Bazen gazeteci arkadaşlarla oturduğumuzda, “Nasıl oldu bu iş bu kadar hızlı? Nasıl kaşla göz arasında böyle otoriter bir Ortadoğu rejimine dönüverdik” diye sorup duruyoruz. Verilebilecek onlarca cevap var; ama hiçbiri Türkiye’nin içe kapanma hızını açıklayamıyor.
İnsanın Türk filmlerindeki repliklerle “Her şey yalan mıydı?” diyesi geliyor. Sahi, Türkiye’deki o açılımlar, o demokratikleşme paketleri, aslında hep Batı dünyası bizi itekledi diye mi oluyordu? Avrupa, Amerika elini çektiği noktada uçurumun ucuna geleceğimizi tahmin eder miydiniz? Bizi yöneten insanların, liderin, toplumun hiç mi demokratikleşme özlemi yoktu?
Bu soruların cevabını bilmiyorum. İçimden “Hayır hayır, tabii ki Türkiye’deki değişim, demokrasi talebi, toplumun kendi dinamiklerinden geldi” demek geliyor.
Ama o zaman da ‘toplum’ diye adlandırdığımız o ‘büyük çoğunluk’ şu an olan bitene nasıl rıza gösteriyor, bunu açıklamakta zorlanıyorum.
Nasıl oluyor da üniversitelerin fakirleşmesine, kurumların çöküşüne, Kürt meselesinin 90’lı yıllara dönmesine, insan haklarının ayıplı hale gelmesine, medyanın karikatürize bir duruma düşmesine, siyasette tek iradenin hâkim olmasına rıza gösteriyor?