Aslına bakarsanız o sabah Silivri’ye giderken, Türkiye’nin ay sonunda Varna’daki Avrupa Birliği zirvesi öncesinde Batı’yla ilişkilerini “toparlama” mecburiyeti yüzünden, o gün en az bir tahliye olacağını tahmin ediyordum. Ama iki oldu. Hem Murat, hem Ahmet geldi aramıza. Çok güzel oldu.
O gece ben ve bir çok gazeteci, uzun zaman sonra ilk kez iyi hissettik. Diyarbakır’dan Hatay’a, Edirne’den Hopa’ya milyonlarca insan, başını telefonundan kaldırıp evdekilere dönerek “Ahmet Şık bırakılmış” dedi. Bizim ev gibi on binlerce evde sessiz bir “Oh” çekildi.
Günün birinde diğer gazetecilerin, siyasilerin, haksız yere cezaevlerinde kalan insanların bırakılacağı ümidi doğdu.
Ancak bu, “buruk” bir sevinç. Karşımızda hâlâ kötücül bir düzen, kalitesiz bir bürokrasi, trajikomik bir hukuk var. Mantığın olmadığı bir yerde adalet aramanın zorluğu var.
Buruk bir sevinç çünkü Ahmet ve Murat tahliye olsa da aynı davadan yargılanan Akın Atalay, hâlâ içeride…
Cemaatçi polisler en azından sahte delil üretir, gizli tanık getirir ve belli bir komplo yaratarak sizi hapiste tutardı. Şimdilerde kimse sahte delil üretmeye tenezzül bile etmiyor. Cumhuriyet davasında “FETÖ’ye yapıldı” dedikleri ödemelerin pideci ve parkeciye yapıldığı, iddia edilen suçların hayali olduğu çoktan kanıtlandı. Tanık olarak çıkarılanlar da, bol bol dedikodu malzemesi verse de, sadece yargılanan Cumhuriyet yöneticilerinin masumiyetini gözler önüne sermiş oldu.
Haliyle dava hâkiminin “bu geminin kaptanı” diye tanımladığı Akın Atalay neden hâlâ tutuklu?