bazen Özdemir Asaf’ın dizeleriyle gerçekleşir, bazen de bir Kiefer resminin içindeki şiddetle onarılır.
Bu yüzden sanatla yolu kesişen ruhlar derindir, gerçektir. Bu gerçekliği korumak adına, sanatı daha ulaşılabilir, daha anlaşılabilir kılmamız gerekiyor.
Café’leriyle ön plana çıkmaması için müzelerimizi koruyalım geliştirelim ve gerektiği yerde uyaralım. Ve en önemlisi, her şeye rağmen, gülümsemeyi unutmayalım.