AB 2013’te, Suriyeli göçmenlerin Yunanistan üzerinden kıtaya yayılmalarını önlemek amacıyla Ankara’nın kapısını çaldı. Erdoğan Başbakan, Davutoğlu Dışişleri Bakanı’yken Türkiye ile AB arasında, ‘Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’ ve ‘Geri Kabul Anlaşması’ imzalandı. Anlaşma uyarınca Türkiye’ye, göçmenlerin Avrupa’ya gitmesini engellemesi karşılığında milyarlarca Euro ödenmesi kararlaştırıldı.
Bu gelişme iktidar ve medya tarafından genelde ‘vize serbestisi’ boyutuyla ele alındı. Türkiye vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz geçişine ramak kalmış gibi bir ortam yaratılmaya çalışıldı. 2016’da varılan sığınmacı mutabakatı da buna paraleldi. Bu mutabakatta da Türkiye’ye vize serbestisi sağlanacağı öne sürüldü. Hatta Dışişleri Bakanlığı, “vize diyalog sürecinin öngörülen süre içerisinde vize serbestisi ile sonuçlanmaması halinde” Geri Kabul Anlaşması’nın tek taraflı feshedilebileceğini bile açıklamıştı.
Güya vize serbestisi ile biyometrik pasaport sahibi tüm Türkiye vatandaşları, 26 ülkeyi kapsayan Schengen bölgesine 180 günde üç aylık vizesiz giriş imkânına sahip olacaktı. Ancak aradan geçen yılların sonunda Türkiye, vatandaşlarını AB’ye vizeyle bile sokmakta zorlanırken kendisi de en kolay girilebilen ülkeye dönüştü. AB’nin göçmen sorununu paylaşmama dayatmasını kabul eden, Türkiye’nin sınırlarını ardına kadar açan ve ülkenin kapasitesinin kaldıramayacağı boyutlarda “misafir” kabul eden AKP, üstüne bir de birbirine yabancı etnik/kültürel kodların uyumlu yaşamasını sağlayacak bir entegrasyon politikası yürütmeyerek sokak çatışmalarına, linç provalarına giden yolun taşlarını döşedi.