
BAHADIR KAYNAK
bahadir.kaynak@altinbas.edu.tr
Yeni ABD başkanından aylarca telefon bekleyip nihayet o aramayı, 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak niteleyeceğini söylemek için yaptığını anlamak hayli tatsız bir durum. Oysa konuşulacak çok fazla konu vardı. Bu mesaj bundan sonraki iletişime kapı açan değil bilakis sımsıkı kapatan bir hamle oldu. Çok fazla söylenmemizin bir anlamı da yok, Biden yönetimi bu davranışının nasıl algılanacağını hesap etmiş olmalı.
Öncelikle bu yazının 1915 olayları hakkında olmadığını söylemek isterim. Bu konuyla ilgilenen herkesin ulaşabileceği çok fazla kaynak mevcut, isteyen okur kendince bir sonuca varır. Bu yazının amacı Biden’ın 24 Nisan’da yaptığı konuşmada ‘soykırım’ kelimesini kullanmasının iki ülke ilişkileri üzerindeki etkiyi tartışmak.
Aslında parlamentosunda 1915 yılında yaşanan olayların ‘soykırım’ olarak nitelenmesini karar bağlayan çok sayıda ülke mevcut. Bunların arasında Fransa ve Almanya gibi bizim Batı ittifak sisteminde bir arada yer aldığımız ülkeler olduğu gibi Rusya gibi onunla çatışan güçler de mevcut.
Batı kamuoylarında ‘Ermeni soykırımı’nın gerçek olduğuna dair yaygın bir algı olduğu bilinir. Öte yandan insanların sabahtan akşama bu olayla yatıp kalktığını da söyleyemeyiz. Sadece Ermeni diasporasında sürekli bir gündem maddesi olan bu hadisenin ABD dış politikasının önceliği olması mümkün değil. Bazı analistler bunun Kamala Harris’in iç politika hesaplarıyla bağlantılı olduğunu iddia etse de 24 Nisan’da okunan mesajın ABD’nin kurumsal yapısının Türkiye’ye yönelik bir hamlesi olduğu çok açık.
Peki neden Washington şu aşamada Türkiye’nin canını yakacak bir hamle yapmayı tercih etti? Biden görevi devraldığından beri, iki ülke arasında dağ gibi biriken sorunları ele almak için Türkiye bu kadar istekliyken neden ABD yönetimi bilakis kapıları kapamaya uğraşıyor? Üstelik Ankara, Montrö Anlaşması gibi neredeyse tabu bir konuda bile Washington’a göz kırparken karşı taraftan alınan mesaj neden bu kadar soğuk?
Mesele ‘soykırım’ üzerinden dönen tartışma olsaydı daha önce olduğu gibi çok daha kolaylıkla halledilebilir, her zamanki ilişki biçimi sürdürülebilirdi. Ancak, içinde bulunduğumuz süreç Washington tarafından iki ülke ilişkilerinin bilinçli olarak krize sürüklendiğini gösteriyor. Dünya siyasetinde böylesine tecrübeli bir aktörün bu tür manevraları hesaplamadan yapması pek mümkün olmadığına göre Biden yönetimini anlamaya çalışalım.
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin sorunlu olduğu bugün ortaya çıkan bir gerçek değil. Çok fazla tarihin derinliklerinde kaybolmadan merceğimizi 2014’teki Kobani krizine kaydıralım.
Suriye’deki iç savaşın kolayca sonuçlanmayacağının anlaşıldığı ve Türkiye sınırındaki kantonların bir siyasi oluşuma gitmekte olduğu görüldüğünde, Ankara’nın önceliği, hemen yanıbaşında PKK’ya yakın unsurların kontrolü ele geçirmesini engellemek olmuştu. Diğer taraftaysa ABD yönetiminin PYD’yi IŞİD karşıtı koalisyonun merkezine yerleştirmesiyle iki ülke karşı saflarda sıralandı.
Hegemon güç ABD’nin beklentisi, Türkiye’nin kendi politikalarına uyum sağlamasıyken Ankara da müttefik ülkelerin kendi beka kaygılarını anlamasını, kendi önceliklerini sahiplenmesini istemekteydi. Bu gerçekleşmeyince Ankara ABD’yi kendi pozisyonuna ikna için bazı sıra dışı manevralara başladı. Bu politika tercihinde Batı ittifakına mesafeli güvenlik elitinin yönlendirmeleri etkiliydi.
Suriye’ye yönelik sınır ötesi operasyonlar, Astana Süreci’nin diplomatik şemsiyesi altında gerçekleşti. Bu, Türkiye’nin bölgede kendisine partner olarak Rusya’yı ve İran’ı seçtiğini gösteriyordu. Ancak harekatların derinliği Türkiye’nin sınırın hemen ötesindeki bölgelerle sınırlı kaldı. Ankara’nın arzuladığı gibi PYD’yi yok edecek ya da marjinalleştirecek bir çözüm bulunamadı.
Bunun üzerine Washington’u sıkıştıracak ikinci adım atıldı. Yılan hikayesine dönen hava savunma sistemi alımında Rus yapımı S-400’ler tercih edildi. Türk yetkililer bu tedarik tercihini açıklarken sıklıkla ABD’nin Patriot satışında ayak sürümesini öne çıkardıysa da asıl niyetin politik olduğu, Türkiye’nin Washington’u mümkün olduğu kadar rahatsız etmek istediği açıktır. Hala tamamlanmayan, nihayetinde F-35 programından çıkarılmamıza ve CAATSA yaptırımlarıyla karşılaşmamıza yol açan bu manevranın ne kadar başarılı olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum. Bir yandan Girit modeli konuşup öbür yandan ikinci batarya alımından bahsedilmesi de konuyla ilgili git gellerin bitmediğini gösteriyor.
Ardından yine ABD yönetimini zorlayacak Fırat’ın doğusuna yönelik harekat geldi. Trump’un geri adımıyla Türkiye sınırdan bir 30 kilometre kadar ilerleyebildi ama Suriye ve Rusya’nın varlığı sebebiyle tam hedeflerine ulaşamadı. Ankara’nın baskısının sahadaki sonucu, ABD’nin Suriye’deki önemli mevzileri ve pazarlık kozlarını Rusya’ya kaptırması oldu. Böylelikle Türkiye hem S-400 hem de Suriye konusundaki hamleleriyle ABD’nin oyun planıyla mücadele edeceğini ortaya koydu.
Trump döneminde bu anlaşmazlıklar bir şekilde geçiştirildiyse de Biden’ın da bir parçası olduğu bir grubun bu olaylardan dolayı Türkiye’ye diş bilediği biliniyordu. Şimdiye kadar kasımda Türkiye’ye ders vermek isteyen kanadın iktidara gelmesinden sonra bir ara yol bulunup bulunamayacağı merak edilmekteydi. Erdoğan’ın Biden’den beklediği telefonun, meseleleri konuşmak için değil, bilakis 24 Nisan hamlesiyle köprüleri yakmak için gelmesi durumu netleştiriyor. Buraya gelene kadar Ankara’nın Montrö’yü bile gündeme getirecek kadar karşı tarafa çiçek atmalarının bir işe yaramadığını da görmüş olduk.
Biden’ın 24 Nisan konuşmasının, eski filmlerde gördüğümüz, karşısındaki muhatabını düelloya davet için eldivenle tokatlamaya benzer bir jest olduğunu düşünüyorum. 1915 olaylarının içeriğinin konuşulması onun için şu anda çok anlamsız. Tartışılması gereken, bu sembolik hareketle Washington yönetiminin muradının ne olduğudur.
Ankara Washington’la arasındaki sorunları müzakere etmeye ne kadar istekliyse ABD de bir o kadar pazarlık masasına oturmamaya kararlı. Türkiye’nin Suriye’de, Irak’taki askeri harekatlarının siyasi etkisinin sınırına gelindiğini, Doğu Akdeniz’de sıkıştığımızı ve en önemlisi Rusya’yla bir yere varamayacağımızı görüyorlar. En kötüsü ise ekonomideki durum. Rezervlerin satışı ve salgın sebebiyle son derece kırılgan bir ekonomik durumu olan Türkiye’nin zaman içerisinde pazarlık gücünü kaybedeceğini görüyorlar. Biden ekibine göre bu dinamikler sürdüğü sürece kısa bir zaman sonra Ankara olgun bir meyve gibi kucaklarına düşecek. O zaman kendi şartlarını çok daha kolaylıkla dikte edecekler.
Hesap doğru mudur yanlış mıdır siz kendi adınıza karar verin. Birine kızılacaksa bu Biden mı olmalı, yoksa dış politikada ve ekonomide böylesine savruk hamleler yapıp bu duruma gelmemize yol açanlara mı yönelmeliyiz, bu da ayrı bir soru. ABD-Türkiye ilişkilerinde denizlerin dalgalanmadan durulmayacağı aşamaya geldiğimiz tescil edildi. Herkese hayırlı olsun.