
MURAT SEVİNÇ
Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır!
Bu yazı, benzer kaygıları olanlara da çağrı niteliğinde…
İnsan sürekli geleceği düşünerek, hesap ederek yaşamıyor, yaşamaz. Herhalde dünyanın hiçbir yerinde.
Diğer yandan her kavram, her sözcük, her iddia; kuşkusuz hem bir bütünün parçası, hem de özgül niteliklere sahip.
Örneğin “İnsan genellikle geleceği hesap ederek yaşamaz,” varsayımındaki ‘insan,’ her çağ ve coğrafyada aynı olan insan değil. Böyle bir insan hiç olmadı, bundan böyle de olmayacak. O ‘aynı’ olmayan insanın bazı temel dürtüleri, duyguları vs. ortak oldu kuşkusuz. Aksi halde binlerce yıl önce bir kayaya çizilen desen ya da örneğin yüzlerce yıl önce yaşamış büyük yazarların yarattığı karakterler, bugün yaşayanlara bir şey ifade etmezdi.
Söylemek istediğim, bize çok tanıdık gelen davranışlar sergileyenlerin yaşadığı geçmiş, kendi koşullarının sonucu olan bir geçmişti. Her birimiz, içinde nefes aldığımız siyasal-sosyal koşulların sonucuyuz. Bizi çileden çıkaran her insan davranışı, o insanı o hale getiren dünyanın yansıması.
Efendim, aynı yerden çıkan herkes aynı davranmıyor ama, denilebilir kuşkusuz ve çok da haklı görünür. Buna mukabil mesele o ‘aynılık’ ve ‘her’ iddiasında işte! Bu varsayım, fıtratın ya da bireysel yeteneklerin önemini dışlamıyor. Onların da kendilerini ancak verili koşullar içinde gerçekleştirebileceğini iddia ediyor. Herhalde şu anda dağlarda bir yerde, koyun güden, kaval çalan bir yurttaşın, Fazıl Say ‘yeteneğine’ sahip olma ihtimalini kabul ederiz.
İnsanlık tarihi boyunca çeşitli üretim biçimleri ortaya çıktı ve sona erdi. Ortaya çıkışları ve sona erişleri, bir günde verilmiş kararlar değil; önce ‘insansıların’ ve sonrasında ‘insanın’ elinde olan ya da olmayan gelişmeler belirledi. İlk ve en uzun süren paleolitik (yontma taş) yani ‘vahşilik’ üretim biçimiydi. Sonuncusu ise kapitalizm. Arada birkaç milyon yıl var. Fakat kuşkusuz sonuncu aşamaların arası çok daha kısa.
Sonuncu ve en başarılı olmuş üretim biçimi kapitalizm, bayrağı, hayli uzun bir mücadelenin ardından ‘feodaliteden’ devraldı. Diğer üretim biçimleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde yaygınlaşabildi ve büyük başarı elde etti. Mucidi olan burjuvazi, feodaliteyi tüm kurumlarıyla darmadağın etti.
Burada sözü Marx ve Engels’in tarihi değiştiren ve siyasal düşünceler tarihinin en önemli metinlerinden bir olan 1848 tarihli o meşhur ‘Manifesto’ya bırakayım (Tanıl Bora çevirisi):
“Burjuvazi, iktidara geldiği her yerde bütün feodal, ataerkil, kırsal cennet fantezilerine hitap eden ilişkileri kırıp geçirdi. İnsanları doğal amirlerine bağlayan envai çeşit feodal bağları acımaksızın koparttı, insanla inşa arasında çıplak çıkardan, duygusuz ‘peşin ödemeden’ gayrı bir bağ da bırakmadı geriye. Dindarâne cezbeyi, şövalyece tutkuyu, dar kafalı orta sınıf hüznünü, bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğuverdi. Kişisel onuru değişim değerine çevirerek feshetti, kâğıda geçerek kazanıma dönüşmüş sayısız özgürlüğün yerine vicdansız bir ticaret özgürlüğünü geçirdi. Sözün kısası, illüzyonlarla perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, doğrudan, kuru sömürüyü kurdu.”
Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır!
Bundan daha doğru pek az tespit yapılmıştır herhalde tarihte!
O burjuvazi ve kapitalizm, farklı aşamalardan geçti, gelişimi toprağına göre özgünlükler sergiledi. Batı kaynaklı bir sınıf, İngiltere’de yüzyıllar içinde hâkim olurken, örneğin Fransa’da çok kısa sürede, bir devrimle ilan etti zaferini. Din/kiliseyle uzun mücadele verdi ve çıkarları doğrultusunda Roma’ya başkaldırmaktan da (Luther…), kendi kilisesini kurmaktan da (Anglikan) çekinmedi.
Milliyetçiliği ve ulus devletleri icat etti. Karşısına, Sanayi Devrimi’nin ürünü ‘işçi sınıfı’ çıktığında hemen ‘genel oy’ ilkesini buluverdi. Kaynak sorunu yaşayınca emperyalizme, hammadde için ‘bereketli’ topraklara yöneldi. Sömürgeleştirdi. Başı çok sıkıştığında savaşlar çıkardı. İyice çuvallayınca, alameti olan demokrasiden bir süre için vazgeçip bu kez taban tabana zır bir sistemi, faşizmi icat etti.
Toplumu, siyaseti, kültürü, yaşama ilişkin akla gelebilecek her şeyi, varlığını sürdürebilmek için kullandı, dönüştürdü. Hâkim olduğu her yerde, her coğrafyada, başka bir dünyanın mümkün olamayacağı duygusunu yarattı. Bunu yaratmak için çok araç kullandı, sayısız meslekten insan kiraladı! ‘Eşitlik’ idealini gülünç, eşitliği savunanları ‘hayalperest’ göstermeyi başardı.
Bazı kültürlerde, sömürülen insanlara, emeğine yabancılaşan insanlara, sömürenlerin onlara ‘ekmek’ verdiğini belletti. Özelikle ‘kurumsal’ din ile arasını hep iyi tuttu. İtalya’nın faşistine, bir din devleti kurdurttu, örneğin!
İnsanı insanlıktan çıkaran bu sistemin doğumu, insan emeğinin ‘topraktan’ kurtarılıp serbestçe alınan-satılan bir ‘mala’ dönüşmesiyle gerçekleşmişti. ‘İlkel birikim’ aşamasında, çalışanlar, öncelikle üretim araçlarından koparıldı ve o araçlara sahip bir işveren azınlığın ‘çalışanı’ oldu. Yüzyıllar içinde hâkim ‘üretim biçimini’ oluşturan, ‘üretim güçleri’ (işgücü, beceri, teknik bilgi vs.) ve ‘üretim ilişkilerinde’ (mülkiyet, iş, bölüşüm vs. ilişkileri…) değişiklikler, ilerlemeler oldu kuşkusuz.
Fakat kapitalizmin değişmeyen, ‘temeli’ olan niteliği hep aynı kaldı: Emek sömürüsünden kaynaklanan ‘kâr.’ Kapitalistin dini, imanı, değeri, ahlâkı olan, kâr.
İşte ‘bilişim devrimi’ de iki yüzyıl önceki Sanayi Devrimi gibi son derece sarsıcı, ama ondan daha hızlı sonuç verdi. Sanayi Devrimi’ne giden süreç ve devrimin kendisi nasıl tüm siyasal-toplumsal yapıyı darmadağın ettiyse, şimdi bilişim devrimi de aynını süratle yapıyor.
Çünkü bilişim devrimi, kapitalizmi kapitalizm yapan temel saiki, emek sömürüsü ve sonucunda elde edilen ‘kâr’ın edinilme yolunun mantığını ortadan kaldırıyor. Çok basit bir neden var: Üretim güçlerinin verimliliği olağanüstü bir biçimde artıyor. Yani? Kapitalizmin temeli olan ‘artı değeri’ yaratmak için insanların sömürülmesine gerek kalmıyor artık. Teknolojideki büyük gelişme, sömürü olmadan verim artırılmasına ve üretim güçlerinin gelişimine izin veriyor. Sonuç? Bir süre sonra, bazı meslekler tümüyle ortadan kalkacak ve 10 kişinin yaptığı işi bir kişi yapabilecek.
Ezcümle, kapitalizmin dayanağı yok artık. Bu bir dönemsel kriz değil, bir sistemin var olabilme gerekçesinin ortadan kalkması.
Hal böyleyken yeni ‘sorunlar’ kendiliğinden ortaya çıkıyor: Kalan ‘dokuz’ kişi ne yapacak peki? Bölüşüm nasıl olacak? Kim çalışacak, kim çalışmayacak? Hangi meslekler doğacak? Hangi koşullarda yaşayacağız? Kapitalizmin yön verdiği, mimariden kentleşmeye, sanatın muhtelif dallarından bilim alanlarına, nasıl bir değişim bizi bekliyor? Temsil ilişkileri nasıl değişecek? Hukuktaki dönüşümün yönü? Uluslararası ilişkiler?
Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır!
Hâlihazırda, dünyada para ve birikim değil, bunların paylaşılması sorunu var. Bunun için, bunun anlaşılabilmesi için sürekli morale ihtiyaç duyulan bir toplumsal çaba gerekli. Anlatabilmek, herkese anlatabilmek. Her yazılan yeniymiş, her işittiğimiz ilk kez dile geliyormuş heyecanıyla.
Yazının ilk cümlelerine geleyim…
Evet, insan sürekli geleceği düşünerek yaşamaz, bu doğru. Başa gelmeden anlaşılmıyor bazı felaketler. Buna mukabil ‘yumurta kapıya dayanmadan’ işitmemek, görmemek ve ilgilenmemek de kültürel bir yan var, kabul etmeli. İşte o kültürel ve siyasal duvarlarda daha çok gedik açmayı deneyebiliriz.
Örneğin bu yaz gıda sorunu yaşama ihtimalimiz çok büyük. Yakın zamanda su sorunu yaşama ihtimalimiz çok büyük. İklim krizi nedeniyle ve tabii virüsün yol açacağı yerel üretim sorunları nedeniyle. Bu sorunları şimdiden görmek, üzerinde düşünmek ve her birinin hem yerel hem de evrensel ölçekte devasa zorluklar olduğunu fark etmek ise artık yaşamsal. Yumurta kapıda.
Bakın bir virüs dünyayı felç etti. Bir anda sahip olduğumuz pek çok değeri anlamsızlaştırdı. Devletler arasında ciddi sorunlara neden oldu. Demokrasilerin yaldızı dökülüyor. Kapitalizm sömürgenleri kurtarma telaşında, doğal olarak. Bir salgın, dünyaya ve insana yapılan tüm kötülükleri bir anda seriverdi gözlerimizin önüne.
Haliyle, evet insanın alışkanlığı sürekli geleceği hesap ederek yaşaması değildir ama artık bir geleceğin olup olmayacağı dahi belirsizken, herkesin kendi kaderi üzerine düşünmesinde ve o kaderin diğer insanlarınkiyle ortaklığı hakkında kafa yormasında çok daha yaşamsal bir yarar var.
Eğer hayatta kalabilirsek kuşkusuz!
Fakat biz kalamasak da birileri olacak nasıl olsa. Kapitalizm nasıl feodalizmin yerini aldıysa, bir başka düzen de onun yerine geçecek. Hiçbir üretim biçimi Allah’ın emri olmadığına göre!
Sık sık bu konu üzerine yazmayı deneyeceğim şu zor günlerde. Ne yapacağız? Neler olabilir? Hangi alan nasıl dönüşebilir? Daha eşit ve doğayla barışık bir yaşam ihtimalleri?
Önerim şu: Çeşitli medya organlarında nefis ve çok şey öğrendiğim yazı ve yorumlara tanık oluyorum. Çoğu yazar benden çok daha birikimli. Onların yazdıklarına atıf yapıyor ve okuma önerisi veriyorum. Artık, bu yazılar bağlamında bu işi biraz daha altını çizerek ve konuyla ilgili yazıları özellikle, uzunca anarak yapmak niyetindeyim.
Her alanda yazanlar içinde bu satırları okuyan varsa eğer, onlardan ricam “Ne olacak?” sorusu üzerine yazılarla katkıda bulunmaları. Herkes birbirinin sözünden haberdar edebilir kendi okuyucusunu. Şu yazı önerisi işini sakın küçümsemeyin, haberdar olmak hakikaten çok önemli. Birbirine bir şey söylemek isteyenler farklı mecraları kullanarak, internet gazeteciliği nimetinden yararlanarak bunu yapabilir. Ortak akıl, birilerinin kapı aralaması, katkı ve eleştiri çok önemli.
Bu yazıda size üç öneride bulunuyorum ve konuya dair ilk yazımda bu üç kaynağın söylediklerini özetleyeceğim, kaç kişi olduğunu bilmediğim siz muhterem okura.
İlki Ümit Kıvanç’ın “Medeniyet iflası: Sophie’nin seçimi.” İkincisi, İrfan Aktan’ın Evren Balta ile söyleşisi: “Korona virüsü bize bir ayna tutuyor.” Üçüncüsü ise yine İrfan Aktan’ın, Abdullah Aysu ile söyleşisi: “Kıtlık geliyor ve çare küçük çiftçilik.” Bu bir söyleşi, fakat Aktan ile Aysu’nun çok sayıda videosunu sakın ihmal etmeyin. Böyle çabalar genellikle görmezden gelinse de tarım meselesi fazlasıyla hayati.
Dediğim gibi, bir sonraki değil, ‘konuya ilişkin bir sonraki’ yazımda, yukarıdaki ilk iki söyleşideki düşünceleri özetleyeceğim sizi ve o güne dek okuyabildiğim diğer yazı-kaynaklardan da haberdar edeceğim mutlaka.
Birlikte düşünme çabası şart. Akıl akıldan üstündür. Bu çok ağır günleri, düşünce ve yazı paylaşarak atlatma çabası da denilebilir belki buna.
Başka bir dünya elbette mümkün. Ve altından kalkamadığım soru: O dokuz kişi ne yapacak?
Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır! Ücretli izin ve infazda adalet haktır!