SEÇİL TÜRESAY
secilturesay@diken.com.tr
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 81’inci yılında, her 10 Kasım’da, saat 09:05’te olduğu gibi yurdun dört bir yanında hayat durdu. Ankaralılar ve Ulu Önder anısına hayatı kentlerinde durdurmak yerine O’nun ebedi istirahatgahında olmak isteyenler ise Anıtkabir’e aktı. Türkiye’nin farklı illerinden yola çıkan yüz binler Ata’nın huzurunda olmak için sabahın erken saatlerinde oradaydı.
Anıtkabir’e akan insan seline İstanbul’dan bindiğim trenle ‘kapılan’ ben, sabah saat 08:15’te Akdeniz Caddesi üzerindeki kapının girişindeydim. Çocuğu omzunda babalar, pusetteki bebeğine su içiren anneler, kol kola girip birbirlerinden destek alan yaşlı karı-kocalar, arkadaşlarıyla gelen gençler, orta yaşlılar, toplumun bileşenlerinin temsilcileri oradaydı.
Çoğunun elinde bayrak ve karanfil, üzerinde ‘Atatürk temalı’ bir giysi veya aksesuar, bazılarında kalpak vardı. Uzun süreceği belliydi ama bekleyen herkes bir an önce içeri girmek için can atıyordu.
Girişte sohbet ettiğim Emine hanım, Tokat’tan torununa bakmak için geldiğini, bugün ise oğlu ve gelininden ‘izin’ istediğini belirterek, “Buradayken gelmesem olmazdı; her şeyimizi O’na borçluyuz” dedi.
Kütahya’dan arkadaşlarıyla gelen eczacı teknisyeni Feriha hanım, “Bu topraklarda özgürce nefes alıp vermemi O’na borçluyum” diyerek neden orada olduğunu açıkladı. Güvenlik kontrolünün ağırlığına ve devlet erkanı Anıtkabir’deki törenini bitirmeden yurttaşların alınmamasına ise “Aslında önce bizi almalılar; O’nu en çok sevenler daha önce içeri girmeli” sözleriyle tepki gösterdi.
İçeri girmek için heyecanlananlar zaman zaman alkışlarla protesto etti güvenlik noktalarındaki uzun bekleyişi. İkinci noktadaki polislerin, “Kadınlar geçsin” sözüne ise “Camiye mi giriyoruz. Başka kentten geldik, annemizden, eşimizden neden ayrı girelim” diyerek tepki gösterdi kalabalıktaki erkekler.
Ve, saatler 09:05’i gösterdiğinde siren sesi duyuldu. Saygı duruşu sırasında herkeste bir duygusallık vardı; kimilerinin gözünden yaş aktı. İnsanların aynı zaman diliminde yaşamadıkları biri için ağlaması, saatlerce beklemeyi göze alarak oraya gelmesi aslında Atatürk’ün bu topraklarda bıraktığı derin izin en somut göstergesiydi.
‘Çok seviyoruz ve özlüyoruz’
İstiklal Marşı bitince altı-yedi yaşlarındaki bir erkek çocuğu, yanımda duran annesini ve beni gözü yaşlı görünce, “Neden ağlıyorsunuz” diye sordu. Annesi, “Çok seviyoruz ve özlüyoruz” diye yanıt vererek hislerime tercüman oldu.
Fotoğraflarıyla, yaşam öyküsüyle, fikirleriyle tanısak ve sınırlı sayıdaki ses kayıtlarını dinlemiş olsak da ‘fiziki anlamda’ hiç görmediğimiz birini özlemek, O’nun sözünde olduğu gibi ‘naçiz vücudu toprak olsa da’ Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağının güvencesiydi. Ve, yaptıklarının öneminin kuşaktan kuşağa aktarıldığının, özümsendiğinin işareti!
Ben ve etrafımdakiler üçüncü ve son güvenlik noktasını aştığımızda, “Bu kadar insan var; dört-beş gişeden geçiyor. O nedenle bekleniyor. Daha iyi organize olunmalıydı” diyenler oldu.
‘Her geçen yıl daha kalabalık oluyor’
Ankara’da yaşayan bir Adanalı olan, eşi ve 2.5 yaşındaki oğlu Batın Emre’yle gelen bilgisayar mühendisi Ömer bey, “Her yıl geliyorum ve her geçen yıl daha kalabalık olduğunu görüyorum. Işığa doğru ilerliyoruz” dedi. Ata’ya akın edenlerin sayısının artmasında siyasi iklimin etken olduğunu ve oğlunun bu sabah uyanır uyanmaz, “Bugün Atatürk’e gidiyoruz” dediğini anlattı.
Mersin’den gelen dört yaşındaki Mina Tane, “Bayrağım yok” diye ağlarken öndeki ‘ablalardan’ biri ona bayrağını verdi. Bayrağı alıp sallamaya başlayınca yüzü güldü minik kızın. Babası, ona Atatürk ve bayrak sevgisini aşılamak için ellerinden geleni yaptıklarını anlattı.
Çorlu’dan gelen 5.5 yaşındaki Kaan’ın, Yozgat’tan gelen 10 yaşındaki Gültuğ’un, İzmir’den gelen sekiz yaşındaki Efe’nin dilinde İzmir Marşı, gözlerinde heyecan vardı. Bolu’dan gelen 1.5 yaşındaki Ece şimdilik bir şey anlamıyordu belki ama annesi bu günün gelecekte, “Ben minicikken oradaydım” diyebilmesi için bir hatıra fotoğrafı olacağını, aklı erdiğinde yeniden getireceklerini söyledi.
Kontrol noktaları aşıldıktan sonra trafik ‘akıcı’ hale geldi. Anıtkabir’in ana avlusunun merdivenlerinde ise görevliler bekleyenleri grup grup içeri aldığı için yine bir bekleyiş başladı. O sırada Anıtkabir’i, özellikle de karanfillerden oluşturulan Atatürk portresi ve Türk Bayrağı’nı arkasına alıp fotoğraf çektirdi herkes.
İstanbul’dan gelen 10 yaşındaki Sefa’nın ev hanımı annesi de Kütahyalı Feriha hanım gibi “Özgürce yaşamamızı, insanca yaşamamızı O’na borçluyuz” diyerek devam etti: “Biz birkaç saat burada beklemişiz çok mu!”
‘O’nun sayesinde böyle güzel yaşıyoruz’
Samsunlu emekli polis Hilmi amca ve karısı Muhterem teyze, kızlarının kanser tedavisi gördüğünü ancak bugün, “Ben gidemiyorum, siz gidin diyerek” onları yolladığını söyledi. Hilmi amca, “Kızım, O’nun sayesinde böyle güzel yaşıyoruz. Ankara’ya geldiğimizde gelmiştik ama bugün tekrar gelmek istedik” dedi.
Ankara’da dershaneye giderek üniversiteye hazırlandığını söyleyen 19 yaşındaki Emre, “Neden buradasın” diye sorduğumda, “O’na minnet borcum olduğunu düşünüyorum” diyerek yanıt verdi ve aslında bekleyen herkesin neden orada olduklarını en kısa ve öz şekliyle özetlemiş oldu.
Kayseri’den 21 kişilik sağlıkçı ekibi olarak geldiklerini, ekim sonunda bu ayın nöbetleri yazılırken 10 Kasım’a kendilerine nöbet yazılmamasını istediklerini söyleyen röntgen teknisyeni Ayşe hanımın sözleri kalabalıkta kadınların çoğunluğu oluşturmasının nedenini anlatıyordu: “Kocamın yanında yürüyebiliyorsam, otomobil kullanabiliyorsam, bir adamın dördüncü karısı olmak yerine çalışıp ekmeğimi kazanabiliyorsam hepsini Atatürk’e borçluyum. O, seçme-seçilme hakkını bize gelişmiş ülkelerden önce verdi.”
Mersin’den komşularıyla gelen Belgin hanım ve Ahmet bey, her zaman TV’den izledikleri bu kalabalığın içinde olmaktan duydukları mutluluğu ifade etti. İkisi de Atatürk’ün ‘Benim en büyük eserim’ dediği Cumhuriyet’in kazanımlarına teşekkür borçlu olduklarını düşündükleri için oradaydı. Karaman’dan ‘10 Kasım turu’yla gelen grup, bu yıl Ata’nın huzurunda O’na bağlılıklarını ifade etmek için Anıtkabir’deydi.
Ben ve benimle aynı zamanda gelenler, saat 11:15’te, girişte beklemeye başladıktan üç saat sonra Atatürk’ün mozolesinin olduğu alandaydık. Kimi dua etti, kimi saygı duruşunda bulundu; büyük çoğunluk fotoğraf çekti. Mozolenin önündeki kordonun aşılmaması için sürekli uyarı yapılırken çıkışa doğru yönelenlerin içinde önemli bir görevi ifa etmiş olmanın mutluluğu, huzuru vardı.
Anıtkabir’deki tablo, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “İki Mustafa Kemal var. Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur” sözlerinin doğru olduğunun kanıtıydı. Bugün, ülkelerinin kurucu lideriyle ‘biz’ olduklarını gösteren yüz binler, ‘ikinci Mustafa Kemal’ oradaydı. Ve, görünen o ki gelecekte de hep orada olmaya kararlıydı!