MURAT SEVİNÇ
Yazının başlığı yeteri kadar muhafazakâr/otoriter eğilimli oldu mu? Güzel. Devam öyleyse…
Daha önce bin kez yazdığımı ve yazılanı, bir kez daha yinelemeli: Faşizm, göstere göstere, davulla zurnayla gelir.
Bir sabah sokağa çıkıldığında, hemen sokağın köşesinde karşılaşılır. Oysa aylar öncesinde size uzak sokaklarda, bölgelerde, kilometrelerce ötenizde ya da hiç uğramadığınız iş yerlerinde, kurumlarda, okullarda kol geziyordur. Sizin, ‘onlar düşünsün,’ ‘işime bakarım’ ya da ‘etme bulma dünyası işte’ diye mırıldandığınız günlerde…
Bugün bir holdingin üst düzey isimleri gözaltına alındı. Bugün bir gazeteye daha kayyum (‘kayyım,’ yanlıştır!) atandı. Bugün önemli bir haber kanalı, eli yüzü düzgün programlarına son verdi. Bugün havuz medyasının akıl daneleri ve ücretli saldırganları, olup biten rezilliklerin tümüne yine pek sevindi. Kendilerinden olmayan her başı derde girene, yargılanana, cezaevine konulana, ekmeğinden olana nasıl sevindilerse, öyle sevindi yine malum sürü. Ve bugün Başbakan Silopi’de, her zaman yaptığı gibi yine ‘sevgi’ ekti!
Vizontele adlı filmi izlemişsinizdir. Belediye Başkanı, belediyenin balkonundan halka hitap eder ve ilçeye ilk kez gelecek vizontelenin (TV’nin) ‘nimetlerini’ anlatmaya çalışır. Mealen, ‘Radyonun resimlisidir, vizontelede Zeki Müren’i hem dinleyip hem göreceksiniz.’ dediğinde vatandaşlardan biri, ‘Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?’ diye sorar. Türkiye’de tarihinde, anayasa tartışanların durumu da biraz o soruyu yöneltene benzer!
Topraklarımızda 1876’da, 1921’de, 1924’te, 1961’de ve 1982’de ‘anayasalar’ yapıldı. Hiçbiri ‘çılgın Türk’ü tatmin edemedi. Tüm anayasalarımız ‘suçlu’ sayıldı. Siyasi açmazlar, siyasetçilerin becerisizlikleri, anayasa/hukuk metinlerine havale edildi. Oysa yaşananların pek azı anayasalarla ilgiliydi. Sınıf mücadelesinin varlığı ısrarla göz ardı edildi.
Örneğin Türk burjuvazisinin 1960’larla birlikte ilerici vasfını yitirdiği ve sonraki tüm anayasal gelişmelerin, 12 Mart ve 12 Eylül uygulamaların, hak ve özgürlükler ile işçi sınıfı aleyhine olduğu, TÜSİAD’ın1978’de hükümet kuran Bülent Ecevit’e yapıp ettikleri, 12 Eylülcülerin ‘24 Ocak kararlarını’ alelacele sağlama aldığı, görmezden gelindi. Hele ki 1982 anayasası döneminde. Anlamak mümkün tabii, ne de olsa devir ‘Özalizm’ devriydi ve sınıfsal yaklaşım pek rağbet görmüyordu. 1980’lerin sonu ve 90’ların başında makbul olan, ‘öyle iyi öyle demokratız ki’ ideolojisiydi…
Günümüzdeki tartışmanın seyrine bakalım. Hangi terminoloji kullanılıyor? Neden ‘yeni’ bir anayasa yapılmak isteniyormuş? Okuduklarınızdan bir şey anlıyor musunuz?
Efendim, demokratik bir anayasaya ihtiyaç varmış. Kısa bir anayasaya ihtiyaç varmış. İnançlara saygılı bir anayasaya ihtiyaç varmış. Önceki anayasalar hep tepeden inmeymiş ama şimdi halk yapacakmış. Halkımız yeni anayasa istiyormuş. Peh peh peh… Keşke bir de o halkı haberdar etseydiniz! En sevdiğim de, ‘bu anayasa bize yakışmıyormuş çünkü darbe anayasasıymış.’
Hadi çevirin şu cümleyi batı dillerinden birine, bakalım anlayacaklar mı? Fransızlar 1958 ‘darbe’ anayasası ile yönetilmiyor mu? Böyle anayasa tartışması mı olur? Biri çıkıp ‘vallahi bu anayasa bence bize çok yakışıyor, hatta cuk oturuyor’ derse, ne yanıt verilecek?
Yanıt verilemeyecek tabii. Çünkü olup bitenin, tartışmaların yeni anayasayla, herhangi bir pozitif hukuk metniyle ilgisi yok. Herkesin her şeyi gördüğü, farkında olduğu bir dönemde anayasa zırvaları, zaman kazanmak ve ‘miş’ gibi görünmekten öte anlam taşımıyor. Başkanlıkmış, Türk tipi başkanlıkmış vs. geçelim bu gülünçlükleri… İstedikleri çok açık.
Otoriter ve sert hiyerarşik yapılı Milli Görüş’ten devşirme, milliyetçi-İslamcı bir siyasi hareketten, kapkaççı kapitalizm koşullarında başka ne beklenebilirdi? Daha doğrusu zamanında bekleyenler hangi akla hizmet bekledi? Devasa hayal kırıklığı yaşayanlar nasıl bir zihin süzgecine sahipler ki, o süzgecin üzerinde hep ama hep ‘kandırıldık’ serzenişi kalıyor?
Şimdi yeni anayasa tartışmanın değil, elde kalan her neyse koruyup güçlendirmenin, haklarımızı sonuna kadar sahiplenmenin zamanı. Bir tür ‘doğa durumu’ yaşıyoruz zira. Yürürlükteki ilkeler, ‘mevzuat’ yorumuyla ortadan kaldırılıyor. Fiili olarak ‘anayasasızlaştırılmış’ durumda Türkiye. Anayasa boş sözcüklerden, hukuk yasalardan ibaret değil. Yasaların lafzı ve yorumu ‘hukuka uygun’ olmalıdır ki o devlete ‘hukuk devleti’ denilebilsin.
Parlamento çoğunluğuna dayanarak çıkarılan yasalar ile hukuku yok etmek mümkün ve tarihte defalarca tanık olundu.
Memleketimizde, hukuk öldürülüyor. Her şey bir yana, yüzyıllar önce ‘yazılı’ anayasaların, yani ‘toplumsal sözleşmelerin’ temel gerekçelerinden olan ‘mülkiyet hakkı’ dahi güvence altında değil artık. Türkiye’de yaşananlar, yazılı anayasa mantığının/tarihinin ana ilkesini ihlal eder düzeyde.
Savunduğumuz ilkelere yalnızca sevip benimsediklerimiz için, hakkı ihlal edilen herkes için sahip çıkmalıyız. Haksızlık yapılan, zamanında en pespaye haberlere imza atmış eski işbirlikçi gazetelerden biri dahi olsa. Temel haklar rejimi, ‘bilmem kim insan mı ki insan hakkı olsun?’ sorusuna, ancak ‘evet insan ve hakları var’ yanıtı verilebilirse yaşama geçirilebilir.
Gittiğimiz yer belli. Niyetler çok açık. Bu satırların yazarı ve aynı yönde düşünenler söz konusu olduğunda, ‘ya düşüncelerini değiştirsinler, ya sussunlar ya da yok olsunlar’ refleksi veren ve yok etme özlemlerini dile getirmekten hicap duymayan bir pervasızlıkla karşı karşıyayız.
Dedim ya, yuvarlandığımız çukur sürpriz değil. Buna mukabil, kimi okuru kızdıracak, gülümsetecek şu hayli naif ve belki de çokça enayice son satırların yazılmasına da izin verin:
Mesleki deformasyonun sonucu mudur bilemem ama umutsuz değilim! Türkiye ucuz bir toprak değil. İlk anayasasını 1876’da yaptı. Tebaanın belli konularda eşitliğini 1839’da kabul etti. İlk anayasal belgenin tarihi 1808. Son derece büyük bir tarihsel birikimi, devlet/hukuk/mücadele geleneği var. Tüm sorunları ve açmazlarıyla birlikte. Yüz küsur yıldır eziyet eden çok olsa da tümüyle geri döndürebilen olmadı. Sonunda hep II. Mahmut haklı çıktı! Yaşadığımız çılgınlığın fazlaca sürdürülemeyeceği kanısındayım. Sultan Mahmut’a güvenmek gerek. Ya da bilemiyorum, belki de gerçekle bağım koptu! Yaşayıp göreceğiz…
Emin olabildiğim tek şey, şu anda Türkiye’de yaşanan boğucu sorunların, eski ya da yeni, bir anayasa metni ile hiç ilgisi olmadığı…