BERNA KAYTAZ
@bernakaytaz
2003 yılıydı. Plak şirketleri periyodik olarak biz radyoculara dünya müzik sektöründe yeni yayınlanan şarkıları compact discler (CD) şeklinde servis ederlerdi. Dikkat çekecek, sevilecek yeni bir ismi ve şarkıyı keşfetmek ve o keşfi radyoda ilk çalıp, dinletmek radyocuları çok heyecanlandırırdı. O heyecanla ben de hemen gelen CD’yi dinlemeye başladım.
Amy’nin sesini ilk duyduğum o anı çok net hatırlıyorum. ‘You should be stronger than me‘ diyordu. Şarkının neşeli ritmi, sözlerin haylazlığı ve Amy’nin sesindeki samimiyeti çok sevmiştim. Şarkıyı radyoda çalmadan önce birkaç kez art arda dinledim. Şarkıyı dinledikçe Amy’nin olgun ve sofistike yorumuna kapılmıştım. O dönem çalıştığım radyonun sabah yayınında, “Bundan sonra bu sesi radyolarda eminim ki çok duyacağız. İngiltere’den genç bir yetenek; Amy Winehouse!“ şeklinde coşkuyla tanıtarak şarkısını çaldım. Bu tanışmamızdan sonra bir daha Amy Winehouse’u hiç bırakmadım.
“Ben müzisyenim. Diplomatik davranmama gerek yok, yani ünlü olacağım o beş dakikanın peşinde değilim. Ben sadece dürüst olmaya çalışan bir müzisyenim.” Amy Winehouse
Amy Winehouse’un dürüstlüğü kendiyle ilgili şarkılar yazmasında. Kendi şarkılarını kendi tarzında yazıyor. Açık sözlü, duygusal ve şiirsel. Yaşadığı kötü durumları şarkıya dönüştürmesi müzikle saf bir ilişki kurmasını sağlıyor. Bu yüzden müziğe bir insanmışçasına ihtiyaç duyuyor. İçini notalara döküyor. Amy Winehouse’un her bir şarkısının duygusu var. Onun şarkılarını duyanlar yani hissedenler alışılmışın dışındaki bu genç kıza gidişinin ardından on iki yıl geçmesine rağmen hala yürekten bağlı. İnsanların hakkında ne düşündüğünü umursamayan Amy Winehouse, kalp kırıklıklarını da aşk acısını da şarkılarında açıklıkla paylaşabilecek kadar cesur. Başına gelen olaylarla ilgili şarkılar yazarak iyileşmeye çabalıyor.
İngiliz müzisyen Amy Winehouse, 2003 yılında ilk albümü Frank için plak şirketiyle sözleşme imzaladığı gün kendi başına eve taşınıyor. “Şarkılarımı rahatça yazabileceğim, yüksek sesle müzik dinleyeceğim kendime ait bir evim olsun istiyordum” diyen Amy Winehouse’un, 1800’lerin sonunda aynı topraklarda yaşayan Virginia Woolf’un özgür ruhlu kadınları istediklerini yapmaya yüreklendirmek için “Bir kadının parası ve kendine ait bir odası olmalı” çağrısını duyması hiç de şaşırtıcı değil.
Kimseye benzemeyen tarzı, tavrı ve sesiyle tüm dünyanın dikkatini çeken Amy Winehouse, ilk albümü Frank ile parlıyor. Hayat dolu, afacan ve asi Amy elde ettiği başarının keyfini henüz çıkarmaya başlıyor ki, Blake Fielder-Civil ile tanışıyor. Blake ile ilişkisi sansasyonel kelimesinin tam karşılığı. Aşırı içki içip sarhoş oluyorlar, uyuşturucu kullanıp taşkınlık yapıyorlar. Amy ve Blake beraberken sanki dünyada başkası yokmuşçasına disiplinsiz ve sorumsuz davranıyorlar, peşlerinde paparazzi ordusuyla yaşamlarını gözler önünde yaşıyorlardı. Blake, Amy’i manipüle edip kendi karanlığına çekiyordu. Blake’e olan tutkusu Amy’nin sağlıklı düşünmesini ve davranmasını engelliyordu. Amy, terk edildikten sonra Blake’in ardından en iyi yaptığı şeyi yaptı. “Bırakın beni şarkı yazayım” dedi ve yaşadığı en derin duygulardan oluşan Back To Black albümündeki şarkıları yazmaya başladı. Amy albümdeki şarkıları yazarken cehennemi yaşıyor, parçalanıyordu. 2006 yılında yayınlanan Back To Black, Amy Winehouse’un ikinci ve son albümüydü. Albüm dünya çapında çok büyük bir ilgiyle karşılandı ve Amy’e beş Grammy ödülü kazandırdı. Kızıyla çok da ilgili olmayan baba Mitch Winehouse, Amy’nin ölümünün ardından yazdırdığı Kızım Amy kitabında “Yirmi birinci yüzyılın en çok satan İngiliz albümü Back To Black, Tanrı’nın yarattığı en aşağılık herif içindi” demişti.
Amy Winehouse ‘kahramanım’ dediği caz efsanesi Tony Benett’in hayranıydı. Back To Black albümünden sonra ‘Body And Soul‘ düet şarkısının kayıtları için Amy Winehouse ile Tony Benett stüdyoda tanışmışlardı. Bu, Amy’nin kayıt ettiği son şarkıydı. Tony Benett, “Amy, bir meleğin sesine sahipti. Çoğumuzun burada yaşadığından daha yüksek bir düzlemde bir varlıktı” diyerek Amy’nin bu dünyaya ait olamayacak kadar naif bir ruhu olduğunu çok güzel ifade ediyordu.
Birlikte radyo programları yaptığımız müzikle hemhal olma şeklini çok sevdiğim arkadaşım yazar Ece Temelkuran ‘Düğümlere Üfleyen Kadınlar‘ kitabında Amy Winehouse ile ilgili yaptığı saptamada şöyle diyor: “Ona bahşedilmiş olanla baş edemiyor. Sesinden belli. Tıpkı Billie Holiday gibi. Sonra…neydi o kızcağızın ismi… Janis Joplin gibi…Hep aynı hikaye. Toplayamıyorlar kendilerini. Sahip olamıyorlar bahşedilene. Kendilerini koruyamıyorlar. Sonra da uçamayan renkli kuşlar gibi… Çat! Biri mutlaka vurur böylelerini. Söyleyin bana, bu kızcağızı kim vurdu ki sesi böyle çıkıyor?”
Renkli, yetenekli Amy Winehouse’u vuran sevgiye olan zaafıydı. Amy not defterinin son sayfasına şöyle yazmıştı: “Yaşamak için seviyorum…Ve sevmek için yaşıyorum.“
Duygularını yükseklerde yaşıyordu. İçine gömdüğü yaralar kapanmıyor ve onu kanatıp, bitiriyordu. Başarısı artarken renkleri soluyordu. Dünyanın gürültüsünden uzaklaşmanın en huzurlu yolu onun için müzik yapmak olsa da Amy, yalnız trajedisini yaşıyordu.
2021 yılında aramızdan ayrılan gazeteci, televizyoncu arkadaşım Sevim Gözay ile 2017’de Amy Winehouse’un ölüm yıldönümü için radyoda özel bir anma programı hazırlamıştık. Sevim, Amy için “Heidi’deki Clara’nın mürebbiyesi Bayan Rottenmeier gibi Amy’i kuvvetlice sarsıp ‘Kendine gel. Kendi değerinin farkına var’ demek isterdim” demişti o karakteristik ses tonuyla. Evet, Amy Winehouse’u dinledikçe tanıyor, tanıdıkça seviyorduk ve kırılganlığı, hassasiyeti onu koruma, kollama içgüdüsü uyandırıyordu. Uzun hayat tecrübesiyle Tony Benett ihtiyacı olan şefkatle sesleniyordu Amy’e: “Biraz sakinleş. Önemli birisin sen. Yeterince uzun yaşarsan hayat sana nasıl yaşayacağını öğretir.”
Maalesef yeterince yaşayamadı Amy!
Kontrolsüzce aşık oluyor, cömertçe seviyor, kalbini veriyordu. Aşkta umduğunu bulamayan Am, aşk acısından yerlere düşüyor, sürünüyordu. Yerden kalkması belki biraz sürüyor ama en büyük tutkusu müziğe sarılarak ayağa kalkmayı başarıyordu. Üzerini, saçını başını düzeltip yürümeye yeniden başlıyordu.
Ölümünden bir kaç gün önce sokakta çekilen son fotoğraflarında kilo almış, ayık, iyileşmeye başlamış ve büyümüş görünüyordu. Yeni albüm yapmak için yeni fikirleri kovalıyordu. Tam yeniden hayat trenine atladı denildiği zamanda Amy’nin daha önce uyuşturucu ve alkolle zayıflattığı kalbi tek başına içtiği iki şişe votkaya dayanamayıp, durdu. Yirmi birinci yüzyılın en heyecan veren yeteneklerinden Amy Winehouse zayıf ve kırık kalbiyle 27 yaşında göçüp, gitti.
2011 yılında 23 Temmuz’da sıcak bir yaz günü radyoda ölüm haberini duydum. Önce çok şaşırdım sonra da gerçek olmadığını düşündüm. Ölüm haberi içimde çok büyük bir burukluk ve kızgınlık yarattı. O yeteneğe o sahici ve özgün haline ve tabii ki gençliğine ölümü hiç yakıştıramadım. Hala da yakıştıramam. Amy Winehouse’un şarkılarını dinlerken sesinin ve yorumunun içtenliğine kendimi kaptırıp, “Keşke yaşasaydı. Daha ne güzel şarkılar yapardı” dediğim çok olur. Bugün yaşasaydı 40 yaşında olgun bir kadın olacaktı Amy Winehouse. Ve o deli dolu yaşanmışlıklardan ne dokunaklı şarkılar doğardı kim bilir.
Gazeteye verdiği bir röportajda, “Ölümümden sonra insanlar beni sadece çok özgündü diyerek tarif etseler yeterli” demişti. Ve öyleydi! Her yönüyle şahsına münhasır bir genç kadındı. En büyük korkusu, öldükten sonra müziğe hiçbir katkı yapmadığının düşünülmesiydi. Amy Winehouse, yirmi birinci yüzyıl müziğine heyecan ve kalite kattı. Efsaneleşti.
Amy’nin sesi ve müziği kadar gözler önünde eriyen hayatı da insanları etkiledi. Ondan etkilenenlerden biri de müzik dünyasının ikon müzisyenlerinden Patti Smith idi.
Hayat yolculuğu boyunca kaybettiği çokça arkadaşı olan Patti Smith, trajediye hiç de yabancı değildi. Kişisel olarak tanımamasına ve farklı kıtalarda yaşamalarına rağmen Amy’nin ölümü Patti Smith’e derinden dokunmuştu.
Amy Winehouse’un ölümünün ardından punk müzik dünyasının en önemli kadınlarından Patti Smith, onun için bir şiir yazdı. New York’taki stüdyoda kayıt yaparlarken bas gitaristi Tony Shanahan, Patti Smith’in This Is The Girl şiirini besteledi. Patti Smith şöyle yazmıştı ağıtında: “Kimin için dökülüyor bu gözyaşları? Bu duyulmayı özleyen kız.”