Gerçek şu ki, Batı demokrasilerinin en önemli özelliği olan “güç paylaşımı”, “hesap verilebilirlik” ve “şeffaflık” bizde yok. Olan da yok oluyor.
Örneğin ne Amerika, ne Asya’da, demokrasi liginde olan bir ülkede kendi ukdesiyle 350 milyon dolar harcayabilen bir lider bulamazsınız. Bu ekonomik ortamda 100 milyon dolarlık bir ‘başkanlık kompleksi’ inşasına bile cesaret edemez kimse. Seçmen canına okur adamın! “Kimin parasıyla ne yapıyorsun?” der. Batı’da para harcamak o kadar kolay değil. Obama, Kongre onayı almadan tek kuruş harcayamıyor. Bütçenin her kalemi, Kongre onayına tabi. Korumalarla gittiği tatili 87 bin dolara mal oldu diye fitil fitil burnumdan getirdiler zamanında. Avrupa’da ise liderlerin zaten böyle devasa harcama kalemlerine imza atamaz.
Peki ya Türkiye’nin prestiji? Erdoğan Türkiye’yi temsil ettiğine göre, ihtişamlı bir yerde çalışmamalı mı? Ah yandaş arkadaşım, sokakların dilenen Suriyelilerle, madenlerin göçük altındaki işçilerle dolmuşsa, ne prestiji? Daha geçen yıl ülkenin aydınlık yüzü sokaklarda bir ay isyan etmişse, ne prestiji?
Tabii ki hepimiz Türkiye’nin anlı-şanlı bir düzeyde temsil edilmesini isteriz. Ama prestij istiyorsak, önce bir demokrasi inşasına kafa yoralım. Sistemi tek bir insana endekslemeden, onun uzantısı bir ihtişam derdine düşmeden, daha kardeşçe, daha eşit dağıtarak. Ve en önemlisi, o fotoğraf karesini vermeden…