Cinayet tartışmaları, hayvanları katil yasası, kadın, çocuk, beden, kimlik, siyasi tarz ve yöntemlerin ve diğerlerini… Her taşın altından o çıkar. Zihniyet… zihniyet altında pek çok farklı toplumsal yapının ve siyasal eğilimin yaşadığı büyük tarihsel bir çatıdır. Peki, Türkiye’deki çatı nedir? Bizde bu çatının temel direği, bir bakıma, “benzerlik-benzeştirme” anlayışı, “benzetme ve zıtlık” üzerinden anlamlandırma halidir. Merkeze, farklıya mesafeyle otantik olanı, soyuta mesafeyle somutu yerleştirerek bunları yücelten bir akıl yürütme şeklidir. Akıl yürütmenin toplumsal referansları doğal olarak, benzeştirmede esas alınan ben ve bize dair unsurlarla, velhasıl kimi değişmezlerle, kültürel kırılma ve kurgularla ilgilidir. Kök; (inanç, etni, topluluk, fikri dayanışma, kadın, beden gibi) makro ve mikro kültürel kimlik ve mensubiyette yatar.
Mensubiyet duygusuna gelince… Bu duyguda, geçmiş tasavvuru ve geçmişin ütopya kılınması, geçmiş (ve elbet kimlik) üzerinden güç, doğruluk ve haklılık algısı, bu zihniyetteki “kimlik ve kişilik refleksleri”nin en önemli unsurlarıdır. Geçmiş, siyaset babında örnek verecek olursak, kimileri için Osmanlı, kimileri için Kemalist dönem, bazıları için yakın sol mücadele, şu veya bu hocaefendi devri üzerinden ütopya kılınır.
Bir yönüyle, bugüne, hatta geleceğe yönelik beklenti ve tasavvurların tarihi referanslar, semboller ve öykünmelerden hareketle oluşturulmasını ifade eder. Ne denli kentleşirseniz kentleşin ne denli modernleşirseniz modernleşin, ne denli solcu veya evrenselci olursanız olun, bu bakıştan, mensubiyetin ağırlığından ve cezbesinden kurtulamazsınız. Ahvalimiz işte biraz böyledir. Hakikaten biz bize benzeriz…