DR. FEYZA BAYRAKTAR
Geçenlerde sevgili Fatih Altaylı’nın ‘beyin göçü’yle ilgili bir konferansta göz yaşlarını tutamadığı haberini okuyuca, benzer duyguları paylaşan biri olarak bugün beyin göçü üzerine yazmak istedim.
Hepimizin bildiği üzere Türkiye’nin aydınlık zihinleri, uzun zamandır iç huzuru yakalamak ve iş fırsatlarını değerlendirmek adına doğduğu toprağı geride bırakarak başka ülkelere göç ediyor. Bu yolculuk, yalnızca bireysel bir yolculuk değil, aynı zamanda Türkiye’nin zihinsel sermayesinin, yaratıcı beyinlerinin ve umutlarının uçup gitmesi.
Bir kırılmanın başlangıcı: Beyin göçünün ilk işaretleri
Türkiye’nin beyin göçü hikâyesi, 1980’lerde ekonomik liberalleşme döneminde yazılmaya başladı. Bu yıllar, bir kapının açıldığı ama ardında karanlık bir tünelin belirdiği yıllardı. Globalleşme rüzgarları, bazılarına fırsatlar sunarken diğerlerini dış dünyaya özendirdi.
Esas kırılma, 1990’larda siyasi ve ekonomik krizlerin zemini çatlatmasıyla geldi. İnsanlar, umutlarını çantalarına koyup daha istikrarlı topraklara doğru yol almaya başladı.
2010’lu yıllarda ise bu göç, sadece bir ekonomik ya da akademik tercih değil, bir varoluş mücadelesi haline dönüştü. Artık bu topraklardan gidenler, yalnızca ekmek parası için değil, nefes alacak bir iklim arayışı içine girdi. Önceden ‘Kimler gidiyor?‘ diye sorgulanırken, son yıllarda ne yazık ki ‘Kimler kalıyor?‘ diye sorgulanmaya başladı.
Beyin göçü, genellikle ekonomik ya da siyasi bir mesele olarak ele alınır. Ancak bu olgunun psikolojik boyutları, özellikle Türkiye’de yeterince incelenmiş değil. Oysa, her göç kararının ardında, duygusal mücadeleler, toplumsal baskılar ve anlam arayışıyla şekillenmiş derin kişisel hikâyeler de yatar.
Beyin göçünün psikolojik nedenleri
1. Fırsat eksikliği algısı: Türkiye’de birçok genç, potansiyelinin sistematik engeller nedeniyle bastırıldığını düşünüyor. Kariyer gelişimi eksikliği ve katkılarının yeterince takdir edilmemesi, hayal kırıklığı yaratıyor ve bireyleri başka ülkelerde tatmin aramaya yönlendiriyor.
2. Duygusal tükenmişlik: Siyasi baskı, ekonomik belirsizlik ve toplumsal kutuplaşmanın damgasını vurduğu bir ortamda yaşamak, ruh sağlığını derinden etkiliyor. Sürekli stres ve kaygı, birçok kişiyi Türkiye’deki günlük yaşamın duygusal yükünden kaçmak için göç etmeye itiyor.
3. Kurumsal güvene duyulan inancın kaybı: Akademik, siyasi ya da ekonomik sistemlerin adilliğine ve işleyişine duyulan güvenin kaybı, bireylerde aidiyet duygusunu zayıflatıyor. Bu durum, bir varoluşsal ikilem yaratıyor.
4. Gelecek korkusu: Kendisi ya da ailesi için güvenli bir gelecek sağlayamama korkusu, farklı alanlarda çalışanlar üzerinde ağır bir yük oluşturuyor. Yükselen enflasyon, iş piyasasındaki belirsizlikler ve çocukların eğitimiyle ilgili endişeler, bireylerin yurt dışında istikrar arayışını tetikliyor.
5. Toplumsal baskılar ve kültürel beklentiler: Türkiye’de profesyonel başarı, toplumsal açıdan büyük önem taşıyor. Beklentileri karşılayamama düşüncesi, yetersizlik hissine yol açabiliyor. Göç, birçok kişi için sadece bir kariyer kararı değil, aynı zamanda kendini kanıtlama yolu oluyor. Liyakatın ve fırsat eşitliğinin olmadığı bir ortamda başarılı olmak zor olduğu için insanlar şansını başka topraklarda deniyor.
Göç edenler için psikolojik sonuçlar
1. Rahatlama ve fırsat bulma: Göç edenlerin birçoğu, gittiği anda büyük bir rahatlama hissi yaşıyor. Daha istikrarlı bir ortam, daha iyi maaşlar ve yeteneklerinin tanınması, bireylere yeni bir başlangıç sunuyor. Bu umut, yaşam amaçlarını yeniden canlandırıyor.
2. Memleket özlemi ve kültürel yabancılaşma: Ancak gitmek, duygusal maliyetleri de beraberinde getiriyor. Göç edenlerin birçoğu, memleket özlemi, aile ve arkadaşlarının yokluğu gibi duygularla mücadele ediyor. Bu, yeni bir ortamda kültürel yabancılaşma ve kimlik çatışmalarına yol açabiliyor. 2015 yapımı ‘Brooklyn‘ adlı film ve Jhumpa Lahiri’nin ‘The Namesake‘ kitabı beyin göçü sonucu hissedilen kültürel yabancılaşmayı iyi anlatan eserler.
3. Kimlik krizi: Göç edenler, genellikle iki kimlik arasında sıkışmış hissediyor. Memleketlerine bağlılıklarını sürdürmek ve yeni bir kültüre uyum sağlamak arasında kalmak yorucu olabiliyor. Bu ikilik, aidiyet ve kendilik algısıyla ilgili içsel bir çatışmaya neden olabiliyor. İnsan ne buraya ne oraya ait hissedebiliyor. Nuri Bilge Ceylan’ın 2018 yapımı ‘Ahlat Ağacı’ filmi ve Orhan Pamuk’un 2002’de basılan ‘Kar‘ adlı kitabı da beyin göçü ve içsel çatışmayı iyi ele alan eserler arasında.
4. Hayatta kalanların suçluluğu: Birçok kişi, zor durumda kalan arkadaşlarını, meslektaşlarını veya aile üyelerini geride bırakmanın suçluluğunu yaşıyor. Bu suçluluk, yurt dışında başarılı bir hayat kursalar bile göç edenlerin peşini bırakmıyor.
Geride kalanlar için psikolojik sonuçlar
1. Terk edilmişlik hissi: Türkiye’de kalanlar, göç eden arkadaşları ve meslektaşlarınca terk edilmiş hissedebiliyor. Bu durum, mesleki topluluklar içinde moral kaybına ve izolasyona yol açabiliyor.
2. Artan baskı: Eğitimli insanların yurt dışına gitmesi, geride kalanların omuzlarına daha fazla yük bindiriyor. Örneğin, sağlık çalışanları, akademisyenler ve mühendisler, ayrılan meslektaşlarının iş yükünü üstlenmek zorunda kalıyor. Bu da tükenmişlik ve duygusal yorgunluğu artırıyor.
3. Umut kaybı: Yetenekli bireylerin sürekli olarak göç ettiğini görmek, toplumsal umudu aşındırıyor. Beyin göçü normalleştiğinde, özellikle gençler kendilerini çıkmazda hissediyor ve bu durum, ülkede kalma motivasyonlarını daha da zayıflatıyor.
Toplumsal etkileri
1. Toplumsal gururun azalması: Beyin göçü, ulusal kimlik üzerinde derin etkiler yaratıyor. Ülkenin parlak zihinleri göç ettiğinde, toplumsal gurur azalıp yetersizlik hissi artabiliyor.
2. Kuşaklararası kopukluk: Kendi alanlarında parlak olan insanların göçü, nesiller arasında bir boşluk yaratıyor. Gençler, büyümeleri için gerekli olan akademik ve mesleki kurumlarla bağlarını kaybediyor, bu da yeni bir beyin göçü döngüsünü tetikliyor.
3. Sosyal sermaye kaybı: Duygusal ve entelektüel katkılar sağlayan bireylerin göç etmesi, toplumsal sermayeyi azaltıyor. Bu kayıp, toplulukları zayıflatıyor, yenilikleri engelliyor ve geride kalanların ruh sağlığını olumsuz etkiliyor.
Psikolojik nedenlerin üstesinden gelmek için çözümler
Türkiye, beyin göçünü durdurmak için yalnızca ekonomik ve siyasi değil, aynı zamanda psikolojik temelleri de ele almak zorunda:
1. Aidiyet duygusunu güçlendirmek: İş yerlerinde ve toplumsal yapıda kapsayıcı bir ortam oluşturmak, bireylerin değerli ve bağlı hissetmelerini sağlayabilir.
2. Güveni yeniden inşa etmek: Şeffaf yönetim, adil akademik ve mesleki sistemler, bireylerin kurumlara olan güvenini yeniden kazandırabilir.
3. Ruh sağlığını önceliklendirmek: Erişilebilir ruh sağlığı kaynaklarının sunulması ve refahı önceleyen bir kültür yaratılması, duygusal tükenmişliği hafifletebilir.
4. Başarıları kutlamak: Yerel yetenekleri tanımak ve başarılarını kutlamak, yetersizlik duygularını azaltabilir ve bireyleri ülkede kalmaya teşvik edebilir.
Türkiye’nin beyin göçü, yalnızca bireysel kararlar zinciri değil, toplumsal kaybın hikâyesi. Ancak bu hikâye yeniden yazılabilir. Bir ülke -eğer isterse- gençlerini tutmayı başarabilir; onlara umut verebilir. Bu hikayeyi değiştirecek olan şey, umudu elden bırakmamak ve aktif şekilde mücadele etmek.
Umarım bir gün hepimiz hak ettiğimiz hayatı kendi topraklarımızda yaşayabiliriz; çünkü bizler gerçekten çok daha iyisini hak ediyoruz.