Türkiye televizyon ve sinema tarihinde akla ilk gelen karakterin ismi sorulsa, çocukluğu 1980’lere denk gelen akranlarımın pek çoğu yanıt olarak ‘Şaban’ diyecektir.
2000 yılında, aramızdan ayrılana kadar komedi deyince Kemal Sunal ve onun ölümsüzleştirdiği Şaban karakteri hepimizin hayatında önemli bir yer tutardı. Hatta ölümünden 14 sene sonra bile hala televizyonda gördüğümüzde nostaljik bir his, özlediğimiz çocukluğumuz, saf ve masum birçok şey geliyor aklımıza.
Toplumun aynasıydı
Peki neden Türk halkı bu karakteri benimseyip, bu kadar bağrına bastı?
Cevabı basit; ‘Şaban’ Türk toplumunun aynasıydı bir dönem, farkında olmasak da hepimiz zaman zaman Şaban’dık aslında.
Şaban’ı komik buluyorduk çünkü o günkü toplumsal değerlere, karikatürize edilmiş haliyle ayna tutuyordu Şaban. Kamu alanlarında görmeye alıştığımız o saf, iyi niyetli karakterdi Şaban.
Biz oyduk, o da biz
Film senaryoları, hepimizin bildiği, tanıdığı hikayelerdi. Büyük umutlarla köyden şehre göç eden Şaban’ın büyük şehirde çektiği yabancılık, adaptasyon zorluğu, dolandırılma hikayeleri, sosyal sınıf ve sıfatından bağımsız olarak mazlum insanları otoriteye karşı savunması, aşık olması, düşük gelirinden dolayı kızın ailesi tarafından istenmemesi ve sonuna kadar uğraşıp sevdiği kadına ulaşması… Hepsi çok tanıdıktı bize. Çoğu zaman biz oyduk, o da biz.
Sonra Recep İvedik çıkageldi
Çocukluğumuzun Şaban karakteri hoş bir nostaljiye dünüşüp hafızamızda silikleşirken yeni bir toplumsal fenomen, Recep İvedik, tüm heybeti ve gürültüsüyle karşımızda duruyor!
Kendi ifadesiyle agresif, kompleksli ve psikopat Recep gişe rekorları kırıyor ve artık Türk toplumu Recep İvedik karakterine gülüyor. Neden mi? Çünkü Recep’i de yakında tanıyoruz, etrafımızda sıklıkla görüyoruz.
Şaban Recep’e ne derdi?
Acaba Şaban Recep’le tanışsa ne düşünürdü… Şaban Recep’i tanır mıydı? Peki ya Recep, Şaban hakkında ne derdi?
1970’li ve 1980’li yıllarda İstanbul’a göç etme hayali kuran milyonlarca Şaban için İstanbul, taşı toprağı altın şehirdi, taa ki taşınana kadar… Köylerde sık sık duyulan ‘Falancanın oğlu İstanbul’a taşınmış şimdi kendi fabrikasını yönetiyormuş’ hikayeleri bu yıllarda milyonlarca insanın benzer ümitlerle İstanbul’a göçmesine sebep oldu.
1970’li ve 1980’li yıllarda kamu tarafından yönetilen bir ekonomimiz vardı. Sağcı veya solcu partiler seçimi kazansalar da Batılı bir bakış açısıyla aslında hepsi sosyalisti. Toplum, istihdam yaratmayı kamunun görevi olarak görüyordu.
Buna bağlı olarak da Şaban karakteri çöpçü de olsa, bekçi de olsa maaşını devletten alan bir memurdu. Fabrika kurma hayaliyle gelen Şaban sonunda devlet memuru oluyor ve hayatını mütevazı şartlarda yaşıyordu.
Turgut Özal döneminde sermaye hesabının erken liberalleştirilmesi ülkemizde dış borçlanma ve yatırımın artmasına sebep oldu.
Denetleme ve düzenleme mekanizmasının henüz gelişmediği bu dönemde verilen ihracat subvansiyonları, hayali ihracat ve kaçakçılığın artmasında büyük rol oynadı. İhracat subvansiyonlarının bir diğer sonucu ise artan kamu bütçe açığıydı. Bütçe açığını kapatmak için gerekli borçlanma ise faizlerin devamlı artmasına sebep oluyordu.
Bu ortamda İstanbul’a gelen Şaban maddi olarak umduğunu bulamadı. Şehre taşındıktan bir süre sonra para kazanmak için parası olması gerektiğini fark etti. Mahalle esnafına borçlandı fakat yüksek faizler yüzünden geçici sandığı borç kalıcı oldu.
Şaban’ın asıl aradığı aşktı
Yüksek enflasyon Şaban’ın satın alım gücünü aydan aya düşürdü. Kirayı bile ödemekte zorlandı. Tüm bu maddi zorluklara rağmen Şaban manevi olarak mutluydu. Çünkü filmin sonunda hep aşık olduğu o kadınla evleniyordu. Filmlerin sonu hep mutluydu çünkü Şaban’ın asıl aradığı şey aşktı ve aşk her zaman paradan daha değerliydi.
Ama bu filmin sonuydu. Bizim tanıdığımız Şaban’ın sonu değil. Kameralar kapanıp, ışıklar söndükten sonra Türk insanının temsilcisi Şaban hayatına devam etti. Her gün işine gitti, kirada veya gecekonduda yaşadı, İstanbul’a biraz da olsa alıştı ve çocukları oldu. Kim bilir? Belki çocuklarından birinin ismini Recep koydu…
Şaban oğlu Recep’in babasından farkı şehirde büyümesi
1980’li yıllarda İstanbul’da doğup büyüyen Şaban oğlu Recep’in babasından en büyük farkı şehirde büyümesiydi. Köydeki feodel düzenin bir sonucu olarak sosyal sınıflardan uzakta büyüyen babasının aksine Recep maddiyata dayalı bir ortamda büyümüştü.
Şaban’ın büyüdüğü köyde ağa dışında herkes eşitti. Herkes fakirdi ama kimse aç değildi çünkü tarıma dayalı bir ekonomi vardı. Toprak verirse karınlar doyardı.
Recep için durum biraz daha farklıydı. Şehirde kimse eşit değildi. Parası olan güçlü, olmayan zayıftı. Yemek topraktan değil, manavdan, bakkaldan geliyordu. Almak için para gerekiyordu.
Görsel 5: Tarım, sanayi ve hizmet sektörünün toplam üretim içindeki payı (%)
Paranın önemini kavradı
Ergenliğe 1990’ların kriz yıllarında giren Recep paranın önemini aslında bu yıllarda kavramaya başladı. Bankaları hortumlayıp sırra kadem basan zenginler, eskiden komşusu olan ama şimdi son model arabalarıyla ortada gezen hayali ihracatçılar, mahallede saygınlık kazanan tarikat liderleri, mafya babaları derken, Recep para ve gücün babasının kendine öğrettiği gibi dürüstlük ve çalışkanlıktan geçmediğini anladı.
Babasının çalışkanlığı ve dürüstlüğüne rağmen para kazanamaması, Recep’in babasına karşı saygısını yitirmesine sebep oldu. Dürüstçe çalışarak bir yere varamayacağını anlayan Recep etrafında görüp de elde edemedikleri yüzünden kompleks geliştirdi. Bu kompleksi örtmek için agresifleşti. Toplumda kabul görmeyen bu agresif davranış ise kendisinin de kabul ettiği üzere, psikopat olarak algılanmasına sebep oldu.
Asıl eğitimi sokakta aldı
Babasından daha fazla eğitim alsa da Recep’in asıl eğitimi sokaktaydı. Okulda öğrendiği tasavvuf edebiyatının günlük hayatına etkisi düşüktü ama sokakta öğrendiği küfür ve kabadayı tavır ileride istediğini zorla almasını sağlayabilirdi. Sokaktaki eğitim, mensubu olduğu çeteler, tarikatlar Recep’e babasının sağlayamadığı maddi geliri sağlayabiliyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde Recep üniversite çağında olmasına rağmen, üniversiteye ya gitmedi ya da gidemedi. Mantar gibi şehrin her tarafına yayılan bir binadan ibaret üniversiteler Recep için çok pahalıydı. Zaten üniversitedeki eğitimin kendisine maddi bir katkısı olacağını da düşünmüyordu. Recep sonunda iş hayatına geçse de bir türlü dikiş tutturamadı.
Giderek agresifleşti
2001 krizi sonrasında özel sektörün artan yatırımları istihdamın artmasına sebep oldu. Fakat bu dönemde kalifiye elemana ihtiyaç vardı, Recep’e değil…
Gelişen altyapı, internet, Facebook, Yonja gibi sosyal medya araçları Recep’in sahip olmadıklarını daha net bir şekilde gösterdi, kompleksin ve agresifliğin artmasına sebeb oldu.
Yozlaşmanın en sağlam kanıtı
2000’lerin sonuna doğru, siyaset arenasından elitist liderlerin silinip yerlerine kendisi gibi agresif liderlerin gelmesi Recep’te bir toplumsal kabul hissi uyandırdı. Artık kendisi yabancı değildi.
Agresifti, kompleksliydi ve psikopattı ama bunu açıkça söyleyebilirdi. Bununla gurur duyabilirdi. Çünkü herkes kendisi gibiydi, kendisi gibi olmayan ise zengin olsa bile zayıftı. Babasının zamanından beri toplumun dokusu değişmişti.
Bugünlerde Recep’in maddi durumu oldukça iyi. Kredi kartları sağolsun artık evinde güzel mobilyalar, elinde iyi bir telefon var. Taşıt kredisi sağolsun iyi bir arabası var. Kimbilir belki kendine şehrin eteklerinde iyi-kötü bir ev bile almış olabilir.
Fakat maddi olarak daha iyi durumda olan Recep, manevi olarak Türk toplumundaki yozlaşmasının en sağlam kanıtı. Değerlerinden ve ilkelerinden uzaklaşmış, naif ve saf duygularından arınmış, dünyaya yalnızca materyal tarafından bakan ve istediğini almak için başkalarının haklarını, özgürlüklerini ve değer yargılarını hiçe sayan biri Recep.
Şaban ne düşünüyordur acaba?
Bu halini maskelemeye çalışmak bir yana, materyal anlamda geldiği yolu, interneti olmadan kullandığı akıllı telefonunu, arabasının anahtarını her fırsatta göstermeye çalışan Recep hakkında Şaban ne düşünüyor olabilir acaba?
Kendi saflığı ve masumiyetinin acısını ışıklar söndükten, set paydos olduktan sonra toplumun elitleri tarafından ezilerek çeken Şaban, bu kabuğu kırıp agresifliği ve psikopatlığıyla barışık, kimseye boyun eğmeyen oğluyla gurur mu duyuyor? Kabahatini ve her türlü eleştiriyi masumca bir ‘Evet, hıhı’yla kabul eden Şaban, oğlu Recep’in ‘Konuşma leeeeeyn’ diye başkalarının eleştirilerini susturmasını takdir mi ediyor?
Yoksa, onca sene, her şeye rağmen koruduğu saflığı, dürüstlüğü ve naifliği oğluna öğretemediği, babasının tüm değerlerinden uzaklaşmış, hatta ona hayat tarzı ve karakteri dolayısıyla saygısını yitiren oğluna kırgın ve küskün mü?
Sıra Ramazan’da mı?
Recep ve Şaban isimleri aslında bir tesadüf bile değil. Aynı zamanda İslam dininde iki kutsal ayın ismi. En kutsal ay sayılan Ramazan ise belki Recep’in oğlunun ismi olacak. Eğer Türk halkı Recep’i anlamadan ötekileştirmeye devam ederse, belki babasından daha agresif ve daha psikopat bir çocuk olacak Ramazan. Kanunsuzluğu bir uslup addedip zaten iyice belirginleşmiş sınıf algısını geri dönülemez bir hale getirecek.
Recep’i anlamamız lazım
Komedi fenomeni karakterlerin Şaban’dan Recep’e dönüştüğü bir ülkenin iyi eğitim almış bireylerinin her biri bu evrimden sorumlu. Dolayısıyla, Recep İvedik karakterini banal ve seyretmesi zor bulan herkes bu dönüşümdeki katkısını iyice analiz etmeli.
Recep’i dinleyip anlamamız gerekiyor. Ancak bu şekilde Şaban’ın günlerindeki göreli huzur ortamına dönebiliriz.