Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Geçen hafta bireysel farklılıkların kapitalizm tarafından nasıl istismar edildiğini yazmıştım. O yazıda, son zamanlarda gündemde olan Barbie filminden de örnekler vermiştim. Barbie filmi, tüm dünyada gişe rekorları kırmaya devam ederken -yani hala gündemdeyken- bu hafta asıl uzmanlık alanım olan yeme bozuklukları hakkında yazmak istedim.
Barbie, gerçekte var olamayacak bir beden şeklinin idealize edilmesine ve birçok çocuğun ergenliğe geçerken idealize edilen bu beden şeklinden etkilenip, bedenleriyle ilgili fazlasıyla memnuniyetsizlik hissetmesine, dolayısıyla da yeme bozukluklarına yakalanmasına sebep olduğu gerekçesiyle zaman içinde kendisine duyulan sempatiyi -büyük ölçüde- kaybetti. Yalnız, beden şekline dair duyulan memnuniyetsizliğin ve yeme bozukluklarının oluşmasının tek sorumlusunun Barbie olduğu söylenemez. Eğer bütün suçu Barbie’ye atacak olursak bugünlerde ellerinden Barbie bebeği değil de tablet düşürmeyen ergenlerin yeme bozukluklarına yakalanmasını açıklayamayız. Özetle, Barbie beden memnuniyetsizliği ve dolayısıyla yeme bozukluklarının oluşmasında rol oynayan koskocaman bir endüstrinin sadece bir parçası. Tabii bu onun beden algısı problemlerinde ve yeme bozukluklarının oluşmasında rol oynamadığı anlamına da gelmez.
Medyanın etkisi
Yapılan araştırmalara göre, Fiji Adası’na Amerikan dergileri ve filmleri girdikten sonra orada yaşayan insanların kendi beden şekilleri ve kilolarına dair kaygıları artmış. Hollywood baş rol oyuncularının ince ve fit olması, kilolu olan oyuncuların daha çok yan rollerde ya da sadece sitcom’larda başrol alması, tüm dünyada birçok insanın çevre tarafından onaylanıp kabul görmek için belli bir görüntüde olması gerektiğine inanmasına zemin hazırlamış. Yani filmlerdeki görsellerin alt metinleri insanlara, Hollywood filmi gibi bir hayat için belli bir görüntüye sahip olmaları gerektiğini fısıldamaya başlayınca, belli bir beden şekline sahip olmak birçok insan için mutlu olmanın -neredeyse- ön koşulu haline geldi. Güzel prenseslerin, yakışıklı prensler tarafından kurtarıldığını anlatan masallarla büyüyen toplumların bu tuzağa kolayca düşmesi -haliyle- şaşırtıcı olmadı.
Ayrıca, birçoğumuz asıl oğlan tarafından beğenilmeyen kilolu, sakar, gösterişsiz asıl kızın çok çabalayarak kısa zamanda kilo verip ince, gösterişli bir hale geldiği ve asıl oğlanı kendisine aşık ettiği Yeşilçam filmleriyle büyüdük. Dolayısıyla, biz de toplum olarak bir dönemin filmleri aracılığıyla belli bir görüntüye sahip olmanın güzel bir aşk yaşamanın da olmazsa olmazı olduğuna inandırıldık. Yani bizler de dünyada yaşayan diğer birçok insan gibi beden şekli ve kiloya olması gerektiğinden daha fazla anlam yüklemeye başladık.
Sosyal medya etkisi
Beden şekli ve kiloya dair kirlenmiş algımız sosyal medya aracılığıyla iyice çamura bulandı. Filtreli fotoğrafları gerçek sandık. Ve böylece insanın kendi bedeniyle kavgası daha da büyüdü. Eskiden sadece yakın çevre tarafından bodyshaming’e maruz kalıyorken, birçok insan sosyal medyada paylaştığı fotoğrafları üzerinden, hiç tanımadığı insanlar tarafından da bodyshaming’e maruz kaldı. Bunu gören diğer insanlar da aynı şeyin kendi başlarına gelmesine dair tedirgin olup tek bir fotoğraf için onlarca kare çekip içine sineni filtreleyip öyle paylaşır oldu.
Aslında beden insanın sahip olduğu en görünen ve dolayısıyla en kolay hedef alınan şey olduğu için bazı insanlar mutsuzluğunu, duyduğu haseti ya da sahip olduğu psikopatolojiyi tanımadığı insanların fotoğraflarının altına, onların beden şekillerine dair yorumlar yaparak gidermeye çalışır. Yalnız, fotoğrafı paylaşan kişiler de o yorumları gören kişiler de bu yorumlara – doğal olarak- duyarsız kalmakta zorlanabilir. Dolayısıyla, insanlar ister istemez kendi beden şekilleri ve kilolarıyla ilgili daha da hassas hale gelebilir.
İdeal beden şekli kriterleri ve yemekle olan ilişki
Bilimsel çalışmalara göre, ideal beden şekli kriterlerine dair her gün yaklaşık 3000 kadar mesaja farklı şekillerde maruz kalıyoruz. İdeal beden şekline sahip olmak onaylanmak, kabul görmek ve ideal bir hayata sahip olmakla özdeşleştirildiği için yemekle olan ilişkinin bozulması da bazıları için kaçınılmaz olabiliyor.
Günümüzde birçok insan yemek ve kiloyla ilgili gereğinden fazla düşünüyor. Diyet yapma düşüncesi hemen herkesin zihnini meşgul ediyor. Biraz kilo alınsa mutsuz hissediliyor, bazı insanlar kilo aldıkları için sosyalleşmekten bile kaçınabiliyor. Özellikle yaz aylarında giyilen kıyafetlerden dolayı beden memnuniyetsizliğinin etkileri daha da zorlayıcı olabiliyor. Fazla kilo sağlığı tehdit eder bu bir gerçek. İnsanların daha sağlıklı yaşayabilmesi için sağlıklı beslenmesi gerekir; bunu inkâr edemeyiz. Yalnız, kilo, diyet ve yemekle ilgili düşüncelerin yarattığı stres öyle bir hal aldı ki, bu stres neredeyse fazla kilo kadar zararlı hale geldi.
Özellikle son dönemlerde doktor gözetimi olmadan bazı ilaçların kilo verme amaçlı kullanımı yaygınlaştı. Barsak çalıştırıcı ilaçlara ve çaylara bağımlılık gün geçtikçe artarken, tirod ve diabet ilaçları da kilo verme amaçlı istismar edilmeye başladı. Zayıflamaya olan takıntı o kadar arttı ki, yapılan sıkı diyetlerin, ağır egzersizlerin ya da doktor kontrolü olmadan kullanılan ilaçların ölümcül olabileceği göz ardı edilir oldu.
Yeme bozuklukları
Yeme bozuklukları denilince akla ilk anoreksiya nervoza gelse de birçok yeme bozukluğu çeşidi vardır. Yeme bozuklukları sanıldığı gibi dışarıdan belli olmaz. Yani bir insanın kilosuna bakarak yeme bozukluğu olup olmadığına karar veremeyiz. Yeme bozukluğu olan her insan çok zayıf ya da kilolu değildir. Yeme bozukluğu olan bir insan normal kiloda, normal kilonun biraz altında ya da normal kilonun biraz üzerinde de olabilir.
Anoreksiya nervozanın atipik formlarında kişi çok zayıf olmaz. Kısıtlayıcı diyetler ve ağır egzersizler yapar ama kilosu bir noktada sabit kalmış olabilir. Bu durum ortada hayati bir risk olmadığı anlamına gelmez çünkü bedendeki organlar da enerjiyle çalışır. Yani besinlerden gerekli enerjiyi alamazsak organlarımızda problem çıkmaya başlar. Mide bile yiyecekleri öğütürken enerji harcar. Dolayısıyla, alınan kalorileri- hekim gözetimi olmadan- çok kısıtlamak oldukça tehlikelidir.
Kusmak, çok egzersiz yapmak, laksatif ilaçlar kullanmak kilo vermeye yardımcı olmaz.
Besinlerden alınan enerji ağızda dağılmaya başladığı için kusmak ve laksatif ilaç kullanmak kilo vermeye yardımcı olmadığı gibi ciddi sağlık problemleri yaratabilir. Gereğinden fazla egzersiz yapmak da kas kaybına ve sakatlanmalara sebep olur. Eskiden profesyonel atletizm yapan biri olarak şunu rahatça söyleyebilirim; fazla egzersiz yapmak etkin biçimde egzersiz yapmak demek değildir. Faydadan çok zararı olur. Bedeni istenilen şekle sokmaz sadece beden kalori harcamakla ilgili takıntıya hizmet eder. Böylece, beden memnuniyetsizliği ile ilgili problemler ve yeme bozuklukları daha da kronikleşir.
Yeme bozukluklarından bahsederken tıkınırcasına yeme bozukluğundan bahsetmemek olmaz. Kısıtlayıcı diyetler, zihnin sürekli yemekle meşgul olması, ‘Diyet yapmam, kilo vermem gerek’ düşüncesi insanın üzerinde öyle bir baskı yaratır ki, uzak durmaya çalıştığı yiyeceklere saldırabilir. ‘Nasıl olsa diyete başlayacağım, bugün de yiyim’ veya ‘tatlı yedim, diyeti bozdum. Bugün istediğimi yiyim yarın tekrar başlarım’ gibi düşünceler, yeme ataklarını tetikler. İnsanın istediği görüntüye sahip olamadığı için mutsuz olması ve kendisini yemek yiyerek cezalandırması da yeme ataklarının sebeplerinden bir tanesidir.
‘Ya hep ya hiç’ düşünce biçimi yeme bozukluğu olan kişilerde oldukça yaygındır.
Yeme bozuklukları sebepleri
Yeme bozuklukları psikolojik bir problemdir. Medya ve sosyal medyanın etkilerinin yanı sıra ebeveyn tutum ve davranışları (örneğin çocuğundan yüksek beklentileri olan ebeveynler, eleştirisel ebeveynler, kontrolcü ya da ilgisiz ebeveynler), mükemmeliyetçilik, kontrolcülük, öz değer problemleri, ani hayat değişimleri, akran zorbalığına maruz kalmak, duyguları -özellikle gerginlik, kaygı, can sıkıntısı gibi duyguları- yönetmekte zorluk çekmek yeme bozukluklarının tetikleyicileri arasında sayılabilir. Yeme bozuklukları göründüğünden çok daha karmaşıktır. Yanında başka psikolojik problemler de eşlik edebilir. Kilo verme takıntısı zamanla zihne daha da yerleşir. Kişinin kilosu çok değişmese bile zihnini sürekli meşgul eder. Böyle bir durumda kilo verme amaçlı farklı diyetler denemek yeme bozukluklarının iyileşmesine yardımcı olmaz. Aksine daha da kronik hale gelmesine neden olur.
Ne yapılmalı?
Her yaştan insanı etkisi altına alan yeme bozukluklarının üstesinden gelmek oldukça zordur. Mutlaka psikolojik destek gerektirir. Süreçte aile desteği de oldukça önemlidir. Yeme bozukluğunun kendisi de kişinin öz değerini olumsuz yönde etkilediği için yeme bozuklukları iyileştikçe öz değer de artar.
Ülkemizde yeme bozuklukları hakkındaki farkındalık ne yazık ki oldukça düşük. Yeme bozuklukları tedavi süreci oldukça zorlu bir süreç olduğu için yeme bozukluklarının oluşmasını önlemek birçok hayatın da kurtulmasına destek olur.
Yeme bozukluklarını önlemek için atılacak adımlar arasında, medya ve sosyal medyanın yeme bozukluklarının oluşmasındaki rolünü azaltmak adına ideal beden şekline dair verilen, algıyı yanlış yönlendiren mesajlar hakkında insanları bilgilendirmek ve sosyal medyada beden algısını olumsuz yönde etkileyen veya sağlıksız diyetler öneren hesapları takipten çıkmak sayılabilir. Ve tabii yeme bozuklukları hakkında farkındalığı arttırmak için çok daha fazla çaba harcamalıyız.