Aslına bakılırsa, demokrasiyi sevmeyen, dindarlara zenci muamelesi yapan, gazetecileri andıçlayan, medyayı ve yargıyı tetikçi gibi kullanan, vatandaşları ‘iç düşman’ diye yaftalayan, Ortadoğu’da sadece İsrail ile işbirliği kuran, komşu ülkelere düşman gözüyle bakan 28 Şubatçılar, AK Parti’yi iktidara taşıyan süreci tetiklemişti.
Sanki o virüs şimdi AK Parti’yi yöneten çekirdeğe sızmış ve başa dönmüş durumdayız. Nitekim 28 Şubatçılar da sevmediklerini, ‘kırmızı kitap’ üzerinden yok etmeye çalışırdı. Onlar da kamuda ve iş dünyasında cadı avı yapar ama paralel yerine irtica yaftasını kullanırdı. Onlar da yandaş işadamlarına kıyak yapardı. Onlar da başörtülülere, din dersi öğretmenlerine, kurban bağışlayanlara zulmeder ama hiç değilse kelepçe takmaz, hapse atmazdı. Onlar da demokrat medyaya baskı uygular ama andıçlamakla yetinir; kayyım atayarak el koymazdı.
Şimdi Hidayet Karaca’yı, Can Dündar’ı hapse attıkları gibi, Ahmet Hakan, Sibel Eraslan, Fehmi Koru gibi muhalif gazetecileri hapse tıkmazlardı. Onlar da ideolojik güdümlü savcılarla Fethullah Gülen’e terör davası açtı ama hiç değilse kırmızı bülten çıkarmadan önce ifadesine başvururlardı. Üniversite hocalarını işten atarlardı ama bugün Prof. Sedat Laçiner’e yapıldığı gibi gözaltına alıp toplama kampı gibi spor salonunda bekletmezlerdi.
Hukuk ve demokrasiden uzak, vatandaşlarının büyük kısmını düşman gören, medyayı ve yargıyı baskı altına alan bir zihniyet için 28 Şubatçıların yolundan başka yol yok. O halde 28 Şubatçıların günahı neydi?