Savaşa yaklaşımda “Savaşa hayır” gibi net bir ortak dilde birleşebilmek yerine, farklı olma gayesiyle konunun özünden bağımsız tartışmalara çekilmiş buluyoruz kendimizi.
“Savaşa hayır” derken kurulan cümlenin üslubundan, savaşı eleştirenin eleştirme noktasının başlangıcından, tepkinin dozundan bir farklılık yaratma ve şerh koyma çabası var.
Sosyal medya çatışmadan besleniyor. Görüş ayrılıkları sertleştikçe etkileşimi tetikliyor, etkileşim ihtiyacı insanlar için artık Maslow piramidinde bir yer tutuyor.
Bu da sürekli farklı görünme çabasını, farklı olmak adına Savaşa Hayır demede bile bir ötekilik yaratma gayesini tetikliyor.
Biraz ekranlardan uzaklaşıp dışarıdan ve objektif bakmaya çalıştığımızda savaşın kendisi hariç birbirlerinin söylemleri üzerine tartışan bir güruha dönüşüyoruz.
Oysa savaş burnumuzun dibinde ve gerçek. Ekranı kapatınca da geçmeyecek.
Öte yandan ne savaş birdenbire geliyor ne faşizm ne şeriat, hepsi de topuklarını vura vura ama zamanla. Yine de kurbağanın haşlandığını anlamadığı gibi enseye dayandığında şok edici oluyor bir şekilde.