ECE PİROĞLU
@ecePIROGLU
Yönetmen, senarist Özcan Alper’in ‘Aşıklar Bayramı’ dün Netflix’te izleyiciyle buluştu. Başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ ile Settar Tanrıöğen’in paylaştığı film sizi koltuklarınızdan alıyor Orta Anadolu’dan Kars’a uzun bir yolculuğa çıkarıyor ve yirmi beş yıldır birbirini görmeyen baba-oğulun hesaplaşmasına tanık ediyor.
Kemal Varol’un aynı adlı romanından uyarlanan filmde, yıllardır hiç görüşmemiş baba (Heves Ali) ve oğul (Yusuf) planlamadıkları uzun bir yolculuğa çıkar. Babasını yirmi beş yıldır görmeyen oğul, yıllardır babasız kalmanın öfkesiyle sert bir hesaplaşma peşindeyken, şifasız bir hastalıkla mücadele eden baba gecikmiş bir özür ve veda için çıkmıştır bu yola…
25 yılı üç güne sığdıran Heves Ali ve Yusuf’un hikayesini anlatan filmi Özcan Alper’le konuştuk. Alper, süreci, romanda olup filmde olmayan detayları, baba ve oğul ilişkisini anlattı.
Âşıklar Bayramı’nın filmini yapma fikri nasıl gelişti?
Kitabın yıllara yayılan bir meseleyi yalın ve bir o kadar da insanın yüreğini dağlayan şekilde anlatması, gündelik hayattan izler taşıyan detayları yakalaması beni etkiledi. Onun dışında tabi baba oğul meselesi ve geçmişte bırakıldığı zannedilen ama bırakılamayan, unutulamayan, bir yara gibi yıllarca taşınan meseleler bende kitabı filme uyarlama isteği uyandıran şeylerdi.
Ve her şeyden önemlisi yirmi beş yıldır görüşmeyen baba oğulun yıllar sonra görüşüp uzun bir yolculuğa, memleketin bir ucundan diğer ucuna sürecek yolculukları da sanırım benim için fazlasıyla tetikleyici oldu.
Romanda hikaye Diyarbakır’da başlarken filmde Kırşehir’i görüyoruz. Neden böyle bir değişiklik yapıldı, film nerelerde çekildi?
Romanda Yusuf karakteri Diyarbakır’da yaşıyordu. Baba, annesinin mezarına ziyaret etme bahanesiyle onun yanına geliyordu. Romandaki Diyarbakır-Kars yolculuğunu Kırşehir-Kars yolculuğuna çevirdim. Çünkü ana karakterlerden biri olan baba Heves Ali bir aşık… Bana açıkçası Orta Anadolulu ve bu gelenekten gelen bir aşık olması daha doğru geldi. Hatta öyle ki âşık değil ‘dengbej‘ olması daha makul olurdu. Çünkü romanda Kemal çok daha iyi bildiği Diyarbakır üzerinden Yusuf’u Diyarbakırlı yapmıştı. Bana ise onun Anadolu’da sıkışmış kasabayı andıran bir şehirde yaşaması ve oralı olması daha doğru geldi. Bir de daha önceki filmlerimden ‘Gelecek Uzun Sürer’i Diyarbakır-Hakkari arasında çekmiştim. Aynı güzergâhı kullanıp tekrara düşmek de istemedim.
Cem ve semah sahnelerini köylüler oynadı
Film Kırşehir, Kapadokya, Elazığ, Dersim’in bazı ilçeleri, Bingöl, Erzurum ve Kars güzergâhında çekildi. Zaza köyündeki çekimler maalesef romanda geçen Kerer bölgesindeki köy lojistik olarak çok yükseklerde olduğu için başka bir yerde ama alevi köyünde çekildi. Bu köydeki çekimlerde kendi oyuncularımız dışındaki yardımcı oyuncular evet gerçek köylülerdi. Hatta öyle ki gerçekçi olması açısından cem ve semah sahnesinde de onların olması daha doğru geldi.
Alevi kültürü ve yaşam biçimine saygı duruşu filmi çekmemin nedenlerinden biriydi
Romandaki bazı detaylar filmde yer almıyor. Siyasi vurgular, Yusuf’un sevgilisi Aylın… Bir sebebi var mı?
Açık söylemek gerekirse roman uyarlaması her zaman kendi içinde sorunlar taşıyabiliyor. Özellikle de Âşıklar Bayramı gibi çok sevilen romanların uyarlanması daha da risk taşıyor. Çünkü herkes açıkçası romanı okurken kendi filmini çekiyor…
Romandaki siyasi vurguları özel olarak azaltmak ya da çıkarmak gibi bir yönelimim olmadı. Alevilik meselesi bazı yerlerde romanda da çok altı çizili gibi gelmişti. Filmde ise bazen söylemek yerine gösterirsiniz. Açıkçası cem ve semah sahnesi ya da babanın kendini o köylerde çok rahat hissetmesi onları dost bilmesi özel bir hürmet taşıması zaten filmin derdini o açıdan anlatıyor geldi bana.
Kendim de hayatımın çoğu zor zamanlarında benzer bir biçimde onların yanında daha rahat etmiş biri olarak bunu söyleyebilirim. Hatta öyle ki romanı ilk okuduğum zaman aşık bir adamın alevi olmadığı halde alevi gibi kabul görmesi, romanın alevi kültürüne ve yaşam biçimine saygı duruşu filme çekmemin nedenlerinden biriydi.
Ermeni hikayesine gelince, özellikle üçüncü filmimde (Rüzgarın Hatıraları) bu konu üzerine film yapmış biri olarak, hikayede özel olarak yeri olmadan babanın bir cümleyle bu meseleye dair cümle kurması, tam tersi bana meseleyi filmde bir yan hikaye açmadan öyle anlatmak, sorunu hafifletmek gibi geldi.
Bir de romanda Elazığ’daki konak sahneleri çok yer tutuyordu ve orada Yusuf üzerinde Ermenice yazı olan bir taş görüyordu. Babası Heves Ali buna istinaden adalet sorusunu oradan alıp cevaplıyordu. Senaryoda doğal olarak seyreltmeye gidince çoğu sahneyi atıyorsunuz. Bazen edebiyat bu konularda daha avantajlı olabiliyor. Ama filmde o meseleyi daha geniş anlatmıyorsanız çok eklektik ve arada karakterin değil, senaristin görüşü bu dediğimiz sahneler ortaya çıkabiliyor.
Aylın sahneleri sonradan çıkarıldı
Aylın ve ona yazılan mektuplar konusu da şöyle: Kitabı filme uyarlamak istediğimde Kemal ile ilk konuştuğumuz meseleydi bu. Çünkü romanda da araya girer bu geçmiş hikaye ve mektuplar. Senaryoda uyarlamada ilk yaptığım bu mektupları çokça azaltmak oldu. Çektik de bu bölümleri. Ama en sonunda kurguda Aylın meselesinin baba oğul hesaplaşma ve yolculuklarını böldüğünü düşünüp çıkardım. Bence sanırım başka bir roman ve başka bir filmin hikayesiydi o. Öyle de oldu. Kemal devam romanı yazdı. Ve daha çok Aylın ile Yusuf arasındaki geçmişte kalan bitmemiş ilişkinin yüzleşmesi ve hesaplaşması üzerine bir roman oldu. Bence çok da güzel oldu.
İlk kez bir edebiyat uyarlaması çekiyorsunuz ve yine ilk kez dijital platforma iş yapıyorsunuz. Deneyimleriniz nasıldı? Çekinceleriniz oldu mu?
İlk kez edebiyat uyarlaması çektim ama bu konuda çok fazla tereddütlerim olmadı. Çünkü kendi yaptığım sinemada hem edebiyattan beslenen bir yanım, hem de edebiyatçılarla ortak senaryo yazma deneyimlerimin de etkisiyle bu yönlü pek kaygım olmadı. Ama edebiyat uyarlamasında okur bazen doğrudan tüm romanın filme uyarlanmasına odaklı olabiliyor. Bu da farklı beklentiler yaratabiliyor. Bu yönüyle çok farklı eleştirilere ve yorumlara açık olmak da gerekli sanırım.
Çünkü ben biliyorum ki Kemal Varol’un kitabını her kim uyarlasa her biri başka film olurdu. Filmi ilk başta dijital platforma çekmeyi planlamamıştık. Ancak hem pandemi sürecinin uzaması hem de sinema salonlarının geleceğinin belirsizliği nedeniyle dijital platforma yapmaya karar verdik. Bu tabii ki filmin bütçesini karşılama ve farklı olanaklar yaratma anlamında ciddi bir imkan yaratıyor. Ve yaptığınız şeyin öyle ya da böyle çok ciddi bir seyirciye ulaşacağını bilmek de bir avantaj ve yeni bir olanak sanırım. Benim önemsediğim ve tereddüt ettiğim tek şey yapım sürecinde senaryoya karışıp karışılmayacağı meselesiydi. Bu konuda hem şanslı, hem de çok özgürdüm. Senaryoya hiç karışılmaması tüm kaygılarımı yok etti.
Dijital platformların sinemanın yerini aldığı/alacağı hakkındaki yorumlara ilişkin düşünceleriniz neler?
Dijitallerin sinemanın yerini alıp almayacağını sanırım önümüzdeki sonbahar ve kış daha net anlayacağız. Çünkü insanlar pandeminin olumsuz etkisinden kurtulup yeniden sinema salonlarına dönecekler mi? Ve aynı şekilde evlerde tek başına değil, sinema salonlarında hep birlikte film izlemenin keyfini yeniden hatırlayacaklar mı? Umarım düşlediğimiz gibi sinema salonlarına döner seyirciler. Yoksa başka türlü bir sinema bizi bekliyor olacak. Ama teknolojideki gelişmeler ve dijital platformların yarattığı gerek izleme alışkanlıkları gerekse film yapım biçimlerinin ciddi bir tekelleşme yaratacağı da çok açık ortada.
Sizin baba-oğul / oğul-baba deneyiminiz nasıl? Sizce bir baba oğlu için oğlu baba için ne ifade ediyor?
Benim babam halen hayatta. Hatta filmdeki Yusuf’un babasınki gibi onun da adı Ali… Lakaplı ismi ise Bert Ali… Aslında filmdeki gibi olmasa da bu coğrafyadaki tüm baba oğul ilişkileri gibi benim de babamla olan ilişkim, hayatımın farklı dönemlerinde hep inişli çıkışlı oldu…
Çocukluğumda yaptığı iş nedeniyle Hopa’dan İran, Irak gibi ülkelere giderdi. Kamyon şoförüydü. Bazen bir ay gelmediği olurdu. Gelince tekrar bir haftayı bulmaz, yollara düşerdi. Uzun karlı kış günlerinde onun gelişinin daha da uzadığını hatırlıyorum. Kendisi çok okumak istediği halde okuyamamıştı. O yüzden çocuklarının okumasını çok önemsedi. ‘Gelecek Uzun Sürer’ filmimde Ahmet karakterinin söylediği gibi onunla uzun bir yolculuğa çıkıp belgeselini yapmak isterdim.
Ben o kuşağı hep sevilmedikleri için sevmeyi beceremeyen bir kuşak olarak gördüm. Yaşadıkları yarı feodal toplum düzeninden dolayı çocuklarını sevmeyi ayıp saymış bir kuşak düşünün. Sanırım babam bu nedenle uzun ve yorucu o yolculuklardan sonra bize hep özlemle gelen ama bir yandan hep otorite de kurmaya çalışan biriydi.
İlkokul mezunu olmasına rağmen ülkedeki ve dünyadaki meseleleri takip eden, sosyal demokrat biriydi hep. Üniversite dönemimde doğal olarak daha çok tartıştık, kavgalar ettik. Küstük, barıştık. Birbirimizi etkiledik… Sanırım babamı kendimde çok geç baba olunca daha iyi anladım… Artık çok farklı bir baba oğul ilişkimiz var.
‘Senaryo bitiminde Kıvanç’a karar vermiştim’
Cast süreci nasıldı, senaryoyu yazarken kafanızda oluşturmuş muydunuz isimleri?
Senaryoyu yazarken daha çok Yusuf karakteri üzerinde düşündüm. Baba Heves Ali için ise açıkçası birkaç oyuncu canlanıyordu kafamda ama hep romandaki gibi çok yaşlı birileri geliyordu. Senaryo bitiminde Kıvanç’a karar vermiştim. Senaryoyu yolladım ve karşılıklı tanışıp çok hızlıca çalışma kararı aldık. Baba karakteri için de pandemi süreci devam edince kısmen daha genç yaşta bir oyuncu arayışına girdik. Ve bu süreçte Settar Tanrıöğen ile çalışmaya karar verdik.
‘Devam filmi şimdilik yok’
Yol bitiyor mu yoksa asıl yol bundan sonra mı başlıyor? Devam filmi çekilecek mi?
Tıpkı hayattaki gibi diyelim yol bitmez aslında. Sanırım aynen bundan sonra başlıyor yol… Devam romanı yazıldı. Ama devam filmi şimdilik yok.