Merakla beklenen Avatar serisinin ikinci filmi ‘Avatar: Suyun Yolu’ bugün vizyona girdi. James Cameron’un yönetmen koltuğunda oturduğu serinin yeni filminde, başrolleri Sam Worthington, Sigourney Weaver ve Zoe Saldana paylaşıyor.
Film, Pandora gezegeninde Na’vi halkına dahil olup Neytiri ile bir aile kuran Jake Sully’nin, tanıdık bir düşmanın yeniden gezegenlerine tehdit oluşturması sonrası Na’vi halkıyla verdiği mücadeleyi konu ediniyor.
Adını filmden alan bir de sendrom var: Avatar sonrası depresyon sendromu.
Öncelikle, bunun tıp literatürüne geçmiş bir hastalık olmadığını söyleyelim. Ne Avatar ne de başka bir film tek başına kimseyi depresyona sokma gücüne sahip değil. Burada ‘depresyon‘ daha çok ‘hüzün‘ anlamında kullanılıyor.
‘Avatar depresyonu’ kısaca şöyle tanımlanabilir: Avatar filmindeki Pandora gezegeninin nefes kesen güzellikteki doğasını gerçek hayatta bulamamaktan kaynaklanan hayal kırıklığı. Doğadan kopuk olmanın yarattığı üzüntü, gezegenimizin geleceği hakkındaki endişeler ve modern yaşamdan memnuniyetsizlik.
Ne zaman izlediniz de sendroma girdiniz demeyin. Bu kavram bize 2010’da gösterilen ilk Avatar’dan kalma. O dönemde film forumlarına, özellikle de genç insanlar tarafından yazılan binden fazla notta benzer duygular ifade edilmiş.
Biri “Avatar’ı görmeye gittiğimden beri depresyondayım. Pandora’nın harika dünyasını ve tüm Na’vi’leri izlemek bende onlardan biri olma isteği uyandırdı” diye yazarken, diğeri “Pandora’ya benzer bir dünyada yeniden doğacağımı ve her şeyin Avatar’dakiyle aynı olacağını bilsem intihar etmeyi düşünebilirim” demiş.
Sendrom, tıbbi bir teşhis olmasa da hislerin gerçek olduğu görülüyor.
Sıcak soğuk demeden
Peki ‘Avatar depresyonu’ nasıl tedavi edilir?
Hüznümüzün sebebi gibi çaresi de yine doğada.
Örneğin, Yazın ‘sıcak‘ kışın ‘soğuk‘ demeden mevsimlerin hakkını vererek doğayla buluşmak için her fırsatı değerlendirmek bize kendimizi daha iyi hissettirebilir.
Turlarında doğa farkındalığı konusuna özel bir yer ayıran biyomühendis rehber Hüseyin Çağlar İnce, doğanın anlattığı hikayelere kulak verin diyor: “Köyceğiz’de sığla ormanında, Van Gölü’nde, Sarıkamış ormanlarında, Doğu Karadeniz’in dağ göllerinde, Orta Anadolu’nun bozkırlarında, Ege sahillerinde, Akdeniz’in sedir ormanlarında bambaşka yaşamlar, hikayeler yer alır. İç sesinizi kısıp doğayı dinlerseniz bunları duyarsınız.”
İklim krizi konusunda bilinçlenmek, sürdürülebilirlik konusunu samimiyetle benimseyen markaları tüketmek, mümkünse daha az tüketmek, doğa için çalışan sivil toplum kuruluşlarını desteklemek de insanın kendisini daha iyi hissetmesini sağlamak için yapabilecekleri arasında.