
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var
insanatinart@gmail.com
AKM’de gişelerin önünde saat 3’de…
Neredeyse bütün üniversite hayatımız bu ya da benzer cümlelerle geçmişti.
Taksim’de AKM’nin önünde buluşulur. Bambi’de bir karışık tost yenildikten sonra tiyatroya, sinemaya veya konsere gidilirdi.
Atatürk Kültür Merkezi’nin tarihi ilginçtir.
Farklı nedenlerle ve aralıklarla elli yıllık ömrünün neredeyse yarısını kapalı geçirmiş, yanlış hesaplamadıysam yirmi-yirmi iki yıl boyunca kapıları kapalı kalmış; bu ülkenin en büyük gösteri sanatları yerleşkesinden söz ediyoruz.
1946’yılının Mayıs günlerinden birinde temeli atılmıştı.
Kurucu ilkelerinde, cephede siperde gördüğü bir sanatkarı “Hadi bakalım evine dön. Biz cephede topla tüfekle bu savaşı kazanırız. Fakat siz bu ülkenin bilimini ve sanatını güçlendirerek, medeni dünyada hak ettiği yeri almasını sağlayacaksınız” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün temellerini attığı bir anlayışın, oldukça gecikmiş tezahürüydü belki…
Temel atıldıktan sonra başlar trajedi…
Sekiz yılda tamamlanamaz.
“Ödenek yoktur” ki bu cümleyi bir yerlerden anımsıyor olmalısınız.
Belediye Bakanlığa devreder binayı… Niyet ortaya çıktıktan sonra tam yirmi üç yıl sürmüştür binanın tamamlanması.
1969’da açılır Atatürk Kültür Sarayı adıyla…
Ve bir kavga başlar. “Kültür Sarayı mı olmalı, Kültür Merkezi mi?” diye…
Gel gör ki uzun sürmez bu kavga.
Bu satırların yazarı, babasının elinden tutmuş Taksim’de B1 Basınköy otobüsünü beklerken bir akşam, alevler yükselir binadan…
1970 yılında, Atatürk Kültür Sarayı alev alev yanar.
Zamanın kendine ait garip şakaları vardır. O sırada oynayan oyunun adı “Cadı Kazanı”dır.
Arthur Miller’ın oyunu Amerika’da bir kasabada, cadılıkla suçlanan bir grup insanın yakılmasını McCarthy’cilik dönemini eleştirerek anlatmaktadır.
Çok yangınları vardır Taksim’deki kültür binalarının…
Bir elektrik meselesiydi Atatürk Kültür Sarayını da yakan.
Yeniden onarılarak hayata geçmesi sekiz yıl aldı.
Yeniden açıldığında adı Atatürk Kültür Merkezi’ydi.
O sırada İtalya’da Milano kentinde ‘Nuovo Regio Ducal Teatro alla Scala’ ya da kısaca ‘La Scala’ adıyla hizmet veren dünyaca ünlü opera ve tiyatro binası iki yüz yaşını kutluyordu.
Paris’in ünlü opera binası ‘Palais Garnie’ ise yüz yaşındaydı. Yapımı yalnızca on üç yıl sürmüştü.
Bir ülkeye gelen ziyaretçi sayısının o ülkenin ortaya koyduğu kültür ve sanat ortamıyla olan sıkı bağları henüz tam çözülememişti o yıllarda…
Neticede “Plan değil, pilav önemli”ydi.
1978’den 2005’e gençliğimizin en güzel zamanlarını büyük konser salonlarından, oda tiyatrosuna o salonlarda; sayısız tiyatro, sinema, konserde geçirdik.
Öğrenci harçlıklarımızla her hafta bir etkinliğe rahatça gider, biletler neredeyse satışa çıktığı gün tükendiği için erken saatlerde bilet kuyruklarında buluşurduk.
2005 yılında “Bina ekonomik ömrünü tamamladı” denildi. 2008 yılında faaliyetleri durduruldu. Bir kültür merkezinin ekonomik ömrü için yirmi yedi yıl yetip artmıştı bile…
Uzak bir Güney Amerika ülkesi Arjantin’de, akustiği dünyaca ünlü ‘Teatro Colon’, ‘Kolomb Tiyatrosu’ biz ömrünü tamamlamış bir kültür merkezini kapattığımızda, yüz yaşındaydı.
Bu ülkenin gencecik insanları, yukarıda anlattığımız onlarca benzeri olan hikayeler içinde sanat yapmak için çalışmaya devam ediyor.
Tiyatro, opera, bale… Ne olursa olsun yürekleri bembeyaz zambaklar gibi sanatın gür sesini, hayata bakışını, insanlığın kültürel zenginliğini duyurmak için çalışıyorlar.
Dünyayı daha yaşanabilir bir yer kılmak için sanatın duyarlılığına saygı duyan o insanı arıyoruz.
Teknoloji insanlığı uygarlaştıramadı.
Ve gerçek ihtiyacımız, Mars yolculukları ya da uzay madenleri değil.
Bu dünyada insanca, barış içinde, aklı sezgiyle harmanlayarak, mutlu yaşamak.