• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Behice Boran'ın düşüncesinde kuruluş yılları ve kurucular

28/10/2022 20:08

MURAT SEVİNÇ

Cumhuriyet yazıları 1

Cumhuriyet’in ilanının 99. yılı. Bu yazıdan itibaren, Cumhuriyet’in 100. yılı boyunca aralıklarla, ‘Cumhuriyet yazıları’ başlığı altında özellikle Türkiye solunun, sol içi tartışmalarının ve bezen de sağın-milliyetçilerin değer verdiği kimi yazarların, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarıyla ilgili düşüncelerini, kısaca, onlardan alıntılarla hatırlatmayı deneyeceğim. Herhangi bir ismi ve konuyu tüketme gibi bir derdim yok, bu hem yazıların hem benim boyumu aşar. Yalnızca hatırlatma. Cumhuriyet’in 100. yılını böyle kutlamak istiyorum.


Ülkenin siyasi ve düşünce tarihine damga vurmuş, kitleleri etkilemiş, siyasi konumlarını ülke ve dünyaya ilişkin çözümlemeleri doğrultusunda belirlemiş, bir başka deyişle durdukları yerin derinliği olan kimi isimleri anmanın, günümüz tartışmalarıyla bağ kurabilmek için gerekli olduğu kanısındayım. Diyelim, Behice Boran’daki kuruluş-kurucular düşüncesini, Boran’ın kuruluş aşamasına ilişkin değerlendirmelerini, Boran’ın birkaç cümlesini okumak insana ne katar?

Soruya, son yıllarda giderek gözle görülür hale gelen çölleşmeye dikkat çekerek yanıt verebilirim. Türkiye’de bir yandan birbirinden parlak, öğretici, zenginleştirici çalışmalar yayınlanırken, diğer yandan, herhalde çokça gerekçesi olan bir yavanlaşma ve bilinçli ya da bilinçsiz bir unutkanlık, hafıza kaybı yaşanıyor. Bazen öyle yazılar, öyle sosyal medya paylaşımları, tarihe ve güncele ilişkin öyle yorumlarla karşılaşıyorum ki, örneğin bugün biri 1960’lardaki tartışmalardan iki cümle alıntı yapsa, katrana bulanırmış gibi geliyor.

Neden Behice Boran (1910-1987) ile başlıyorum?

Türkiye sosyalist hareketinin en bilinen ve etkileyici insanlarından biri, TİP’in ikinci genel başkanı, güçlü bir Marksist kuramcı, akademisyen ve ‘kadın’ genel başkan… Bugün altı pek çizilmiyor belki, ancak 2023’e girerken kadınların kamusal yaşamda verdiği mücadele ve siyasetteki kadın sayısı düşünülürse, 1960’larda bir akademisyen kadının, Mehmet Ali Aybar’ın ardından parti genel başkanı oluşu büyük bir adım. Şu anda 80’li yaşlarında olan bir tarihçi hocamız, 1960’larda okuldaki tek tük kadın öğrenci pantolon giymeye başladığında şaşkınlık yaşadıklarını söylemişti.

Diğeri, kişisel bir gerekçe. Ben, TİP’te Sadun Aren ve Behice Boran’la yakın çalışan bir TİP’linin, emekli anayasa hocası ve Marksist düşünce insanı Cem Eroğul’un asistanıyım. Hocalarımın bir kısmı TİP’lidir ve onlardaki Behice Boran sevgisini saygısını anlatmam güç. Dolayısıyla Behice Boran yalnızca okuduğum değil, biraz da ‘hakkında dinlediğim’ biri.

Akademisyen, Marksist kuramcı ve parti genel başkanı (4. Büyük Kongre ardından, 1970’te) Behice Boran, kuruluş yılları ve kurucular için hangi değerlenmeleri yapmıştı?

Kitaplığımda Behice Boran’ın kitabı ve 1980’lerde Uğur Mumcu ile söyleşisi var, ancak bu yazı bağlamında yetersizler. Bu nedenle alıntıları, Behice Boran hakkında yazılmış en kapsamlı ve temel eser niteliğinde bir çalışmadan yapacağım. Gökhan Atılgan’ın, ‘Behice Boran, Öğretim Üyesi, Siyasetçi, Kuramcı’, başlıklı eseri. (Yordam Kitap, 2007, 560 s.) Konuya ilgi duyanların bu kitabı ve yazının sonlarında söz edeceğim diğerini, mutlaka edinmelerini öneririm.

Evet, Cumhuriyet 29 Ekim günü ilan edildi. 1921 Anayasası’nda altı maddelik değişiklik yapıldı. O değişikliklerin ilk maddesiyle Anayasa’nın ilk maddesinin sonuna, “Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti Cumhuriyettir” ifadesi eklendi. Bir pazartesi günüydü, Mustafa Kemal o anki hükümet krizini fırsata çevirip nicedir aklında olanı hayata geçirdi, görüşmeler önce parti grubunda yapılıp karara varıldı, pazarlıklar ve ikna çabaları oldu, Mustafa Kemal bazı ödünler verdi, karşı çıkanlar (Hilafet henüz kaldırılmamıştı) ve erken bulanlar gibi, 1921 Anayasası’nın zaten adı konulmamış bir cumhuriyet anayasası olduğunu düşünenler de vardı, ikinci görüştekiler için Cumhuriyet’in ilanı zaten var olanın adını koymaktan ibaretti, teklif genel kurula geldi, oylanıp kabul edildi, aynı günün akşamında Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildi.

O gün bugündür, ‘cumhuriyet’ Türkiye’de başlıca iki anlam taşıdı. İlki, biçimsel tanım: Monarşi olmayan. Devlet başkanının soy esasına dayanmadığı devlet biçimi olarak, cumhuriyet. Diğeri, bir demokratikleşme ve çağdaşlaşma projesi olup başta laiklik olmak üzere temel anayasal ilkeleri içeren yönetim şekli olarak cumhuriyet. İkinci görüşün olağan sonucu, Cumhuriyet’in ilanının ardından yaşanan üst yapı devriminin Cumhuriyet’in mütemmim cüzü olduğu görüşüdür ve hâlâ canlı. Nitekim Anayasa Mahkemesi çok sayıda kararında, Cumhuriyet’i yalnızca bir ‘biçim’ olarak ele almak yerine, diğer temel anayasal ilkeleri içerir şekilde değerlendirmiştir.

Peki, kim-kimler ilan etti Cumhuriyet’i, ilan, neye, hangi değerlere taraftar ya da karşıydı? Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte süregiden ve geçmişte kalanlar neler oldu? Cumhuriyetçilerin sınıfsal aidiyeti yok muydu, hangi zümreleri temsil ediyorlardı, o aidiyet yeni devleti ve uygulamaları nasıl şekillendirdi?

1960’lar sol tartışmaları için bu sorular ve yanıtları önemli. Neden? Özetle, bir sosyalist devrim olacaksa, nasıl yapılacak, kim öncü olacak, devrimin üzerine inşa edileceği tarih nasıl bir tarih, o tarihte hangi sınıf ilişkileri hâkim oldu, gelişti, olgunlaştı, dolayısıyla kimden ne beklemek gerekir? Söz konusu soruların yanıtı, kaçınılmaz biçimde Cumhuriyet’in kuruluşunun ve sonrasında yaşananların sınıfsal çözümlemesine ve bu çözümleme de, Osmanlı’nın yapısı hakkındaki değerlendirmeye bağlı.

Behice Boran, belli bir tarihten sonra ‘Aybarcılıkla’ (Aybar yakın arkadaşı, ancak bir tarihten sonra kuramsal-siyasi ayrılık yaşıyorlar) mücadele etse de, konumuza ilişkin tartışmayı uzun süre MDD’ciler, yani Milli Demokratik Devrimciler ile yapmıştı. MDD’cilere karşı SD’cileri, Sosyalist Devrimcileri temsil ediyordu. Düşünsel çatışma önce YÖN Dergisi çevresiyle başlamış, ardından, MDD’ci Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’yle, dallanıp budaklanarak devam etmişti. Atılgan’ın cümlesiyle, “MDD-SD tartışmasının ilk çıkış noktası ve can alıcı teması, toplumsal dönüşüme hangi sınıf ya da tabakaların öncülük edebileceğine ilişkindi.”

İşçi sınıfına yürekten bağlı olan MDD’ciler, nihayetinde ‘az gelişmiş ülke’ devrimcisiydi ve ülkelerinde gelişmiş, bilinçli bir işçi sınıfı olmadığı, bu nedenle devrimci bir rol oynayamayacağı kanısıyla işçi sınıfı ‘adına’ hareket edecek ‘aydınlara’ bel bağlıyordu. Aydınlar, işçi sınıfını bilinçlendirecek bir düzenin öncüsü olmalıydı. Söz konusu düzen, aydınların öncülüğündeki bir ‘siyasal devrimle’ başlayıp ‘toplumsal bir devrimle’ kurulacaktı.

Oysa Behice Boran’ın düşüncesi tümüyle farklı. Boran, Batı’daki muadillerine bakarak değil, işçi sınıfını Türkiye’nin koşullarına göre ele alıyor, onun gelişimini bir süreç olarak kabul ediyor ve sonunda, diğer sınıflara nazaran öncü konumda olduğunu savunuyordu. Kuşkusuz bu ve diğer temel farklılıklar, ‘devrim stratejisini’ de belirliyordu. MDD’ciler, uygun koşulların yaratılması için asker-sivil aydınların yapacağı bir hükümet darbesinden yanaydı. Boran ise var olan düzenin hâkim ideolojinin ürettiği rıza ile ayakta durduğunu, ona karşı bir ideolojik hegemonyanın inşası gerektiğini savunuyordu. Parti, emekçi sınıfları bilinçlendiren, mücadelelerini belli bir hedef doğrultusunda ‘birleştiren’ bir örgütlenmeydi.

MDD ile SD arasındaki uzlaşmaz farklar, söz konusu sınıf çözümlemelerinin ‘kuruluş’ aşamasındaki görünümüne yansır; çünkü hangi sınıfın ya da tabakaların yeteri güç ve bilinçte olduğu konusu, kuruluş yılları hakkındaki tespitlerle de ilgili.

MDD’ciler, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’yla ‘hiç olmadığı ölçüde’ devrimci dönemece girdiğini düşünüyor. Bağımsızlık, feodalizmden kopmanın imkânları, sosyalizmin koşullarının doğuşu vs… Gökhan Atılgan’ın, Mihri Belli’den yaptığı alıntıya göre, “1937’de Atatürk sağken ve Türkiye bağımsızken daha yakındık sosyalizme.” Yine, Doğan Avcıoğlu’na göre de, sosyalizm, ‘altı ok’a konu olan ilkelerin ‘en tabii’ sonucu ve devamıydı. Bu görüşün vardığı yer, DP (Demokrat Parti) devrinin karşıdevrimci, 27 Mayıs’ın ise devrimci güçlerin karşıdevrimcileri yeniden alt ettiği, kanaatiydi.

Behice Boran, aksi kanıda. Ona göre Türkiye ‘burjuva demokratik’, ‘milli demokratik’ devrim sürecini geride bırakmıştır. Kurtuluş Savaşı, dışa ve içe yönelik verilmiş, Osmanlı’daki savaşlardan farklı nitelikte bir savaştı. Fetih ya da önleme değil, ‘kurma’ savaşıydı. İçeride, ‘asker-sivil aydın zümre’ ulaşabileceği en devrimci noktaya ulaşmıştı. Boran’a göre Kurtuluş Savaşı ‘emperyalizme’ karşı, “bir millet olarak varlığının ve bağımsızlığının savaşı” idi.

Ülke içerisindeki niteliğine gelince: Boran’a göre savaş, az gelişmiş ülkelere özgü bir burjuva ihtilaliydi. Asıl kritik sorusu şuydu: Kurtuluş Savaşı’nın sınıf karakteri neydi?

Savaşı başlatanlar, yönetenler, yapanlar ve liderlik edenler aynı sınıfsal kökene mi sahipti? Boran, bu soruya ‘hayır’ yanıtını verir. 1964’teki bir makalesinde (Atılgan’ın kitabından) şu değerlendirmeyi yapıyor: “Milli Kurtuluş Hareketi, ‘kendiliğinden’ gelme bir halk hareketi görüntüsündeydi ama, bu harekete kumanda edenler eski ordu subaylarıydı… orta sınıflara yaslanan asker-sivil yönetici kadro, dövüşen halka liderlik ediyordu. Savaşın olağandışı şartları, asker-sivil yönetici kadro ile halk arasında hem hissiyat hem de maddiyat bakımından bir yakınlık, hemen hemen bir aynılık yaratmıştı… Savaş şartları gereği… yönetici kadro ile halk arasında büyük, kesin farklar yoktu.”

Hakikaten de hem bu manzaraya hem de Mustafa Kemal’in emperyalizm ve kapitalizme ilişkin sert eleştirilerine bakıldığında, Kemalist hareket sosyalizm yoluna girip sonra çıkmış görünebilir ve bu görüntü MDD’cilerin Kemalist Devrim’e ilişkin “yarım kalmış devrim” iddiasını doğrulayabilir. Nitekim Avcıoğlu ve Belli’nin tezi, bu doğrultuda.

Boran’ın Kurtuluş Savaşı’nın ‘sınıfsal karakteri’ ile ilgili sorusu bu yüzden çok önemli. Boran’a göre, bir savaşın ya da ihtilalin sınıf karakteri, ona öncülük eden sınıfa ve harekete yön veren ideolojinin sınıfsal niteliğine göre tayin edilebilir. Burjuvazi, eski düzeni yıkmaya yöneldiği bir devrim ya da emperyalizmi alt etmeye çalıştığı bir ‘milli kurtuluş’ savaşında ‘ulaşabileceği’ en ileri görüşü savunabilir, dönemsel olarak kendi dar sınıf çıkarlarının ötesine geçebilir, ki söz konusu eğilim tarihsel deneyimle sabit. Türk Kurtuluş Savaşı da, Boran’ın çözümlemesine, “Temel kurumlar ve sosyal değerler açısından burjuvaziye bağlı olan yönetici-aydın tabaka” liderliğinde, ‘kendine özgülükler’ eşliğinde uymuştur. Burjuvazinin, kitleleri peşinden sürükleyebilmek, onları harekete geçirip mücadeleye sokabilmek amacıyla, dönemsel olarak ‘dar sınıfsal çıkarlarının’ ötesine geçebildiğine bir örnek olarak Fransız Devrimi sloganlarını ve aynı sloganın II. Meşrutiyet’te nasıl orta atıldığını gösterir: Hürriyet-Adalet-Uhuvvet.

Kurtuluş Savaşı’nın kendine özgülükleri, burjuvazinin cılızlığı nedeniyle sınıf kutuplaşmasının keskin olmayışı; asker-sivil yönetici kadronun ‘mütevazı yaşamlı’ küçük burjuvalığı; asker-sivil kadronun yaşamının savaş koşullarında halka yaklaşmış olup bu yakınlıktan etkilenmesi ve sonuncu olarak, savaşı idare edenlerin Bolşeviklerle yakın ilişkisi. İşte bu özgünlükler nedeniyle, Savaş’ı yöneten kadro, kendi tarihinde erişemediği ölçüde halkçı ve devrimci bir noktaya varmıştır. Peki, sonra?

Sonrası, Behice Boran’ın çok önemli bir kitabından: ‘Türkiye ve Sosyalizm Sorunları.’ Yordam Kitap tarafından yayınlanan kitabın ilk baskısı, Gün Yayınları’ndan 1968’de çıkmış.

Kurtuluş Savaşı sonrasında asker-sivil yönetici kadronun yönünü, şu cümlelerle anlatır Boran:

“Milli Kurtuluş Savaşı sona erince, köylü kentli askerler tarlasına, tezgahının başına, küçük dükkanına döndü. Halk kitleleri ülkenin kaderini tayinde önemli bir unsur olmaktan, bir rol oynamaktan çıktı. Yönetici kadro yeni sınırları içindeki Türk devletinin dizginlerini tek başına elinde tutan, dış ve iç düşmanlarını yenmiş egemen bir tabaka haline geldi ve 19.yüzyıldan bu yana filizlenegelmiş, Meşruiyet ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir boy daha atmış Türk burjuvazisi, daha beriden de toprak ağaları, yönetici kadronun çevresinde kümelendi. Osmanlı İmparatorluğundan devralınan merkeziyetçi, otoriter, tepeden inme devlet anlayışı ve uygulaması devam ediyordu. Devleti, somutta, her şeye hâkim yönetici bürokrat tabaka temsil ediyordu. Bu bürokrat tabaka ise… yeni yeşermiş burjuvaziye, büyük tüccar ve müteahhit grubuna, ikinci derece de olarak da devlet eliyle güçlendirilmek istenen ama bir türlü güçlenmeyen sanayicilere, bankacılara ve toplumda hep güçlü bir sınıf olagelmiş toprak sahiplerine ve kasaba ‘eşraf’ına dayanıyordu.”     

Boran, Kemalist kadronun sosyalizme yönelmeyişini, MDD’cilerden farklı olarak, kapitalistleşme yoluna bile isteye girişleriyle açıklar. Boran’ın çözümlemesinde, Kurtuluş Savaşı’nın ‘ihtilalci yönü’ az gelişmiş bir ülkeye özgü burjuva devrimi şeklinde gerçekleşmiştir. Boran’a göre, tüm bu kendine özgülükler ve kurucuların sınıfsal konumu nedeniyle devrimcilik, “toplumun üst yapısı sınırları içinde kalan yenilikler olarak kaldı.”

Behice Boran’ın, Kurtuluş Savaşı, kurucular ve Cumhuriyet devrine ilişkin sınıf çözümlemesi, Cumhuriyet tarihindeki pek çok tartışmanın köklerinin anlaşılabilmesi için kapı aralıyor.

Cumhuriyet’in 99. yılı kutlu, 100. yılı daha özgür olsun…

Yazı önerileri:

  1. Duygu Türk’ün ‘Cumhuriyet hakkında kafamız karışık’ başlıklı yazısı.
  2. Cenk Saraçoğlu’nun, ‘Cumhuriyeti tartışmak: Bir yöntem önerisi’ başlıklı yazısı.

Video önerisi:

Ünsal Ünlü’nün, Orhan Kemal yayını: Bereketli Topraklar Üzerinde.

Kategori:Agora, Vitrin-mobil

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

Trump duyurdu: ABD, Suriye'ye yaptırımları kaldırıyor

ABD Başkanı Donald Trump, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmelerini anımsatarak Suriye’ye yaptırımları kaldıracaklarını duyurdu.

ABD dışişleri bakanı İstanbul'daki görüşmelere katılacak

ABD Başkanı Trump, İstanbul’da düzenlenecek Rusya-Ukrayna görüşmelerine ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun katılacağını duyurdu.

Depremde 35 kişinin ölümünden yargılanan Atilla Kanbur TRT'ye çıkarıldı

6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş depreminde 35 kişinin öldüğü Manolya Apartmanı davasında yargılanan Atilla Kanbur, TRT’de sabah programına çıkarıldı.

Beyaz Saray: Trump, Şara'yla Suudi Arabistan'da görüşecek

Beyaz Saray, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yla yarın Suudi Arabistan’da kısa bir görüşme yapacağını bildirdi.

Google, renkli 'G' logosunu yeniledi

Arama motoru Google, 10 yıl sonra mobildeki ‘G’ logosunu yeniledi.

Ankara merkezli soruşturmada gözaltına alınan dokuz gazeteciye tutuklama talebi
Akşam Postası / 28 Ekim 2022

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 751 gündür hapiste

YAZARLAR

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

Editör eksikliği fazlalık yaratır

Mustafa Dağıstanlı

Anne dediğin başlangıçtır

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Dilsiz bir ülkenin çığlığı

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

Murat Sevinç

Silmek isteseler de silemezler

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Füruzan'ın röportajlarındaki dil dikenleri

Mustafa Dağıstanlı

GÜNÜN 11’İ

Mehmet Metiner: İyi ki arşiv var

Akif Beki: Bahçeli'nin 'yapılacaklar' listesi 

Abbas Güçlü: Çin'in binlerce yıllık sembolü ejderhaydı şimdiyse panda

Servet Yıldırım: Türkiye'de konut talebi genelde krediyle desteklenen bir niteliğe sahip

Nevzat Evrim Önal: Bu ahmaklara göre işçi Erol 'AKP'liydi' ve olay da 'bir AKP'liyi başka AKP'lilerin yok etmesi'nden ibaretti

Esfender Korkmaz: Asgari ücret masasında işçi yok

Abdulkadir Selvi: PKK'nın silah bırakma kararı MİT tarafından sahada kontrol edilecek

Nevşin Mengü: Muhtemelen 'yeni anayasada yüzde 50 şartı da aranmasın, ilk turda en çok oyu kim alırsa seçilsin' denecek

Hasan Cemal: PKK'nın silahları gömme ve kendini feshetme kararını önemsiyorum

Taha Akyol: Öcalan belki de 'Meclis'e gelip DEM grubunda konuşma' yapabilecek…

Timur Soykan: Bugün Soma Katliamı'nın 11'inci yıldönümü

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×