• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Akıl hıyar değil ki kırıp da vereyim

08/03/2016 22:20

 

 

mustafa alp dagistanli kelleMUSTAFA ALP DAĞISTANLI

mustdagistanli@gmail.com

“Atatürk’ün saati o sırada Fatih Sultan Mehmet’in koynundaydı, çünkü İstanbul’u fethetmek için saati kurması gerekiyordu. Saat çalınca Ulubatlı Hasan çok büyük bir bayrağı Anıtkabir’e dikti. Sebzelerimizi pis suların yakınlarına dikmemeliyiz. Sebzeleri ve meyvaları güzelce yıkamalıyız, yoksa saatimiz durur. Karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola bakarız. Böylece yerli malı yurdun malını görebiliriz. Herkes onu kullanmalı. Noktadan sonra büyük harfle başlanır. Büyük Atatürk büyüktür, çünkü Osmanlı İmparatorluğu noktalandıktan sonra gelmiştir. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi çok daha büyüktür. Büyük olmasaydı, Büyük Atatürk içine giremezdi. Biliyor musun, akciğerlerimize girebiliriz. Ormanlar bizim akciğerlerimizdir. Ama içinde ateş yakmamalıyız. Şehirler yakılabilir. Tehlikeli tabii. Yunanlılar yakınca denize atlamak zorunda kaldılar. Su kaynaklarımızı verimli kullanmalıyız. Çünkü gemilerimizi karadan yürüttükten sonra yüzdürebileceğimiz sularımız olmalıdır. Fatih Sultan Mehmet demokrasi getirmeye çalıştığı için düşmanlar ok attı. Oklardan biri saate geldi. Ama saatin içinde bir akrep olduğunu bilmiyorlardı. Akrep oku parçaladı ve Fatih kurtuldu. Böylece ülkemiz de düşman işgalinden kurtuldu. Tam 9’u 5 geçe. Sonra Fatih ve demokrasi kalbimizde yaşamaya başladı. Hala oradalar. Bunun üzerine Atatürk de cumhuriyeti kurdu. O da kalbimizde yaşıyor. Kalbimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bile büyüktür, içinde çok kişi yaşar. Acaba arkadaşım Orhan da girebilir mi?”


Bunları bana beş yaşında bir çocuk, Nuri, anlatmıştı, yıllar önce, ben üniversitedeyken. Zaman zaman evlerinde kaldığım çok yakın bir akrabamın iki çocuğundan biriydi Nuri.

Yine bir gün orada kalmıştım. Ablası Hanife o yıl okula başlamıştı. Nuri, sabah gelip beni uyandırdı ve iştahla birşeyler anlatmaya başladı. Birkaç cümleden sonra ben de onun ağzından çıkan cümleleri yazmaya başladım. Ablasının okulda öğrendiklerinden ve ders çalışırken duyduklarından, evdeki konuşmalardan, televizyon vıdıvıdılarından … derlediği ‘bilgiler’ Nuri’nin kafasında bağlantıları, bağlamları değişmiş halde bambaşka bir anlatıma, hatta dünyaya dönüşmüştü.

Yazarken gülmekten gözümden yaş geliyordu. Eğitim sisteminin, bakir zihinleri doldurmanın ve zehirlemenin şahane çarpıcılıkta bir örneğiydi Nuri’nin anlattıkları. O kağıdı o evde bırakmıştım. Dolayısıyla, yukarı koyduğum anlatımı, Nuri’yi taklit etmeye çalışarak şimdi yazdım. Orijinali çok daha ibret verici, çarpıcı, komik, samimiydi tabii.

Beş yaşındaki Nuri’nin kafa karışıklığı masumdu ve masum olmayan o beyin yıkama, kafaları karıştırma faaliyetini açığa vuruyordu.

‘Prezantabl’ olma meselesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kafa karışıklığı da aşağı yukarı, beş yaşındaki bir çocuğun kafa karışıklığı düzeyinde. İkisi arasındaki en bariz fark, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın kafa karışıklığının masum olmaması, trajik ve cinai ürünler verebilecek kudrete sahip olması. Sonuçlarını hem yurt içinde hem yurt dışında görüyoruz…

Erdoğan’ın demokrasinin temel kurum ve kavramlarıyla ilgili ‘bilgisi’ tamamen kulaktan dolma; bunlara kafa yormamış. Yorarsa aksi istikamette yol alacağını kendisi de biliyor, çünkü gönlünden geçen, o kulaktan dolma şeylerle tamamen çelişkili.

Erdoğan’ın kafasındakiler, bilgiden ziyade adab-ı muaşeret (görgü) kuralları gibi kabul ettiği bir şey. Uluorta osurulmaz, ağız doluyken konuşulmaz, merhaba diyene bir merhaba da sen dersin, ceketin yeniyle burun silinmez, başkalarının mektuplarına bakılmaz, vs.. Bunları uygulamak pek zor da değil, ama başkalarının mektuplarını okumak gibi bazı muaşeret kurallarına uymakta çok zorlanır bu toplumun eğitimlileri bile, çünkü orada artık sadece gösterilen bir şey olmaktan çıkar ve içselleştirilmiş varoluş biçimlerine, hayat tarzlarına evrilir mesele, neyse…

Yani demokrasinin temel mefhumları, Recep Tayyip Erdoğan için kibar görünmenin bir yolu, makuliyet sınırları içinde durduğunun bir göstergesi, ‘prezantabl’ olmanın şartıydı. İçselleştirdiği düşünce, tutum ve darvanışlar değildi bunlar. Ama onu Gulbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturtan fikirler yumağıyla dünyada ciddiye alınmayacağını bilebilecek kurnazlıkta biriydi tabii. Dahası, Hikmetyar’ın dizinin dibi, Türkiye için de pek prezentabl bir yer değildi.

Ne demiş Cenap Şehabeddin…

AKP kurulurken, kurulduğunda bu yeni oluşumun kimi kurmayları, mürekkep yalamışları ve görgülüleri Erdoğan’a da bir çekidüzen vermişti muhtemelen. Zaten parti de kendine bir çekidüzen verip Erbakan’ın o ‘köhne’ Refah Partisi’nden ve ‘milli görüş’ünden uzaklaştığını ilan etmişti. Bunun sebebi sadece 28 Şubat cinsinden darbelere maruz kalıyor olmak değil, oy da toplayamıyor olmaktı.

Gerekli dersler çıkarılmış, kıyafet yenilenmişti vesselam. Oğuz Atay’ın dediği gibi, “Ne demiş Cenap Şehabeddin? ‘İyi bir kıyafet, iyi bir tavsiye mektubudur’ demiş.” Avrupa Birliği’ne giriş için iştahlı bir hamle yapmak, bu iyi tavsiye mektubu halindeki yeni ve fiyakalı kıyafete dahildi; en önemli aksesuvarıydı, aslında asli parçasıydı. İçerideki ve dışarıdaki demokratik güçleri (peki, bir kısmını diyelim) kendisi için bir destek gücü yapabilir, darbe ihtimaline karşı güç devşirebilir, bazı muhaliflerini de sessiz bir konuma razı edebilirdi böylelikle. Bu şekilde kazanılan itibara Erdoğan ve AKP ölesiye muhtaçtı.

AB çıpası, asgari bir demokratik kıyafet ve saha içinde tuttu bu ekibi. Bir süre. Batı ve içerideki AKP müsamahakarı sol ilk kez 2004’te hükümetin zina yasası hazırlaması üzerine kaş kaldırdı. Kadınlar ise sokaklara dökülüp yasayı protesto etmiş, ne kaşı, eteklerini kaldırmışlardı. AKP geri adım atmak zorunda kaldı.

Aslında, AB’ye açılım da çiğ, pişmemiş, hazmedilmemiş bir şeydi Erdoğan’ın karışık kafasında. Bir ara tutturmuş, “Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yaparız, bizi almazlarsa” kabilinden şeyler söylüyordu. O kriterleri kağıt üzerindeki çiziktirmeler saydığının ilanıydı bu aslında. O kriterler Ankara kriteri olsaydı, şipşak olabilseydi, zaten o müzakerelere gerek olmayacaktı falan fıstık! Kopenhag değil de o kadim Ankara kriterlerine ne kadar meftun olduğunu şimdi artık ‘%50’ hariç yedi düvelin gördüğü Recep Erdoğan için mesele çok kolaydı. Adamın ağzında tüy bitti “Türkiye’yi AB’ye alın, medennniyyyyyyttler buluşması gerçekleşsin” diye diye.

Süreçler, çabalar, dönüşümler nanay!

AKP bir parti ve öyle veya böyle bir müşterek akıl olarak muhtaç olduğu itibarı her adımda hak etmeyi seçebilir, sürdürebilirdi belki. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın tek zurna haline gelmesiyle AKP müşterek bir girişim olma vasfını kaybetti. Şimdi ortaya dökülen Bülent Arınçlar, Hüseyin Çelikler o zaman mücadele vermeyip eleştirileri aşağılamakla meşguldü.

Şimdi biri çıkıp AKP için “Mazi kalbimde bir yaradır … onu aldılar elden” kitabını yazsa da ülkemizin demokratikleşememe sürecinin ibret verici örneklerinden birini ölümsüzleştirse. Belki sonraki kuşaklara bir ders olur!

Kısacası, Recep Erdoğan’ın kafasında böyle cahil kurnazı kestirmeler, otomatik çözümler fink atıyor. Süreçler, çabalar, dönüşümler nanay! Çünkü zaten değişmesini gerektirecek bir şey de yok demokratikleşme yönünde. Cehaletle ve kulaktan sokma dolgu malzemesiyle bulamaç haline gelmiş o karışık kafanın içinde bizim beş yaşındaki Nuri’nin söylediklerinden komik şeyler dolanıp duruyor ve yırtık üsluptan çıkar gibi ortalığa dökülüyor.

Ve derinlikler profesörü Başbakan Ahmet Davutoğlu da Erdoğan’ın büyümüş de beş yaşında kalmış kafa karışıklığını biraz daha karıştırıp ve yavuz hırsız azgınlığındaki hırsını biraz daha kışkırtıp sonra kendi de o sığ karışıklığa tav olarak tüyü dikti. Tek bir kafa, Recep Erdoğan’ın mübarek kafası devletin, partinin, yargının, birçok kurumun ve büyük bir toplum kesiminin kafası haline geliverdi. Milyonlarca insan ve tek kafa!

Yaratıcı, afallatıcı, kafa karıştırıcı örnekler

O kafa fena halde karışıktı işte: Erkler birliğini yüceltiyor; kadınların ne olduğunu, ne olması gerektiğini kendisi belirlemek istiyor, kadınlar gününü kutlamak isteyenlerin üzerine polislerini salıyor; gizli kapaklı işleri matah ve demokrasinin bir gereği sayıyor; yolsuzlukların üstünü örtmek için canlabaşla çalışıyor; mahkeme kararlarını iplemiyor, hangi mahkeme kararının iplenmesi gerektiğine kendi karar veriyor; yargıyı sarayın memuru yapmak istiyor, yaptığı kadarı bile yetmiyor, daha fazla yapmak istiyor; ifade özgürlüğü diye bir şeyi zararlı bulduğunu söylemek o yukarıda sözünü ettiğim kıyafete en aykırı şey olduğu için bu özgürlük düşmanlığını casusluk masusluk vatan hainliği lagalugasıyla örtmek için debeleniyor; medya kuruluşlarına en adi kurnazlıklarla ve dolaplarla elkoyup yandaşlaştırıyor; utanmıyor; protestonun, yani sokağın seçimler gibi demokrasinin yapıcı unsurlarından biri olduğundan hem haberi yok hem de buna tahammülü; Amerika’yı atalarımız keşfediyor; kadim devlet geleneğimizle en şahane demokrasi tramvayını yapıp biniyor ve bize has başkanlık durağında iniyoruz… inşallah! Birçok başka yaratıcı, afallatıcı, kafa karıştırıcı örnek verilebilir.

Bu tek-kafadan ve buyurgan, yırtık üsluptan klonlanmış bir medya da deli saçması ‘fikir’leri, yalan ve düpedüz çarpıtılmış haberleri, sahipleri iktidarda olduğu için kendilerini de öyle hisseden köle zihinli yorumlarıyla o kafa karışıklığını allayıp pullayıp etrafa saçıyor. Bunun çok önemli bir kısmını da bizlerden tırtıkladıkları vergilerle yapıyorlar. Bir tükürük hokkasından başka bir şey olmayan borusu bu ülke sınırları dışında asla ötemeyecek bir medya.

Yüceltilen bir önder

Ve tabii, Recep Erdoğan’ın kıçının kılı olmaktan başlayıp adamın peygamberliğine varıncaya kadar şişirilen bir ego, yüceltilen bir önder, bu yücelik karşısında kendilerini ihmal edilebilir mahluklar olarak gören, profesöründen işçisine, büyük bir kitle…

En son genç bir kadın işçi çıkıp ömrünü Recep Erdoğan’a bağışladı: “Sayın Cumhurbaşkanım sizi çok seviyor ve çok değer veriyoruz. Allah’ım Cumhurbaşkanımıza hayırlı, uzun ömür ver. Hizmetlerini tamamlamasını nasip et. Ülkemizin, insanlığın ve İslam aleminin ona ihtiyacı var. Şayet buna ömrü vefa etmeyecekse ve benim ömrüm var ise Rabbim lütfen benim ömrümü ona ver. Ömrüm size annenizin ak sütü gibi helal olsun.”

Ben Cumhurbaşkanı’nı hiç sevmiyorum ve hiç değer de vermiyorum. Allah bileceğini yapsın ömür konusunda, beni ilgilendirmez. Ama ‘hizmetler’ vermeye bir an önce son vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bela yaratıp duruyor çünkü. Bu yüzden, Recep Tayyip Erdoğan adlı cumhurbaşkanına ülkemizin, insanlığın ve İslam aleminin asla ihtiyacı olmadığını, tam tersine bu büyük varlıkların ondan kurtulması gerektiğini düşünüyorum.

Kadının ömrünü birine vermesi de beni ilgilendirmez. Şehit olma göreviyle gönderdiğiniz çocuklara, dağda şehirde öldürdüğünüz çocuklara acıdığım gibi acımam da; allaha sözünü dinletebilir ve ilk can naklini gerçekleştirirse bana ne.

Ama mesele bu konularda anlaşamıyor olmamız değil. Mesele, kafa karışıklığının dalga dalga yayılması, son derece geri bir toplum yapısını teşvik eden bir zihniyetin hakim olması.

Ve Recep Erdoğan adlı cumhurbaşkanının bu konuşma karşısında, ‘Ne saçmalıyorsun kızım’ kabilinden bir şey söyleyip kadını, eğer sahtekar değilse hasta olduğu için, derhal psikiyatrik bir yardım almaya yöneltmesi gerekirdi. Ama bunu nefsine müptela biri nasıl yapsın? Kızın bu hale gelmesine ağlayacak yerde, şişen egosunu sulamak için gözyaşı akıtması da sorunun ‘%50’ tarafından paylaşılan bir parçası zaten. Ama böyle kutsal saçmalamalar modası o kadar yaygın ki kadınlara, sevişirken şeyhini düşünmeyi öneren profesörler, abuk sabuk fetvalar çıkaran Diyanet İşleri Başkanlığı ve sultanının kuyruğunundan ilerleyerek şeyhülislamlığa sıvanan başkanı… Yerel düzeyden ulusal tepelere kadar yayılmış, saçmalamayı görev edinmiş irili ufaklı yetkililer…

Akıl hıyar değil ki…

Geçen haftaki habere göre bilgisayardan insan beynine bilgi aktarmak mümkün olabilecekmiş. Böylelikle Cumhurbaşkanı ve medyası ve ‘%50’si cehaletlerini kolayca kapatabilirler. Ama Laz atasözünün dediği gibi, ‘Nosi şuka varen ki, megitaxa do mepça’, yani ‘Akıl hıyar değil ki kırıp da vereyim.’

Kategori:Agora

Tüm yazılar: Mustafa Dağıstanlı

SON HABERLER

Bir uyanışın tarihi: 19 Mayıs

Tarihin bazı anları vardır; sadece bir milletin yönünü değil, ruhunu da değiştirir.
19 Mayıs 1919, işte tam da böyle bir andır.

Özel: Gençler, hürriyet meşalesini almasalardı İBB'nin başında kayyum vardı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Gençler Saraçhane’de hürriyet meşalesini almasalardı İBB’nin başında kayyum vardı” dedi.

İmamoğlu: Bu ülkenin kaderi değişecek

Tutuklu İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bu ülkenin kaderi ya değişecek ya da değişecek” dedi.

Rapor: Fransa, Nestle'nin sularındaki pestisit ve bakterileri görmezden geldi

Fransa’da devlet yetkililerinin sularında pestisit ve kalıntılar olduğu iddia edilen Nestle hakkındaki raporu değiştirdiği ortaya çıktı.

Arsenal, 22 yıllık çalışanını İsrail karşıtı paylaşımı nedeniyle kovdu

Britanya Birinci Futbol Ligi (Premier Lig) ekibi Arsenal, İsrail karşıtı paylaşımları gerekçesiyle 22 yıllık kulüp çalışanını kovdu.

Kocasız, çocuksuz, kadın ve güçlü…
Halimiz budur…

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 757 gündür hapiste

YAZARLAR

Bir uyanışın tarihi: 19 Mayıs

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

GÜNÜN 11’İ

Şükrü Hatun: Sokaklarda şişmanlık taramasının iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum

Aziz Çelik: Genç istihdamı ve genç işsizliğine ilişkin tablo giderek vahim bir hâl almaya başlıyor

İpek Özbey: Ülkenin geleceğinin emanet edildiği gençler hangi sorunlarla mücadele ediyor?

Müjdat Gezen: Sakın bu şarkıyı yasaklamasınlar?

Orhan Bursalı: Yaşasın 19 Mayıs, yaşasın gençlik

İbrahim Kahveci: Görüntüde büyüyoruz ama gerçekte fakirleşiyor

Abdulkadir Selvi: 'Bir oy CHP'ye, bir oy HDP'ye' derken PKK'nın Lozan'la ilgili değerlendirmelerinden haberiniz yok muydu?

Murat Muratoğlu: Türkiye'de enflasyonun asıl dümeni siyaset rüzgarıyla döner

Deniz Zeyrek: 500 milyon liralık bu kamu zararının hesabı sorulmayacak mı?

Saygı Öztürk: 'PKK'nın silah bırakması' tartışmaları

Erdal Sağlam: 19 Mart krizinin ekonomide yarattığı tahribatın etkisi devam ediyor

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×