IMF Avrupa Direktörü Alfred Kammer, açıkça beyan ediyor: “Biz de Türkiye’ye, oradaki ekonomi ekibinin izlediği programı tavsiye ederdik. Yürürlükteki reform programını destekliyoruz.” (Hürriyet, 21/4/2024).
Gerçekten de Erdoğan’ın ilan ettiği “Orta Vadeli Plan” tam anlamıyla olmasa da, esasları itibariyle bir IMF programıdır. Dolayısıyla IMF’nin desteğini alması da normaldir. Peki, buna rağmen Erdoğan neden IMF’ye başvurmuyor?
Öyle ya, Başkancı Rejimin uygulamaya konduğu günden bir yana giderek tırmanan döviz finansmanı krizi, Erdoğan yönetimini nefessiz bırakmış durumda. Böyle bir yönetim, IMF’den piyasa faizinin çok altında oranlarla yüksek hacimli döviz finansmanı sağlayabilir – gerçi 100 milyar dolardan aşağısı “kurtarmaz”, IMF de o kadar vermez, ama yine de 40-50 milyar dolar kadar bir finansmanı sağlayabilir. Neden Erdoğan, IMF programını IMF’siz uygulamakta ısrar ediyor?
Sorunun yanıtı, Erdoğan’ın 22 yıldır izlediği ekonomi politikalarında yatıyor. IMF kredisinin, evet faizi düşüktür, ama uygulanması zorunlu bir “yapısal uyum” programıyla birlikte gelir. Bu program da genellikle Erdoğan’ın şu anda yoksullara yönelik uyguladığı kemer sıkma programının yanı sıra, bir takım kurumsal düzenlemeleri de içerir. Özellikle İhale Kanunu, Merkez Bankası bağımsızlığı, özerk kurulların (EPDK vs.) iktidar müdahalesinden uzaklaştırılması, vb. Bütün bunlarla IMF, Erdoğan yönetimine ortak olmuş olacak. Rant dağıtım mekanizmasını zora sokacak. Belediyelerin kaybı ile iyice küçülen “pasta”nın, daha da küçülmesine, Erdoğan razı gelmeyecektir.
Akif Beki ve başka Karar Gazetesi yazarları, bu gibi gerekçelerle, bir IMF programının Türkiye’nin hayrına olacağını söylüyorlar. 6’lı Masa’nın ortak programı da benzer bir içerikteydi. Ancak bu gibi yaklaşımların atladığı bir ortak nokta var. IMF kaynakların yandaşlara dağıtılmasını, seçim ekonomisini vb. engellerken, bu kaynakları doğrudan uluslararası tekelci sermayeye aktaracak politikaları dayatır.
Kısacası, IMF “yapısal uyum” programı, enflasyonu “talebi kısarak” yani ülke nüfusuna kemer sıktırarak indirmeye yönelirken (ki Erdoğan tam da bunu yapıyor) açığa çıkan kaynakları uluslararası sermayeye aktarır (Erdoğan ise yandaşlarına aktarmak istiyor).
Ancak, Türkiye’deki enflasyon, talep enflasyonu değil, arz enflasyonudur; dolar kuru artışlarından kaynaklanmıştır ve bu enflasyonun düşürülmesinin yolu talebin kısılması değil, fiyatların dondurulmasıdır. Şu ya da bu ürünün fiyatının değil, tüm fiyatların belli bir süre için dondurulması ile ancak arz yönlü enflasyon düşürülebilir. Burada tek “istisna” işçi ücretleri, memur maaşları ve emekli aylıklarıdır. Onlar ise, tersine, son iki buçuk yılda emekçilerin yaşadığı reel gelir kaybı oranında artırılmalıdır. Bu da bir “acı reçetedir”, ama “acı ilacı” içecek olan, hiperenflasyon döneminde kâr rekorları kıran sermaye sınıfıdır.