Yaşadıklarımız iyi bir film olsaydı; burada Meclis muhalefeti yüklenir, iktidar vekillerinden bazılarını dönemin ne yaparsa yapsınlar bittiğine ikna eder, kararı tanımaz, yeter sayıya ulaşır, Mecliste seçim kararı alınmasını zorlar ve yine aynı tarihi açıklarlardı. Sen mi büyüksün bu Meclis mi gör bakalım coşkusuyla filmin sonunda heyecandan ayağa kalkardık.
Bizim film distopik seyrediyor, böyle olmayacak. Bir hayal bile değil. Zaten buna harcanacak efor da yok.
Gidiyoruz 14 Mayıs’a. Herkes birbirine soruyor: Olacak bu sefer değil mi?
Bir umuda tutunma isteğimiz var. Daha önce de yazmıştım Profesör Jerome Groopman’ın Umudun Anatomisi kitabını.
“Biz iliklerimize kadar umudun her şey olduğunu biliriz. Zihnimizin gerisinde umudun hiçbir şey olmadığından şüphe ederiz” diyordu.
“Çoğumuz umudu iyimserlik ile karıştırırız. İyimserlik, ‘Her şeyin en iyisi olacağı’ şeklindeki baskın tutumdur. Ancak umut iyimserlikten farklıdır. Umut, ‘olumlu düşünme’mizin telkin edilmesinden ya da aşırı iyimser öngörüler duyuyor olmaktan kaynaklanmaz. Umut, iyimserliğin aksine katıksız gerçeklikten doğmaktadır”
Katıksız gerçekliğimiz: kentler üzerimize devrildi. Mecazda yeni bir iktidarın enkaz devralacağını konuşurken gerçek bir enkazın altında kaldık.