LEVENT GÜLTEKİN
@acikcenk / acikcenk@gmail.com
Almanya ve Hollanda, Türkiye’nin iktidar mensuplarına miting yapma izni vermedi. Avusturya başbakanı ise bu tür mitinglerin tüm Avrupa’da yasaklanması çağrısı yaptı.
Bunlara karşılık, bizim iktidar mensuplarından Batı’ya dair zehir zemberek açıklamalar geliyor.
Avrupa’nın kararı, demokrasi açısından yanlış ve sorunlu. Zaten Türkiye’de ana muhalefet dahil birçok kesim ülkelerin bu tavrına tepki gösterdi.
Avrupa’nın yaklaşımını eleştirir hatta kınayabiliriz. Bu kararların altında farklı niyetler, amaçlar arayıp suçu bütünüyle onların niyetlerindeki bozukluğa da yükleyebiliriz.
Ama sorun bitmiyor.
“Avrupa’da giderek yükselen AK Parti iktidarı karşıtlığı bizi nereye götürecek?”, “Artan bu karşıtlığın altında ne var?”, “Ne istiyorlar Türkiye’den?”, “Niçin böyle davranıyorlar?” sorularına aklı selimle cevaplar aramamız gerekiyor.
Çünkü küsmek, kızmak “Vay Türkiye düşmanları” deyip kestirip atmak sorunu çözmüyor.
Sorun iktidarın sorunu değil, hepimizin sorunu.
Avrupa’da artan AK Parti iktidarı karşıtlığı -esasında Erdoğan karşıtlığı- giderek bir Türkiye düşmanlığına dönüşüyor.
Peki neden?
AK Parti iktidarı iç politikadaki antidemokratik uygulamalarını, hukuku hiçe sayan davranışlarını bir şekilde sürdürebiliyor.
İçeride oluşacak muhtemel tepkileri baskıyla, hapisle, OHAL yasaları ile bastırabiliyor.
Fakat hem içerideki bu politikalarının hem de dış politikada yaptığı zikzakların Avrupa’da yarattığı etkiyi ortadan kaldıracak gücü yok.
İktidarın zikzakları, dış politikayı iç politika malzemesi yapması, toplumdaki Batı karşıtlığını kışkırtıcı, diplomasiden uzak bir dili günlük politik dil olarak benimsemesi, sık sık değişen dış politikasının ülkelerde yarattığı öfke…
Tüm bunlar bir araya geldiğinde Batı’da Erdoğan’a ve onun şahsında da Türkiye’ye yönelik bir öfke birikiyor.
Bu profildeki birini kendi iç barışlarına, savundukları değerlere büyük tehdit olarak görüyorlar.
Şöyle düşünün:
Bir köyde yaşıyoruz. Köyün sakinleri var. Herkes hem kendi evinin içinden sorumlu hem de köyde uyması gereken genel kurallar var.
Hanelerden birinin ev reisi her gün etrafındaki komşularını düşman ilan ediyor. Olur olmaz gerekçelerle onları tehdit ediyor. “Bunlar bizim büyümemizi, gelişmemizi istemiyorlar, bizi kıskanıyorlar” gibi gerekçelerle ev halkını diğer hanelere düşman etmeye çalışıyor. Köyün ortak değerlerini hiçe sayıyor.
Sonra bu hane sahiplerinden biriyle bir araya geldiğinde hiçbir şey olmamış gibi dost-müttefik ilan edip diğerlerine nazire yapıyor.
Bir gün birine göz kırpıyor, bir diğer gün bir başkasına.
Bu da yetmezmiş gibi evin reisi kafası bozuldukça ev halkına bağırıp çağırıyor, hapse atıyor, en küçük bir söz hakkı da vermiyor.
Sonra da dönüp bütün köy sakinlerinin kendisine itibarlı kimse muamelesi çekmelerini bekliyor.
Yani demem o ki mahalle kabadayısı gibi davranıp sonra da muteber bir insan muamelesi görmeyi bekleyemeyiz.
İç politikada ‘safları sıklaştırmak için’ Batı karşıtlığı yapmaktan, diplomatik dili bir tarafa bırakıp; tehditle, hakaretle bu ülkeleri düşman ilan etmekten geri durmayacağız, bütün bunlar yetmezmiş gibi içeride de antidemokratik politikalara devam edeceğiz sonra da “Bu ülkeler bize niçin böyle davranıyor?” deyip bütün suçu onların üstüne atacağız.
Olacak şey mi bu?
Böyle yaparak nereye varabiliriz ki?
Bu tutum Batı’da giderek artan Erdoğan karşıtlığını Erdoğan düşmanlığına oradan da Türkiye düşmanlığına çevirmekten başka bir işe yaramıyor.
Üstelik mesele sadece bu da değil. Bir başka boyutu daha var. Konferans için birçok Avrupa şehrine gittim. Gördüğüm tablo akıl alacak gibi değil.
İktidarın sürdürdüğü batı düşmanlığından oradaki AK Parti tabanı da etkilenmiş.
Hem o ülkelerde yaşayıp hem de Batı düşmanlığı yapmaktan geri durmuyorlar.
Ben oradayken Avusturya başbakanının Türklere “Beğenmiyorsanız ülkenize dönün kimse sizi burada zorla tutmuyor” türünden bir demeci vardı gazetelerde.
Yani Avrupa’da yaşayan Türkler arasında iktidarın burada yaptığı Batı karşıtlığının etkisi giderek artıyor.
Haliyle, Avrupa ülke yöneticilerinde bundan dolayı büyük bir rahatsızlık hakim.
Bunun dışında Türkiye’den gidenler kendi aralarında ayrışmışlar. Avrupa’daki Türkler arasındaki kutuplaşma Türkiye’dekinden katbekat fazla.
İnanç, mezhep, ideoloji, etnik köken temelinde büyük bir ayrışma var. Restoranlarını, bakkallarını, derneklerini ayırmışlar. Mezarlıklarını hatta camilerini ayıranlar bile var.
Bu da yetmezmiş gibi iktidar oradaki halktan çevrelerindeki FETÖ’cüleri, PKK’lıları ihbar etmelerini istiyor.
Diyelim, sevmediğim birini ‘FETÖ’cü diye ihbar ettim. Büyükelçilik, o kimseyi çağırıp sorguya çekiyor. Gitmezsen Türkiye’ye girişinde sorun çıkarıyor.
Diğer taraftan ‘FETÖ’cü ya da PKK’lı diye adı çıkan biriyle konuşan, görüşen de elçiliğe ihbar ediliyor. Bütün bunlar Avrupa’da yaşayan toplum arasında akıl almaz bir ayrışmaya neden olmuş.
Batılı yöneticilerde, bu iktidar kaynaklı ayrışmanın yarattığı endişe de hakim.
Türkiye’den gidenler arasındaki kamplaşmanın daha da büyüyeceğini, kendi huzurlarını kaçıracak bir boyuta erişeceğinden de endişe ediyorlar.
Bütün bu sorunları görmeden, kendimize çekidüzen vermeden Türkiye’ye karşı giderek artan bu negatif tavırlardan kurtulamayız.