MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
İlk kez bir kızı öpmek istediğimde galiba ilkokul üçüncü sınıftaydım. Çok istiyordum. Öyle yanağından falan da değil, ağzından. On ayın Sultanı (biri Ramazan olduğu için sayı azaldı) Recep Efendi yaradandan ötürü hoşgörsün, RTÜK bağışlasın … bayağı müstehcen yani!
Öpüşmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. (Bilinecek bir şey midir?) Öyle müstehcen öpüşen birilerini de görmemiştim. Televizyon henüz hayatımıza girmemişti bile, nerede kaldı öpüşmeli sahneler… 1960’ların ikinci yarısından bahsediyorum, Hopa.
Biraz daha geriye gidebiliyorum kendi tarihimde. Öpüşmek değil de bir kızın vücudunu düşünmem, merak etmem beş yaşımdan önceydi; biliyorum, çünkü kardeşim henüz doğmamıştı.
Dün okuduğum bir haber hatırlattı bunları bana, düşündürdü. RTÜK, bir çizgi filmde öpüşmeyle ilgili bir diyalog var diye para cezası kesmiş. Ne yüce bir saçmalık, ne devletlu bir gerizekalılık, ne kutsal bir gaddarlık ve ne ulvi bir ahlaksızlık…
İşte, anlattığım gibi, televizyon icad edilmeden de çocuklar cinsellikle ilgili şeyleri merak ediyor, düşünüyor, fanteziler kuruyordu. Ben kuruyordum. Bütün bilgisizğimize rağmen. Biz çocuklar böyleyizdir, çizgi filmleri sansürleseniz de, resimleri kapatsanız da bir sürü hınzır ve zevkli şey düşünürüz. Hayal gücü bütün filmlerden beceriklidir; görsel efekt, ses efekti, sessizlik efekti, renkler, beçimler hep o biçimdir, olmayacak şeyler öyle güzel olur ki…
O kızla öpüşmedik, zaten haberi yoktu benim öpüşmek istediğimden. Belki de o benle değil de başka bir çocukla öpüşmek istiyordu. Bari onlar öpüşmüş olsa. Benim bir kızla öpüşmem epey bir zaman, yıllar aldı. Bazı fırsatlar, hatta ‘davetkar’, hatta ‘talepkar’ dudaklar çıkmadı değil, ama utangaçlığım, kabızlığım ve herhalde ödlekliğim yüzünden kazık kadar adam olana dek dudaklarım kuru kaldı. Neyse, gerisini rakı sofrasında Freud amcaya anlatırım…
Mesele cinselliğin tabu olması, yeni uygulamalarla tabu olduğunun pekiştirilmesi, üstünün sıkı sıkıya örtülmesi gerektiğinin düşünülmesi, böylelikle düğüm haline gelmesi, kutsanacak ölçüde aşırı değer kazanması ya da sanki iğrenç bir şey sayılması… İnsanların ve kurum (burada RTÜK) yaratıklarının bu tavırlarının hastalıklı insanlar, tehlikeli erkekler yaratmaya yaradığını görmek istememeleri. Cinselliği, insan bedenini tabu olmaktan çıkarmalıyız ve bunun ilk yolu çocuklarımızın yakasından düşmemizdir. Şu toplumun ana-babalarının çocuklarına iyi, güzel şeyler öğretemeyeceği pek açık.
En iyisi çocukları rahat bırakmak, korkutmamak, engellememek, kafalarını doldurmamak; kendi bedenlerini, cinselliklerini, karşı cinsinkileri merak etmenin ve keşfetmenin tadını çıkarsınlar; kısıtlamalara, bastırmalara maruz kalmadan. Ütopik bir şey söylediğimin farkındayım, ama kendi çocuğunuzun hatırı için biraz gayret sarf edin, o kadar da zor değil. Okula göndermeden uymanız gereken kurallar bunlar. Okulda yavaş yavaş beden derslerine geçilebilir, beden eğitiminden ayrı olarak. Fakat bunu da bu devlet mi yapacak, Recep veya ulema kafasıyla olamaz, maazallah! Çocuklara kendi bedenlerini öğretin, yeter. Fakat olamaz tabii, günah bunlar, ahlaksızlık; bunların öğrenilmesinin önüne geçin, ama kız-erkek çocuklarımıza tecavüz edilmesinin önüne geçmeyin; tecavüzler alsın başını yürüsün, yani mevcut durum.
Günlerdir sosyal medyada insanlar feveran ediyor, şu kıyaslamaları yapıyorlar: Tecavüzcüleri elüstünde tutun, tecavüz olaylarının yaşandığı kurumlara toz kondurmayın; tecavüzü protesto edenlere silahlı güçlerinizle saldırın, barış isteyen akademisyenleri içeri tıkın, IŞİD’cileri kolayca salıverin… Bu karşılaştırmalar, asgari bir utanma duygusu olsaydı anlamlı olabilirdi. Ama Türkiye’yi yönetenlerden ve bu yönetimi gözükapalı destekleyenlerden asgari ahlak, dürüstlük beklemek ruh çağırmaktan daha abes bir şey.
Ensar Vakfı’nın cansiparane savunulmasında ve son RTÜK kararında gördüğümüz zihniyetin ‘dindar nesil YETİŞTİRME’yle doğrudan ilgisi var. ‘Dindar nesil yetiştireyim’ demek, cinselliği gömmek suretiyle erkek saldırganlığını arttırmak, ‘kadın olarak varoluyorsa tecavüzü hak etmiştir’ anlayışını pekiştirmek demektir. Fakat bu dindarlık meselesinden önce ‘yetiştirme’ belası var önümüzde, çünkü bu ‘yetiştirme’ hele böyle devlet eliyle, denetlen(e)meyen vakıflar, dernekler eliyle yapılınca çocukların önce beyinlerine tecavüz edilecek demektir.
Eğitim felsefesi üzerine enikonu düşünmemiş olsak bile çağdaş eğitimin artık çocukların kafalarını doldurmak olmadığını biliyoruz. Tam tersine, hedef, onların yeteneklerini, yaratıcılıklarını ortaya koymalarını sağlamak, eleştirel akıl ve muhakeme yetilerini geliştirmek, kendilerini ifade beceri ve cesaretlerini desteklemektir. Bizim memlekette hiçbir halt değişmiş değil bu konuda, gelen doldurdu kafamızı, giden doldurdu.
Dört iklim, yedi kıta ve tüm denizlerin haşmetli sultanı Recep’in yeterince hakkı verilmemiş bir konuşmasından minik bir alıntı işimizi kolaylaştıracak. Hünkar 10 Şubat 2016’da ‘Milli Eğitim Bakanlığı 30 Bin Öğretmen Atama Töreni’nde Yaptıkları Konuşma’da şu cümleyi kurdu: “Dolayısıyla inanıyorum ki, siz sevgili öğretmenlerimiz de işte bu topraklarda yavrularımızı alacaksınız, adeta nakış işler gibi onların zihin dünyasını işleyeceksiniz ve böylece yarınlarımızın inşasını, yarınlarımızın ihyasını sizler sağlayacaksınız.”
Çocuklarımızın zihin dünyası nakış gibi işlenecek! Hangi motifler yer alacak acaba bu nakış işleme işinde? Recep Efendi başka bir konuşmasında da muhafazakar bir parti olduklarını, tabii ki dindar nesil yetiştireceklerini söylemişti.
One minute eyyy Erdoğan, one minute! Lütfen, lütfen! Sen kim oluyorsun da benim çocuğumun zihnini nakış gibi işlemeye cüret ediyorsun? Yüzde bilmem kaç oy aldın diye bunu yapma hakkını nereden buluyorsun? Geçen gün Hopalı bir kadın, “Ne işlemesi…” diye çıkıştı bu sözü hatırlatınca ben, “Ben onu bizim mısır tarlasına tohum attırmak için bile tutmam. Bir de larvalarını mı bırakacak bizim çocuklara!” Yalanım varsa, bütün Hopalılar anasını da alıp gitsin.
Neyse, şimdi yukarıya aldığım cümleden önceki – çok iyi hatırlayacağınız – şu dört cümleyi okumanız lazım, çünkü yukarıdaki nakış çıkarsamasına “Dolayısıyla inanıyorum ki” deyip oradan geliyor: “Ve dün bana şöyle bir resimli mesaj geçmişler: İki tane özel harekatçı, ‘Yürü uzun adam arkandayız’ diye. Çok duygulandım. İkisinin elinde Türk Bayrağı, ellerinde silahlarıyla arkada duvarda da o yazılı. Şimdi onlar orada şehit olmaya inanmışlar, bu topraklar için, bu millet için.”
Nasıl büyük bir belayla karşı karşıya olduğumuzun resmi değilse nedir bu? Recep Efendi, muhtelif cevherler barındıran bu konuşmasında, öğrenciler için yaptıklarını sayıyor: okullar, spor salonları, gerek devlete gerek vakıflara ait yurtlar, vs (Tecavüz odalarını atlamış). Sonra şöyle devam ediyor: “Artık bundan sonra eğitimin kalitesini yükseltmeye odaklanmak mecburiyetindeyiz. Her an Nabi Hocamla bir araya geldiğimizde onu söylüyorum; ‘Bak Hocam, şimdi artık müfredat müfredat müfredat, bunun üzerine gitmemiz lazım, buradaki eksiğimizi gidermemiz lazım.’”
O müfredatın ruhu da işte yukarıda söylediği gibi ve tabii dindar olacak. Kalite laflarının torba dolsun diye söylendiğini hepimiz biliyoruz. Bu tabu düşkünü zihniyet cinselliği baskılayarak insanlara ve topluma büyük zarar veriyor, verecek. Çocukların hayal güçlerini bile baskılamaya ayarlı her eylemleri. Tahta Kâbe etrafında çocukları döndüren, pastadan Kuran yapan kendi hayal güçleri içinde boğmak, zekalarını dumura uğratmak üzere hareket ediyorlar ve bunu da ‘yerli’, ‘milli’, ‘dünyaya meydan okuma’ gibi yutturuyorlar.
İlkokul birinci sınıfın ilk dersi, salyangozların sevişmesine ayrılmalı. Sevişmenin, nezaketin, hazzın mükemmel bir örneğiyle öğrenmeye başlamaktan iyisi olabilir mi? Buyrun.