CAN BURSALI
acanbursali@gmail.com / @CanBursali
İlk haftasını geride bıraktığımız Soma Davası, beşinci duruşmasıyla bugün yeniden başladı. Uzun süren kimlik tespiti ve iddianamenin okunmasının ardından geçilen sorgu sürecinde yaşananlar ve davanın seyri hakkında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukat Şerife Ceren Uysal ile konuştuk.
İlk dört duruşmadaki gözlemlerini paylaşan Uysal, ailelerin duruşmalar sırasındaki tavrını ‘mağrur ve sebat içinde’ diye yorumlarken, davanın iki numaralı sanığı Ramazan Doğru’nun ‘fıtrat’ vurgusunun, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların göstergesi olduğunu ifade etti.
Bu dava kapitalizm gerçeğinin yargılandığı bir dava olmalı
Soma Davası’nda geçen ilk bir haftayı nasıl değerlendirmeliyiz? Bu bir haftada neler yaşandı?
Geride bıraktığımız ilk haftayı bir başlangıç olarak kabul etmek gerekiyor. Bu ilk haftadan yola çıkarak bütün bir tabloyu gördüğümüzü iddia edemeyiz. Zira aslında bu haftanın büyük bir kısmı usul işlemlerine ayrılmak durumundaydı. Ancak bu durum dahi önemli veriler elde ettiğimiz ve bir anlamda tarihe önemli kayıtlar düştüğümüz gerçeğini değiştirmiyor.
Soma’da bir katliam yaşandı. 301 işçinin hayatından söz ediyoruz. O işçilerle bir düzeyde yakınlığı olan yüzlerce insanın acısından söz ediyoruz. Ancak bununla da kalmıyor. Hala daha denetimsizlik ve kuralsızlığın kol gezdiği havza madenlerinde çalışmak zorunda olan işçilerin yaşamlarıyla ilgili kaygıları ve katliam sonrası daha da artan ekonomik açmazlardan söz ediyoruz.

Tutuklu sanıklar duruşma salonuna getirilirken. Fotoğraf: DHA
Bütün bu tablo bir arada değerlendirildiğinde aslında bu dava tek başına 301 işçinin yaşamını kaybetmesinden sorumlu olanların teknik anlamda yargılandığı bir dava değil ancak tüm kamuoyuna fıtrat olarak yutturulmaya çalışılan kapitalizm gerçeğinin yargılandığı bir dava olmak durumunda. Ve başta yukarıda sıralamaya çalıştığım genişlikteki mağdur kategorilerinin bütünü açısından, ardından ise Soma’da yaşananlarla canı yanmış tüm duyarlı kamuoyu açısından da insani anlamda ağırlığı olan bir dava.
İlk duruşmada nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Akhisar’da yargılamanın görüleceği duruşma salonuna tamamımız bu ağırlığın bilinciyle gittik. İlk gün oldukça gergindi. Zira bir anlamda madenci yakınları için bu bir hesap sorma anıydı ve daha en başından gerek bir kısım madenci yakınının ifadesinin talimatla alınmak istenmesi ve gerekse tutuklu sanıkların duruşma salonuna getirilmek yerine savunmalarının SEGBİS sistemi ile alınacağının duyurulması bu ağırlığı kat be kat artırdı. Çünkü bütün bu veriler esasta aileler açısından yüzleşme haklarının ellerinden alınması ve hesap sorma isteklerinin önüne ket vurulması anlamını taşıyordu. İlk güne de hali ile bu gerginliğin kendisi damgasını vurdu.
Adalet Bakanlığı yazısını daha görmedik
SEGBİS ısrarından bu dava için vazgeçilmiş gibi görünüyor ama sonraki süreçte SEGBİS büyük itirazlara gebe gibi görünmüyor mu sizce de?
Kamuoyuna da yansıdığı üzere aslında mahkeme heyetinin tensip ara kararında SEGBİS sisteminin uygulanmayacak olması yerinde bir gerekçeyle açıklanmış ve tutuklu sanıkların hazır edilmesi için cezaevlerine yazı yazılması kararlaştırılmıştı. Ancak 8 Mart 2015 tarihli bu ara karardan yalnızca 11 gün sonra, cezaevine yazılan mahkeme müzekkeresinde doğrudan SEGBİS ile ilgili hazırlıkların yapılması talimatı yer almaktaydı. Bu yazıda atıf yapılan Adalet Bakanlığı yazısını ise biz avukatlar hala daha fiziken göremedik.
Ancak salt bu yazıda atıf yapılan kısmıyla, Adalet Bakanlığı tarafından SEGBİS sisteminin önümüzdeki günlerde ceza yargılama usulünün tüm yapı taşlarını değiştirmeye yönelik bir araç, bir anlamda adil yargılanma hakkı ile adalete erişim hakkının önünü kesebilecek bir silah olarak kullanılmasının planlandığı anlaşılabilir.
SEGBİS uygulamasından vazgeçilmesi ailelerin bir zaferi

Fotoğraf: @yarinhaber
Ailelerin tavrı nasıldı?
Doğal olarak tutuklu sanıkların salona getirilmemesi, niyetten bağımsız olarak, madenci yakınlarının adil yargılanmaya olan inançlarını daha en başından zedelemiş oldu. Zira aileler bunu bir kaçırma, koruma olarak algıladılar. Duruşmanın ilk gününde de doğal olarak bu duygu durumlarını tepkisel bir biçimde salona taşıdılar. Bu tepki önü kolay alınabilir bir tepki de değil.
Zira aileler bu facianın akabinde, sokakta tekmelenmekten, fıtrat gibi kabullenişlere zorlanmaya varan ve hatta biber gazıyla tanıştıkları bir 11 ayı geride bıraktılar. Aynı zamanda görülmemiş büyüklükte bir katliamın mağduru oldular. Bu tepkinin biraz daha azını beklemek dahi naiflik olacaktı. Ki ben bir hafta boyunca ailelerin tavrını düşündüğümde inanılmaz bir sebat ve mağrurlukla tanıştığımı düşünüyorum.
Nihayetinde ilk gün ailelerin artan tepkisi ve ardından bizlerin hukuksal alt yapısını tanımlayarak yönelttiğimiz ısrarlı talepleri sonucunda SEGBİS uygulamasından vazgeçilmiş oldu. Bu noktada hemen belirteyim, SEGBİS uygulamasından vazgeçilerek sanıkların hazır bulundurulması kararının verilmiş olmasını hukuksal bir başarıdan öte, ailelerin bir zaferi olarak görüyorum.
Acıyı salondan defetme çabası kendiliğinden bir eylemi tetikledi

Fotoğraf: @alper_tas
Davanın güvenlik gerekçesiyle başka bir yere taşınma talebini de ailelerin metanetli duruşu boşa çıkardı diyebilir miyiz?
Haftaya dair değerlendirmelerin hemen hepsinde bir şekilde hukuksal tartışmanın yerini ailelerin tavrının değerlendirmesi alıyor. Zira duruşmanın şu ana kadar çarpıcı olarak kabul edilecek kısımlarını hep ailelerin pozisyon alışları ve kendiliğinden eylemleri oluşturuyor. Örneğin yoklama yapılan ikinci gün bunun tipik bir örneği.
Başlangıçta mahkeme tüm ailelerden kendi isimlerini ve ölen madencinin ismi ile bu kişiyle olan yakınlığının derecesini belirtmelerini istedi. Ancak daha çeyrek saat olmadan söz alan ve isim söyleyenlerin hıçkırıkları, aralardaki lanet okumaları, tepkisellikleri sonucunda mahkeme ‘sadece kendi isimlerinizi söyleyin’ dedi.
Mahkemenin salondan acıyı defetme çabasıyla birlikte, bu durum ani ve kendiliğinden bir eylemi tetikledi. Aileler inatla ve tüm uyarılara rağmen ölen işçilerin isimlerini söylemeye devam ettiler. Kimi bağırarak söyledi, kimi küçük detaylar vererek, kimi fısıldayarak ama tüm uyarılara rağmen ve inatla söylediler. Bu oldukça etkileyici bir andı ve duruşmaya dair hukuksal bir anlam taşımıyor belki ama hayata dair taşıdığı anlam büyük.
Kişisel olarak şaşkınlık yaşadığım başka bir konu ise iddianamenin okunması sürecinde oldu. İddianame bilindiği gibi 219 sayfa. Çok sıkıcı, çok uzun, çok fazla teknik detay içeriyor. Bir buçuk günde okunması ancak tamamlanan bu metin sırasında birçoğumuz defalarca salonu terk ettik, bir kısmımız dinlemekten imtina ettik. Ama aileler o salondan kıpırdamadı ve pür dikkat dinlediler. Bu bir gözlem değil, bir bilgi. Zira aileler iddianamenin can alıcı yerlerinde öyle keskin tepkiler verdiler ki, o salonda, o iddianameyi yalnızca onların dikkatle dinlediklerini anlamamak mümkün değildi.
Son olarak yine bilindiği üzere sanıkların sorgularına geçildi. Bu kısma dair bu aşamada çok uzun konuşmak doğru değil.
Bu cümlenin tercümesi delil karartmaktır
Bütün bu tabloda özel olarak üzerinde durulması gereken nokta ise son gün ortaya çıkan topçu defterleri muamması. Topçu defterleri bilirkişilerce ve savcılık makamınca istenmesine rağmen şirket tarafından dosyaya sunulmamıştı ve biz son celse bu defterlerin ‘sanık avukatlarının elinde olduğunu’ duyduk, ‘tasnif edip’ sunacağız dediler. Bu cümlenin tercümesi; delil karartmaktır. Mahkeme ısrarlı taleplerimize rağmen işlem yapmadı ancak artık bu defterlerin sanık lehine delil olarak değerlendirilmesi mümkün değil.
Mahkeme heyetinin özellikle ilk günkü yaklaşımı çok olumluydu. Ancak sonraki günlerde tavırlarında bir istikrarsızlık söz konusuydu? Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Bu konuda bir tartışma yürütmek için çok erken olduğunu düşünüyorum. Bu soru bizlere sıkça soruluyor. Ancak daha dört duruşma yaptık ve mahkeme heyeti için olumlu / olumsuz, istikrarlı / istikrarsız gibi cümleler kurmak doğru olmayacaktır. Bu tür cümleler kurduğumuzda ister istemez Türkiye’deki genel yargı pratiğine olan ön yargılarımızla konuşuyoruz. Sadece iki basit gözlem aktarabilirim; birincisi sanık sorgularında, özellikle ikinci gün mahkeme başkanının dosyaya hakim olduğunu ve duruşmaya çalışarak çıktığını gördük. Sorduğu sorular buna işaret ediyordu. İkincisi ise mahkeme başkanının madenci yakınlarına karşı olan üslubu ile ilgili. Bu üslubun yumuşaması gerektiğini düşünüyorum.

Fotoğraf: Can Bursalı | DİKEN
Bu hafta nasıl gelişmelerin olmasını bekliyorsunuz?
Bu hafta öncelikle sanık sorgularına devam edilecek. Bugünden sorguların kaç gün süreceğini kestirebilmek mümkün değil. Bu durum tutuksuz sanıklardan kaçının duruşmaya katılacağıyla da ilgili elbette. Ardından bizlerin doğrudan sorularına geçilmesini bekliyoruz. Doğrudan sorularla birlikte bir takım boşlukların ve çelişkilerin de açığa çıkacağını düşünüyoruz. Ancak nasıl bir takvim olacağını bugünden söylemek mümkün değil.
Bir takım pazarlıkların döndüğünün işareti
Tutuklu sanıkların tamamı suçsuz olduklarını, yaşananların gerçek nedeninin araştırılması gerektiğini söyledi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özetle duruşma sonrasında avukatlar olarak yaptığımız basın açıklamasında da belirttiğimiz bazı noktaların altını çizebiliriz. Bunların başında Ramazan Doğru’yla Can Gürkan arasında savcılık aşamasında öne çıkan çatışmanın, yargılama aşamasında giderildiği gözlemi gelmektedir. Hangi düzeyde giderildi, nasıl bir anlaşmaya vardılar? Bu sorulara bugünden yanıt vermek mümkün değil elbette ama savcılık aşamasında birbiri hakkında şikayetçi olan bu sanıklar, mahkeme sorgusu sırasında aralarındaki çatlaklarla ilgili konuların etrafından dolandılar. Bu durum kapalı kapılar ardında bir takım pazarlıkların döndüğünün işareti olarak okunabilir.
İkincisi ise tüm sanıkların kazanın nasıl olmadığına ilişkin uzun anlatımlar yapmalarına rağmen, ‘nasıl olmuş olabileceği üzerine’ söz söylemekten özenle kaçınmaları.
Şüphe bulutunun arkasına gizlenme çabası
Bu ne anlama geliyor?
Burada bilinmezci bir tablo yaratılmaya çalışıldığı hissi oluşuyor. Ramazan Doğru’nun açıkça ‘fıtrat’a atıf yapması bu anlamda rastlantı değil. ‘Nasıl oldu biz de bilmiyoruz’, ‘araştırılsın’… Masum görünen bu ifadelerin gerisinde, olayı açıklanamaz hale getirerek bir şüphe bulutunun arkasına gizlenme çabası söz konusu.
Yine daha önce de belirttiğimiz üzere, duruşmada kaygı verici bir diğer nokta ise tutuksuz sanıkların sorguları ve bir anlamda aslında en alt kazanç grubunun ifadeleriydi. Adeta suçu üstlendiler. Bu haliyle basın açıklamasında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da belirttiği üzere, 2 bin 400 TL ücret alan mühendislerin bu kadar büyük bir suçu üstlenmekteki motivasyonları ya da belki çaresizliklerinin gerisinde ne olduğu da özel olarak araştırılmaya muhtaç.