Psikoloji alanındaki yeni bir araştırmaya göre, ahlaki kaygılar yüzünden insanlar daha az affedici olabiliyor. Hatta, kendi değerlerine aykırı davranışlar sergileyen insanları tek kalemde silebiliyor.

Psychologytoday.com’da yer alan bir araştırmaya göre davranış şekli bize uygun olmayan insanları değerlendirirken temkinli olmak ama ahlaki durumların esneklik gerektirdiğini unutmamak gerekiyor.
Bağışlayıcı olmak şart mı?
Güçlü bir ahlaki pusulaya sahip olmak, genellikle bağışlayıcılıkla ilişkilendirilir. Pek çok dini gelenek de başkalarının günahlarının affedilmesini salık verir. Ama yeni araştırmalar, insanların günlük yargılarında tam tersi bir eğilim sergilediğini gösteriyor.
Franklin&Marshal College’da psikoloji alanında çalışan Dr. Joshua Rotman’ın, Emily Foster-Hanson ve Sam Bellersen’la birlikte yaptığı yeni araştırma, insanların değerlerinin, ahlaki karakter yargılarını nasıl şekillendirdiği sorusuna yanıt arıyor. Ve bu araştırma, ahlakın yüce gönüllülüğe karşı olduğunu gösteriyor.
İkilemlerde ne tepki gösterecek?
Araştırmada, katılımcılara ahlaki ikilemlerle karşı karşıya kalan insanlar hakkında bir dizi senaryo sunuldu. Her durumda, senaryodaki ana karakter, rakip bir ahlaki hedefi – örneğin adil olmak – desteklemek için tipik bir ahlaki eğilimine (örneğin sadık davranmak) karşı çıktı. Daha sonra katılımcılardan karakterin ahlaki eğilimini değerlendirmeleri istendi. Örneğin, karakterin derinlerde sadık bir kişi olup olmadığı.
Tek bir hata yetti
Katılımcıların kendi manevi değerleri hakkında da bilgi sahibi olunan araştırmada, çok çeşitli senaryolar arasında, katılımcılar, karakteri geçici bir hatadan sonra ‘azalan bir ahlaki öze sahip’ diye değerlendirdiler.
Örneğin, sadakate adaletten daha fazla değer veren insanlar, sadakatin adalet için feda edildiği tek bir örnekten sonra, birini sadık bir kişi olarak sınıflandırmayı özellikle bıraktı. Katılımcıların gözünde, o kişilerin ahlaki karakterleri azaldı.
Üzgün olmaktansa güvende olmak
Cognition dergisinde yayımlanan araştırma sonucunu Dr. Joshua Rotmann şöyle özetliyor:
“Bulgularımız, üzgün olmaktansa güvende olma düsturuyla tutarlıdır. Ahlaki etkileşimler büyük ölçüde güven gerektirir, bu nedenle başkalarıyla işbirliği yapmaya aşırı eğilimli olmak, hızla talihsizliğe yol açabilir. Bir kişinin, kendi ahlaki değerlerini paylaşmadığına dair bir belirtiye ihtiyatla yaklaşması, muhtemelen uzun vadede meyvesini verecektir.”
Güvenimiz devam etmeli mi?
Araştırma bulguları, bu kadar ciddi ahlaki beklentilere sahip olmanın, bizim için en iyisi olup olmadığını düşünmemize yol açabilir. Sırf beyaz bir yalanla birinin duygularını korumaya çalıştığı için birini sahtekar saymalı mıyız, yoksa istisnalara izin mi vermeliyiz? Yıllarca vejetaryen olarak bildiğimiz bir kişi, et yemeye başlarsa, ona güvenimiz devam etmeli mi?
Bir günahkarın aziz sayılmaya başlaması için pek çok iyilik yapması gerekirken iyi bir insanın kötü sayılması için yalnızca küçük bir yanlış adım atması yeterli oluyor.
Sonuç olarak, derinlemesine düşünmek, ama ahlaki durumların genellikle esneklik gerektirdiğini kabul etmek faydalı olabilir.
Zaman zaman kendi ahlaki eğilimlerimize aykırı hareket eden ve bunun yerine ahlaki açıdan değerli başka hedeflerin peşinden koşan insanlara karşı daha bağışlayıcı olursak, ahlak hoşgörü ile daha uyumlu hale gelebilir.