
MURAT SEVİNÇ
Kemal Kılıçdaroğlu, muhtemelen ve umarım 14 Mayıs’ta, küçük bir ihtimal iki hafta sonrasında cumhurbaşkanı seçilecek. Sonrasında ne kadar süreceği belli olmayan bir ‘geçiş süreci’ idaresine tanık olacağız. Türkiye için yeni bir deneyim bu, daha önce örneği yok. Ne kadar planlanırsa planlansın, kervan biraz da yolda düzülecek.
Millet İttifakı ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın toplam vekil sayısı Meclis’te salt çoğunluğu (301) bulacak gibi duruyor. Ola ki 360’ı geçerse muhalefet bloku anayasa-sistem değiştirme konusunda daha rahat hareket edecektir tabii. Liderler Kılıçdaroğlu’nun yardımcıları konumunda, ‘centilmenlik anlaşması’ adı verilebilecek bir sözleşmeye uygun hareket etmek için çaba harcayacak.
Böyle bir ‘sözleşme’nin gerekleri pürüzsüz uygulanamasa da önemli olan geçişin başarılabilmesi. Bu, başlı başına büyük bir iş olacak.
Kervanın ciddi kazalar yaşamadan, ufak tefek yara berelerle yoluna devam edebilmesi için asıl görevin yurttaşa düştüğünü hatırlatmaya gerek yok. Kamuoyu baskısı ve yönlendirmesi, giderek siyasetçiler ve siyasetleri üzerinde belirleyici güce kavuşuyor, kavuşacak. AKP sonrasında o kamuoyunun son 20 yıldır görülmedik ölçüde canlı olacağını tahmin edebiliriz, muhtemelen bir yurttaş özgüveni patlaması yaşanacak.
Buna bir de yıllardır her türlü rezaleti suskunlukla karşılayan AKP seçmeni, parti hâlesi ve siyasetçilerinin de bir günde demokrasinin asli ilkelerini hatırlayacağı gerçeğini ekleyelim. AKP çevresi mayıs ayı sonunda bizleri imrendirecek ölçüde demokrat olacaktır.
Ezcümle, yeni iktidar blokunun yüz yüze kalacağı eleştiri ve tepki potansiyeli çok daha yüksek.
Her ne kadar birden çok isim/lider yönetimde hâkim gibi görünse de, herkes arasında koordinasyonu sağlama işini omuzlayacak olan, bir kişi. Hiç kolay değil, Kılıçdaroğlu’nu hayli zorlu birkaç yıl bekliyor. Doğrusu, üstesinden geleceğini düşünüyorum; bugüne dek yaptıklarına, sabrına, üslubuna bakarak.
Herhangi bir siyasetçiyi fazlaca övmenin, ona yönelik beklentiyi yüksek tutmanın, insanlarda sahip olmadıkları hasletleri aramanın anlamı ve yararı olmasa gerek. Malum, şeyh uçmaz mürit uçurur. Ayrıca Türkiye’de koltuk görüp kendini kaybetmemiş pek az siyasetçi oldu bugüne dek.
Kılıçdaroğlu’na ilişkin beklentim, yinelemekte yarar var, şu ana dek sergilediği tutumundan kaynaklanıyor. Bunu devam ettirip ettiremeyeceğini göreceğiz. Ben, umutlu olanlardanım. Üç yıl önce Gazete Duvar’daki bir yazımda Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’ın niyetlendiği (ya da öyle göründüğü) ancak başaramadığı ‘barıştırma’ hedefine ulaşabileceğini dile getirmiştim, hâlâ aynı kanıdayım.
Kılıçdaroğlu’nun önünde çok önemli ve tarihî bir fırsat var. Yine de temkinli olmakta yarar var kuşkusuz, Türkiye’de yaşıyoruz nihayetinde, fazlaca umut ve umutsuzluk için yanlış ülke.
Kılıçdaroğlu’nun barışçıl tutum ve üslubunun ülke demokrasisi için, tercih edilecek herhangi bir hükümet biçiminden daha önemli ve yaşamsal olduğu kanısındayım. Parlamenter, başkanlık ya da yarı başkanlık; hangi hükümet biçimini tercih ederseniz edin, nihayetinde o sistemi uygulayacak, kurallarına uyacak, ilkelerini ihlal etmeyecek, konumunu bilecek birilerine gereksinim var.
Hiçbir siyasal sistem, bir tip hükümet biçimi tercih edildiği için demokratik olmaz. Önemsizdir, demiyorum. Buna mukabil demokrasi, başkaca koşulların da bir araya gelmesini gerektiriyor. Türkiye’yi demokratikleştirecek olan yalnızca parlamenter sisteme geçmek olmayacak. Hükümet biçimi haricinde sayısız değişkene bağlı demokratik sistem.
O demokrasi için gerekli unsurlardan biri de yönetime ve kaçınılmaz biçimde nüfusun geneline hâkim olan zihniyet, üslup, ortak yaşam kültürünün varlığı. Özetle, “Artık doktorları rahatça dövebiliyoruz” diyen bir yurttaşın, hangi hükümet biçimiyle yönetildiğinin bir önemi yok. Bir yurttaşın bu cümleyi kurabilmesi ise hiç kuşkusuz ülke yönetimine hâkim dil ve tavırdan bağımsız değil. Ya da akıl fikir almaz yolsuzluk iddialarının milyonlarca insanı neredeyse hiç ilgilendirmemesi eğer felaket bir durumsa -ki öyle- bunun çaresi herhangi bir hükümet biçimi olamaz.
Diyelim, Alman demokrasinin gücü parlamenter sistemindeki filanca niteliğinden kaynaklanmaz; iki önceki cumhurbaşkanı, sade suya tirit bir yolsuzluk iddiası nedeniyle istifa edebildiği için Almanya orası. Ya da İngiltere, parlamenter sistemin mucidi olduğu için değil, yönetim geleneklerine bağlılık, örneğin hükümdar sahip olduğu mutlak veto yetkisini üç asırdır kullanmadığı, konumunu bildiği için işleyen bir demokrasi. Fransa’da milyonlarca insan hükümeti protesto edebiliyor; hiç kimsenin aklına bir genel seçimi ‘darbe’ olarak nitelemek gelmiyor, bunun hükümet biçiminin yarı başkanlık oluşuyla ilgisi yok.
Türkiye’de yeni yönetimin önündeki en büyük zorluk, toplumun kılcal damarlarına sirayet eden dehşet verici ‘lümpenleşme’ ve arsızlığı utanmazlığı semirten ‘cezasızlık’ kültürüyle mücadele gerekliliği olacak.
Kılıçdaroğlu ve müstakbel hükümetin diğer bileşenlerinin ‘yönetim üslubu’ ve ‘yurttaşa hitabı’nın toplumu dönüştürme potansiyeli taşıdığı kanısındayım. Hayal görmüyorum, ancak bir yerden başlamak gerek. Durumumuz vahimden de öte ve konumunu bilen, yetkilerini aşmayacak, sabah akşam sövmeyecek, önüne gelene terörist demeyecek birileri tarafından yönetilmek yalnızca yurttaş ruh sağlığına değil, derli toplu yönetme geleneğine de iyi gelecektir. Kılıçdaroğlu’nun sakin tarzının şu haldeki bir ülke ve ahali için bir şans, şu haldeki ülke ve ahalinin iyileştirilme ihtimalinin de Kılıçdaroğlu önünde büyük bir fırsat olduğu kanısındayım.
Aday olamayacak bir kişi aday oldu, uygulanmaması gereken Seçim Yasası değişikliği uygulandı, istifa etmesi gereken bakanlar istifa etmedi, kamu kaynaklarını tepe tepe kullanıyorlar ve biz tanık olduğumuz şu faaliyete ‘seçim’ adını veriyoruz. Hal böyleyken, konumunu, haddini, sınırlarını bilen ve hukuka uygun yönetim sergileme kararlığındaki bir yönetimin tarzı, tercih edilecek hükümet biçiminin şekli şemailinden daha önemli, daha öğretici, daha dönüştürücü olacak.
Yazı önerisi: Ali Duran Topuz’un, ‘Saray gazeteciliği, zindan gazeteciliği: Abdurrahman Gök’ başlıklı çarpıcı yazısı.