M. MURAT KUBİLAY
@mmkubilay
Son günlerin bitmeyen gündemi Merkez Bankası’na ait 128 milyar dolar tutarındaki altın ve döviz rezervinin akıbeti. Konu mühim çünkü hem miktar çok yüksek ve önemli finansal sorunlara yol açıyor hem de konunun siyasi uzantıları aşikâr. Ötesi bu konuya dair önemli bilgi kirliliği de mevcut.
Bu yazıyla kafa karışıklıklarını giderelim, yarattığı sorunlara değinelim ve iktidar kanadının bu konudaki gerginliğinin nedenlerini ifade edelim.
Merkez Bankası rezervleri nedir?
Merkez bankaları para politikası uygulamalarında faiz oranlarını ve parasal büyüklükleri kullanır. Yani paranın fiyatı ve miktarını.
Türkiye gibi sürekli cari açık verip dış borç yüküne giren ülkelerde, ani sermaye çıkışları halinde piyasalarda istikrarı koruma ve dış borçların ödenmesi ile ithalatın sorunsuz gerçekleştirilmesini sağlama amaçlarıyla rezervler de bir politika aracı olarak kullanılır.
Zamanla rezerv kullanımının etki gücünün düşüklüğü ortaya çıkmıştır; çünkü bir para birimine karşı spekülasyonda bulunanlar karşı tarafın rezerv miktarını görebilir. Rezervler yetersizse eldeki kurşunların tükenip spekülasyon için uygun zemin yaratacağını bilirler.
Türkiye de “Şakkadanak 10 milyar satarım” şeklindeki rezerv satışının günümüzde etkili olmadığını yalnızca literatürden değil, 2016’ya kadar ara ara deneyerek öğrendi.
Türkiye’nin rezervleri
Rezervler güçlü para birimlerindeki mevduat hesabı veya devlet tahvili olarak ya da altın gibi kıymetli metaller şeklinde tutulur. Geleneksel olarak altın ve dolar küresel düzeyde en büyük hacimlerdedir.
Türkiye’de Halkbank davası ve S-400 alımı kaynaklı finansal yaptırım ihtimalleri nedeniyle ABD Doları cinsi rezervler çok düşük. Altın rezervleri ise görece yüksek.
Türkiye’nin döviz ve altın rezervleri 2001 krizinden sonra eksiye düştü. IMF ile yapılan destekleme anlaşmasının sağladığı güven ve yüksek faiz politikasının yarattığı cazibeyle sıcak para aktıkça rezervler yeniden oluşturuldu.
Bu noktada Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz ve altın rezervi şeklinde varlıkları kadar yine yabancı para cinsi yükümlülüklerinin de olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yani kasadaki miktar kadar borç veya ödünç olarak alınan miktarın da göz önünde tutulması gerekir.
TCMB’nin döviz ve altın varlıklarından yükümlülükleri çıkarılınca geriye net rezervler kalır. Bu şekilde hesaplandığında net rezervler 2011 yılında 71 milyar dolara çıkarak rekor kırdı. Bu miktar geçmişe kıyasla olumluydu fakat eş zamanlı rekor düzeyde cari açık verilip büyük dış borç yükü altına girildiği için rezervler hep yetersiz kaldı. Türkiye, IMF’nin rezerv yeterlilik oranlarında benzer ülkelere göre hep zayıf grupta yer aldı. Özetle, Türkiye’nin rezervlerinin en yüksek olduğu dönemde bile miktarı yeterli değildi.
2011’den itibaren yüksek dış borçluluk finansal çalkantılar yaratmaya başladı ve 2013’teki sarsıntı dolar kurunu patlatınca vatandaşlar bu durumdan ilk kez haberdar oldu. O dönemde de kur ve faizi eş anlı düşük tutabilmek için şeffaf bir biçimde iki koldan rezerv satışı yapıldı. Bir taraftan ticari bankalara açık işlemlerle doğrudan döviz verildi diğer taraftan BOTAŞ’a doğalgaz ithalatı yapması için döviz verildi. Sonuç, kur ve faizin yine sıçramasıydı. Ardından 2019 yılına kadar doğrudan rezerv satış politikası uygulanmadı, yalnızca yerinde bir kararla BOTAŞ’a düzenli döviz aktarıldı.
Olağandışı rezerv işlemleri
Şubat 2019 itibarıyla TCMB’nin net rezervleri 33 milyar dolara kadar düştü. Rezerv satışı politikasının hem faydalı olmayacağı hem de başka büyük sorunlara yol açabileceği aşikârdı. Buna rağmen tam da bu dönemde şeffaf olmayan rezerv satış politikası başladı.
Piyasada kaynağı belirsiz döviz likiditesi bulunuyordu. Ekonomist Haluk Bürümcekçi’nin emekleriyle kaynağın TCMB olduğu ve araya hesap verme yükümlülüğü bulunmayan bir kurum vasıtasıyla (ne tesadüftür ki Türkiye Varlık Fonu’nu da Sayıştay denetlemiyor) dövizlerin önce kamu bankalarına ve ardından piyasa satıldığı ortaya çıktı. Bu işlemlerin arkasında hayli tehlikeli bir finansal kurnazlık vardı.
TCMB’nin rezervleri yetersizdi ve sürekli satış mümkün değildi. Bunu çözmek için yurt içindeki ticari bankalar ve TCMB döviz swap işlemlerini başlattı.
Bunun anlamı şuydu: TCMB sattığı kendi rezervlerini piyasadan swap yoluyla ödünç alıyor ve bunu raporlarken bilançosu içinde göstermiyordu. Böylece bir taraftan rezervler satılıp kur ve faiz artışları engelleniyor, diğer taraftan piyasadan bu para geri borçlanılıyor ama bilançoda gösterilmeyince rezervler şişik duruyordu. Kerim Rota’nın tabiriyle bir ‘devr-i daim makinesi’ oluşturulmuştu.
Pandemi döneminde rezervler: Uçurumun kenarından dönüldü
Teoride kusursuz olan bu mekanizma, pratikte yurt dışına sermaye çıkışı veya yastık altına kaçış olduğunda kullanım ömrünü yitirme riski taşıyordu.
2019 yılı küresel piyasalarda sakin bir şekilde geçince bir yıl boyunca net rezervlerdeki kayba rağmen bu mekanizma sürdürülebildi, ta ki pandemi başlayana kadar.
Bu dönemde ekonomik aktiviteyi canlı tutabilmek ve inşaat sektörünü yüzdürebilmek için düşük faiz politikası uygulanmaya başladı. Aynı dönemde yabancı yatırımcılar Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerden kaçıyordu. Düşük faizlerle vatandaşlar TL borçlanıp döviz ve altına yatırım yapmaya, hatta bunu yastık altında tutmaya başladı. Nisan 2020’de TCMB net rezervleri piyasadan ve Katar ile Çin merkez bankalarından alınan ödünçler (swaplar) hariç 19 yıl sonra ilk kez eksiye düştü.
Rezerv satışıyla işlerin sürdürülemeyeceğinin kesinleşmesine rağmen ısrarla bu politika uygulandı. Yaz aylarında TCMB’nin satışlarına üç kamu bankası da katıldı ve döviz açık pozisyon yasal sınırını dokuz hafta üst üste ihlal ederek büyük risk üstlendiler. Neticesinde döviz cinsi tahvil ihracıyla bu risk doğrudan Hazine’ye aktarıldı ve kamu bankaları kısmen nefes aldı.
Fakat ekonomi politikasındaki kural tanımazlık iyice ortaya çıkınca sermaye çıkışı ve yastık altına kaçış hızlandı. Ekim 2020’de TCMB döviz ve altın rezervleri yükümlülükler ve ödünçler düşüldükten sonra eksi 45 milyar dolara geriledi. TCMB faiz artışı yapsa da kur atağı yaşandı. Yalnızca döviz kuru artışı anlamına gelen kur krizinin de ötesinde 1990’larda dahi yaşanmayan ve en son 1978-80 arasında ’70 sente muhtaç kalmak’ sözüyle ifade edilen ödemeler dengesi krizine ramak kala sürpriz başkan ve bakan değişimiyle uçurumun kenarından dönüldü.
Hasar tespiti
Uygulanan politikaların sonucu 2001’den beri biriktirilen rezervlerin kaybı ve üstüne ticari banka ve diğer ülke merkez bankalarına borçtu. Döviz kuru yeni rekorlar kırdı; döviz açık pozisyonu taşıyan Hazine ve özellikle reel sektör büyük zarar yaşadı. Gecikmeli olarak faizler artırılınca etkisi sınırlı kaldı, döviz kurunda kalıcı istikrar sağlanamadı.
Peki, tüm bu dövizler nereye gitti?
İşte bilgi hataları en çok bu noktada. Çünkü rezervler bir tip kamu harcaması değil. Ortada bir mal veya hizmet alımı içeren sözleşme yok. Bu nedenle bu rezervlerle gidip aşı alabilirdik veya SMA hastaları için kullanabilirdik gibi önermeler finansal açıdan bütünüyle yanlış. Bu tip sözlerle hatalı politikaların topluma anlatılması amaçlansa da iktidar çevresinin itirazları halinde haklıyken haksız duruma düşmek gayet mümkün. Ötesi, satılan 128 milyar dolar karşılığında TCMB kasasında hala 128 milyar dolar ederinde para var, ancak döviz değil TL olarak. Yani para yerinde ama döviz değil TL şeklinde.
Öyleyse mesele ne?
Mesele şu ki yeryüzünde TL basma imtiyazına sahip tek kurum TCMB ve TL’nin uluslararası düzeyde bir karşılığı yok. Yani TCMB kasasındaki döviz ve altının bir anlamı varken TL’nin hiçbir anlamı yok. İşte bu nedenle “Rezervler peşkeş çekildi” cümlesi hatalı olsa da “Rezervler çarçur edildi” cümlesi doğru. Çünkü TCMB istediği her zaman TL üretebilir, bunun için döviz rezervlerini heba etmeye gerek yok.
Peki, satılan dövizleri kim aldı?
Herkes!
Bunu ayırt etmek mümkün değil, son iki yılda piyasadan isterse 1 dolar olsun döviz alan herkes bu durumdan faydalandı. Tabii faydalanmanın ölçüsünü cebin büyüklüğü belirler. Büyük şirketler ve varlıklı kesim daha çok faydalandı, özellikle de döviz borcu içinde olanlara bir nevi kıyak geçilmiş oldu.
Öyleyse sorun nerede?
Tüm bu satışlar şeffaf olmayan bir şekilde yapıldı, bu açık bir usulsüzlük. Ötesi, uygulanan bu politika başarısız oldu. Yalnızca döviz kuru ve faiz oranlarındaki yükseliş değil; milyarlarca doların düşük fiyattan satılmasıyla kamu zararı oluştu.
Ne derece büyük bir zarar var?
Bunu hesaplamak için ortalama satış fiyatını bilmek gerek ki TCMB satışları kabul etse de fiyatları hala açıklamıyor. 2019’da dolar kurunun gördüğü en yüksek değer 6,20 idi. Bunun anlamı şu: 2019’da satılanların en yükseğinin bile fiyatı 6,20’nin altında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan rezervlerin pandemi nedeniyle satıldığını söylemişti, hâlbuki pandeminin yarattığı ekonomik şok Şubat 2020’de, aylar sonra başladı. Şu andaki dolar kuru ise 8,15. Bu durum kamu zararının onlarca milyar TL olduğunu gösteriyor. Üstelik bu rezervlerin önümüzdeki dönemde çok daha yüksek kur seviyesinden yerine konabileceğini düşünürsek zarar belki de yüzlerce milyar TL’yi aşacak.
Hepsi bu mu?
Maalesef değil, çünkü net rezervlerin ekside olması küresel piyasalarda olası bir şok halinde dış borçları ödeme ve ithalatı gerçekleştirme riski yaşamaya neden olabilir. Geleceğin ne getireceğini kestirmek kolay değil. Ötesi, savaş, ambargo veya yaptırım gibi bir durum yaşasak uluslararası ödemeleri ve silah alımı gibi işlemleri yapamayabiliriz. En açık ifadeyle eksi 50 milyar dolara düşmüş net rezervler tartışmasız bir milli güvenlik riski.
İktidar neden sert çıkıyor?
Bunun iki ana nedeni var.
İlki bütünüyle hatalı olduklarını bilmeleri, ikincisi ise bunu kanıtlamanın kolay olması.
Bankaların işlem defterlerini beş yıl boyunca, TCMB ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun ise (BDDK) daimi olarak saklanması gerekiyor. Satım işlemlerini içeren talimatların yalnızca elektronik değil aynı zamanda ıslak imzalı suretleri de bulunuyor. Bu nedenle iktidar değişiminin ardından hızlı bir soruşturmayla toplam satış hacmi, satış fiyatı ve talimatı veren kişilerin belirlenmesi kolay. Özetle, bu işin soruşturulması halinde örtbas edilmesi mümkün değil. Gerekli olan tek şey hukukun üstünlüğü. Bir iktidar değişiminden sonra iktidarın en büyük korkusu TCMB rezervlerinin soruşturulması olacak. Yasal olarak bu satışların 1 numaralı sorumluları dönemin TCMB başkanları Murat Çetinkaya ve Murat Uysal. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her şeyin bilgisi ve onayı dahilinde olduğunu belirtiyor. Aradaki kayıp halka ise Berat Albayrak. Ortaya çıkan bu durumun yarattığı milli güvenlik risklerinin bambaşka sonuçları olabileceğini de bir kez daha vurgulayalım. Kısacası TCMB rezervleri konusu iktidarın Aşil tendonu.
En sonda sırf genel kültür olsun diye bu konuyla bütünüyle alakasız bir bilgi paylaşayım: 1920’lerde ABD’nin en büyük gangsteri Al Capone vergi kaçırmaktan hapse atıldı. Yani sayısız suç fiilinden değil, belgelenmesi kolay ve görece daha hafif bir suçtan…