ALİ ÇOLAK
alicolak.ac@gmail.com | @alicolak
Özellikle yılın ikinci yarısında gelen albümlerle müzik açısından zengin bir yıl oldu 2015.
Blur ve Sleater-Kinney gibi uzun bir aradan sonra dönüş yapan gruplar, Natalie Prass ve Wolf Alice gibi ilk albümleriyle parlayanlar, EL VY ve Viet Cong gibi yeni projelerle karşımıza çıkan tanıdık isimler…
Bunca seçenek arasında karar vermek zor olsa da geriye donüp baktığımızda öne çıkan 10 albümü seçmeye çalıştım.
Kurt Vile – b’lieve i’m goin’ down
‘b’lieve i’m goin’ down‘ Amerikalı indie-folk müzisyeni Kurt Vile’ın altıncı ve belki de en olgun albümü. Kurt Vile, müziğinde aşina olduğumuz elementlerin yanı sıra, ilham aldığı konular ve şarkı sözleriyle daha derin mevzulara el atıyor bu albümde.
Albümün ilk şarkısı ‘Pretty Pimpin,‘ Vile’ın bildiğimiz melodilerini ve nükteli şarkı sözlerini içerirken, ‘That’s Life tho (almost hate to say)’ ve ‘I’m an Outlaw‘ gibi şarkılar da ölüm ve yalnızlık temalarını işliyor. Bitmek bilmeyen gitar soloları, tadında bırakılmış synth kullanımı ve piyano altyapılarıyla ‘b’lieve i’m goin’ down’ entrümental açıdan da öne çıkıyor.
Önerilen şarkılar: Wheelhouse, Wild Imagination, Life Like This
Julia Holter – Have You In My Wilderness
‘Have You In My Wilderness‘ için müzikal anlamda senenin en komple albümü diyebiliriz. Julia Holter’ın sesi ve kullanılan enstrümanların kusursuz uyumu sağlıyor bunu. ‘Silhouette’in telli çalgıları, ‘Sea Calls Me Home’da karçımıza çıkan saksafon solo, ‘Betsy On The Roof’un piyano notaları albüm boyunca eşlik ediyor Holter’a.
‘Lucette Stranded on the Island’ın sürreal öğeleri ve caz tınılarının hakim olduğu ‘Vasquez‘ ise sizi albüm içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Önerilen şarkılar: Lucette Stranded on the Island, Betsy On The Roof, How Long
Courtney Barnett – Sometimes I Sit and Think, and Sometimes I Just Sit
Avustralyalı müzisyen Courtney Barnett’in ilk albümü ‘Sometimes I Sit and Think, and Sometimes I Just Sit’ ismiyle kendini ele veren albümlerden. Çağımızın Oblomov’u Courtney Barnett, albümde günlük hayatın basitliğini işliyor ve şarkılarında ne anlatmak istiyorsa sözü dolandırmadan konuya geliyor.
İşin enstrümantal tarafında da atomu parçalamaya kalkmıyor Barnett, gitarının sesi hemen her şarkının bel kemiğini oluşturuyor. ‘Sometimes I Sit and Think, and Sometimes I Just Sit’ bu yönleriyle iyi bir albümün karmaşık olmak zorunda olmadığının kanıtı.
Önerilen şarkılar: Pedestrian at Best, Boxing Day Blues, Nobody Really Cares If You Don’t Go to the Party
Blur – The Magic Whip
2003’te yayınlanan ‘Think Tank‘in ardından gelen ilk Blur albümü ‘The Magic Whip.‘ Bu uzun araya rağmen Blur yine de tanıdık seslerle karşımızda. Albümün ilk şarkısı ‘Lonesome Street’in pop müzik melodileri, Blur’ün ‘The Great Escape‘ albümünü andırıyor, ‘I Broadcast‘ de ‘Parklife‘ günlerinden kalma bir kayıp şarkı olarak ortaya çıkmış olsa kimseyi şaşırtmazdı.
Damon Albarn’ın Graham Coxon’la sorunlu ilişkisi üzerine yazılmış ‘My Terracotta Heart‘ ise albümün en duygasal şarkısı. ‘The Magic Whip,’ 90’lı yıllarda Blur’ü Britpop efsanesi yapan elementleri ve geçen yılların kazandırdığı olgunluğu bir arada barındırmayı başarıyor.
Önerilen şarkılar: There Are Too Many Of Us, Go Out, Mirrorball
Foals – What Went Down
2008’de gelen ilk albümlerinden bu yana Foals’ın günümüzün en büyük gitar gruplarından birine evrilişine tanık olduk. Grubun dördüncü albümü ‘What Went Down‘ da bu tezi destekler nitelikte. Albümle aynı ismi taşıyan açılış şarkısı ve ‘Snake Oil‘ gibi ‘Inhaler‘ benzeri sert şarkıları barındırsa da, ‘London Thunder‘ ve ‘Give It All‘la de saklı melankolisini ele veriyor.
Albatross’ta baterist Jack Bevan ve Birch Tree’de bas gitarist Walter Gervers, vokalist Yannis Philippakis’ten bir an için rol çalıyor. Bu çeşitlilik, ‘What Went Down‘u senenin en iyi işlerinden biri kılan öğelerden.
Önerilen şarkılar: What Went Down, London Thunder, A Knife In The Ocean
The Maccabees – Marks To Prove It
‘Marks To Prove It,‘ The Maccabees’in diskografisindeki diğer albümlerle benzer noktalara sahip olsa da Londralı grubun bugüne kadar yayınladığı en farklı, en kendinden emin albümü. Albümle aynı ismi taşıyan ‘Marks To Prove It,‘ ‘Latchmere‘ ve ‘Pelican‘ gibi yüksek tempolu The Maccabees şarkılarıyla benzer bir yol izliyor.
Albümün geri kalanında ise durum biraz farklı. Albümdeki en melankolik şarkılardan biri olan ‘Silence’da vokalist Orlando Weeks, mikforonunu grubun gitaristi Hugo White’a emanet ediyor. ‘River Song‘, ‘Pioneering Systems‘ ve ‘Dawn Chorus‘ gibi şarkılar ise The Maccabees’den pek de alışık olmadığımız şekilde fazlaca nefesli çalgı ve piyano içeriyor.
Sonuç olarak, The Maccabees’in zaten iyi yaptığı şeylerle denemekten çekinmedikleri yeniliklerin kusursuza yakın bir karışımı ‘Marks To Prove It.‘
Önerilen şarkılar: Something Like Happiness, Spit It Out, Kamakura
Algiers – Algiers
Yeni gruplara iyi davranan 2015’in bir diğer başarılı ilk albümü de Amerikalı grup Algiers’e ait. Sert melodileri ve daha da sert şarkı sözleriyle Algiers’in yaptığı müziğin pek fazla örneği yok. Gerek açıklamaları, gerekse de müzikleriyle politik bir duruş sergilemekten çekinmiyor grup üyeleri.
Şarkılarını inandıkları şeyleri ifade etmek için bir araç olarak kullanıyorlar. Bu durum, o ya da bu şekilde birbirini andıran onlarca grubun olduğu müzik piyasasında Algiers’in daha şimdiden bir farklılık yaratmasını sağladı. Grupla aynı adı taşıyan albümün öne çıkma nedeni de burada yatıyor.
Önerilen şarkılar: Irony. Utility. Pretext., Games, In Parallax
Wolf Alice – My Love Is Cool
2015, Wolf Alice üyeleri için rüya gibi bir yıl oldu. İlk albümleri ‘My Love Is Cool‘la İngltere’de albüm listelerinde ziveye oynayan grup, Avrupa ve Amerika’da sayısız kapalı gişe konser verdi. Müzik dünyasının en prestijli ödüllerinden Mercury’ye aday olmaları da cabası. 90’ların grunge müzik tarzıyla günümüzün pop ve alternatif rock melodilerini ustaca birleştiren ‘My Love Is Cool,‘ bütün bu başarıların ne kadar hak edildiğinin göstergesi.
Önerilen şarkılar: Giant Peach, Lisbon, Silk
Marika Hackman – We Slept At Last
‘We Slept At Last,‘ 23 yaşındaki Marika Hackman’ın ilk albümü ama gelin görün ki ne albümde bir ilk albüm havası var, ne de Hackman’ın sesi henüz kariyerinin başlarında olan genç bir müzisyenin sesini andırıyor. Bu yüzden de Marika Hackman’ın yaşına göre olgun sesini ve müzik tarzını yakın arkadaşı ve birlikte turne yoldaşı Laura Marling’e benzetmek yanlış olmaz.
Baştan sona seviyesi düşmeyen ve her dinlemede başka bir şarkıya takılmanızı muhtemel kılan ‘We Slept At Last,‘ sakin bir günde dinlenebilecek en güzel albümlerden. Yayınladığı EP’ler ve cover şarkılarla birkaç senedir yeteneklerinin sinyalini verse de, Hackman’ın ilk albümüyle ondan beklenenlerin de üstüne çıkmayı başardığını söyleyebiliriz.
Önerilen şarkılar: Claude’s Girl, Ophelia, Animal Fear
EL VY – Return To The Moon
The National’ın vokali Matt Berninger ile Ramona Falls ve Menomena’dan tanıdığımız Brent Knopf’un ortak projesi EL VY. Bu iş birliği, ikilinin uzun süredir aklında olsa da gruplarının yoğun programı nedeniyle ‘Return to the Moon‘ üzerine çalışmayı başlamaları 2014’ün sonunu buldu. Ortaya çıkan sonuç ise Matt Berninger’ın tanıdık şarkı sözleriyle Brent Knopf’un enstrümantal yeteneklerinin birleşimi.
Albümdeki şarkıların çoğu Matt Berninger’ın yaşamından detaylar üzerine kurulmuş, sonrasında ise yine Berninger’ın bazen absürde varabilen hayal gücünden eklemeler ve Brent Knopf’un melodileriyle tamamlanmış. İlk dinleyişte Berninger’ın bariton vokalini alıştığımız The National müziğinden başka bir ortamda duymak garip gelebilse de, ‘Return to the Moon‘ hemen herkes için bir şey sunmayı başarıyor.
Önerilen şarkılar: Careless, Paul is Alive, Silent Ivy Hotel