
ZEYNEP GÜVEN ÜNLÜ
[email protected]
Çağdaş sanatçı Ali Cabbar’ın son 20 yıldır üzerinde çalıştığı ‘MONSTER [ge.net.i.cal.ly.mod.i.fied]’ sergisi 16. İstanbul Bienali’ne paralel olarak ‘adas.ist’te açıldı. Farklı tekniklerin kullanıldığı toplam 19 iş, 21. yüzyılın ‘kusursuz’ natürmortları ve GDO’lu gıdaların ‘renkli’ dünyasıyla birlikte huzurunuzu kaçıracak pek çok bilgiyi de içeriyor. Sergi 10 Kasım’a kadar ziyaret edilebilir.
Ali Cabbar bir sabah uyanır ve kendini Frank&Stein Co.’nun tasarımcısına dönüşmüş olarak bulur. Gıdada pratiklik, çeşitlilik ve stil arayanları hedefleyen patronu için çalışmaya başlar; son kullanma tarihi 2350 yılında biten domates, biber ve havuçları mükemmel formlarına uygun olarak paketler. Puantiyeli ve çizgili Funberry çileğini rengarenk tasarlar. 50-50 Fun serisinde kavun – karpuz, salatalık – havuç, kayısı – erik karışımı meyve ve sebzeleri milimetrik ölçülerine uygun şekilde çizip boyar. Hızını alamaz, tam da 21. yüzyıla yakışacak natürmort tablolar yapar.
Gıda sektörüne farklı bir yerden bakmak için kimlik değiştiren sanatçının parıltı ve neşe saçan dünyasına girmek kolay, çıkmak zor. Geldiğimiz ürkütücü noktayla yüzleşmek ise kaçınılmaz.
Frank&Stein Co. diye şirket hayal ettiniz ve bu şirket için tasarımcısı gibi çalıştınız. Renkli ambalajlar, insanda satın alma isteği uyandıran sloganlar… Fikrin kendisi ironik ama ortaya çıkan işlerle ironi ikiye katlanıyor. Çünkü sonuç, bugünkü gıda şirketlerinin imaj ve söylemlerinden çok farklı değil.
Evet kesinlikle, bunu özellikle vurguladım. Kafka’nın ünlü ‘Dönüşüm’ romanındaki Gregor Samsa karakteri bir sabah uyandığında kendisini ters dönmüş bir böcek olarak bulur. Çok etkili bir sahnedir. Ben de kendimi bu projede bir biyokimya şirketi hesabına çalışan tasarımcıya dönüşmüş olarak hayal ettim ve amirlerimin beğeneceği, parlak, güzel renkli, kolay paketlenir meyveler tasarlamaya başladım.

Bu şirketler tüm dünya tarım sektörünü ele geçirip doğal tarımı ve çiftçiliği yok ettiklerinde genetik müdahalelerinde daha da ileri gidecekler. İlk bakışta bilimkurgu gibi görünmesine rağmen, benim sergilediğim bazı meyve projelerinin gelecekte gerçek olmaması için hiçbir engel yok.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusu ilk ne zaman, nasıl dikkatinizi çekti?
Yirmi yıl önce natürmortlardan oluşan bir gravür serisi yapmak üzere çinko kalıpları hazırlarken Paul Cézanne’ın her zaman çok beğendiğim eserlerini düşünüyordum. Sanatçı, bir asır önce yarattığı kompozisyonlarına Güney Fransa’nın güzel doğasında ve belki de kendi bahçesinde yetişmiş elma ve armutları yerleştirmişti. Tüm meyveler doğal ve olması gerektiği gibiydi.
Cézanne’ın natürmortlarından bu yana geçen yüz küsur yıl içinde dünya nüfusu anormal arttı, tarım alanları daraldı, çiftçi sayısı kentlere göç nedeniyle azaldı ve sonunda meyvelerin seralarda hormonlu ilaçlarla hızla büyütüldüğü, tarımın süpermarket zincirlerinin keyfine göre şekillendiği bir çağa geçildi.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi genetik mühendisliğindeki ilerleme sonucu meyvelerin DNA yapısının kolayca değiştirildiği, tohumların laboratuvarlarda ilaca ve böceklere karşı ‘ıslah edildiği’, bilimkurgu/bilim korku filmlerindekine benzer bir senaryonun içine düştük.
Bu ortamda bir sanatçının bu janrı sürdürmesine imkan var mı sorusu kafama takılınca, GDO’lu meyvelerle ancak GDO’lu natürmort yapılır sonucuna vardım. Projeye bakış açım değişti ve konuyu okumaya başladım. Okudukça öğrendiklerimden dehşete düştüm. Ölü Doğa (natürmort) janrına güncel bir yaklaşım getiren GDO’lu natürmortlar serisi böyle başlamış oldu.
Bir meseleyi sanata dönüştürüp dönüştürmemeye nasıl karar veriyorsunuz?
Meselenin kafamda bir parıltı yaratması önemli ve bunda kelimelerin büyük rolü var. Mesela bu yıl Nisan ayında Hırvatistan’ın Split kentinde açtığım ‘ELDORADO: A Wor{l}d Game’ adlı sergim, ‘Dolapdere’ kelimesinde ‘Eldorado’yu keşfetmem ile birlikte başladı. O proje de yine uzun dönemliydi ve Dolapdere’de yaşanan kentsel dönüşümü ve soylulaştırmayı ele alıyordu.

Döneme ait olaylar da etkili oluyor. ‘DEPO’da 2016’da açtığım ‘Tipsiz’ sergisi 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından hızla şekillendi. Türkiye’nin son 70 yıllık politik geçmişini parti logoları ve seçim afişleri yoluyla incelemiştim. Adında da yine bir partiye ve logolardaki çirkinliğe gönderme vardı.
Bu serginizin temeli olarak gördüğünüz bir iş ya da iş topluluğu var mı?
‘Mons{ter}anto’ harf yerleştirmesi bence bu serginin en önemli ve en temel işi. Sergi adı olarak kullandığım ‘Monster’ başlığı, projenin hazırlık sürecinde bana ‘negatif açıdan’ ilham veren Amerikan biyoteknoloji şirketi Monsanto’nun adından geliyor. Bir önceki sorunuzda bahsettiğim kelime keşiflerine benzer bir şekilde, burada Monsanto kelimesinde gizlenen canavarı (monster) keşfedince diğer çalışmalar ortaya çıkmaya başladı.
120 yıl önce kurulan bu şirket son yıllarda tamamıyla bir biyokimya ve tohum tekeli haline geldi. Korkunç bir hızla büyüdü. Yüzlerce tohum ve tarım ilacı şirketini satın aldı ve en son Alman şirketi Bayer ile birleşti. Daha doğrusu Bayer tarafından 63 milyar dolara (yaklaşık 353 milyar lira) satın alındı. Şu anda dünya tohum pazarının üçte biri onların elinde. GDO’ya karşı mücadele veren çiftçiler ve doğa aktivistleri tarım endüstrisini kontrol eden bu tekeli en büyük düşman olarak gördü. Monsanto da bu nefreti hak etmek için elinden geleni yaptı.

Ben de 2003’te tasarladığım ‘Mons{ter}anto’ adlı çalışmayla, tıpkı biyokimya laboratuvarlarında tohum DNA’sına gen eklemeleri yapıldığı gibi, şirketin adına bir hece ekleyerek onların gerçek yüzünü göstermek istedim. GDO karşıtları, yazılarında GDO’lu gıda maddelerini ‘Frankeştayn yiyecekler’ olarak tanımlıyor ve insanın kendi canavarını yaratmasına gönderme yapıyor. ‘Monster’ başlığı bu nedenle de bu sergiye çok yakıştı.
Bu kadar okuma, araştırma, üretimden sonra sizin gıdayla ilişkiniz nasıl değişti?
Araştırmalarımın sonuçları gıdayla ilişkimi değiştirmedi. Yani sadece ‘organik’ sebze ve meyve tüketmeye yönelmedim. Süpermarketten ve pazardan alışverişe devam ediyorum. Aldığım ürünleri daha uzun yıkayarak kabuklarına sindiğini düşündüğüm tarım ilaçlarını daha iyi temizlemeye gayret ediyorum.
Ürünlerin GDO dışında da büyük sorunları var. Bunun başında aşırı ilaçlama ve paketlenmiş ürünlerdeki katkı maddeleri geliyor. Beni asıl dehşete düşüren şey, ürünlerden ziyade, yukarıda da bahsettiğim gibi gıda ve tohum sektörünü elinde tutan dev şirketlerin daha da büyümesi ve tekelleşmesi.
Çevrenizdekilerin gıda hassasiyeti nasıl değişiyor?
Çoğunluk kaderci bir teslimiyet içinde de olsa insanlar endişe duyuyor. Ama beslenmeye devam etmek zorundayız. Herkesin bütçesi organik gıda tüketmeye yetmiyor. Ayrıca şunun altını çizmek lazım; GDO’lu ürünlerin ne derecede zararlı olduğunu veya olmadığını henüz tam olarak bilmiyoruz. Bu ürünler piyasaya uzun süreli laboratuvar deneyleri yapılarak sürülmedi. En büyük deney şu anda bizzat üzerimizde yapılıyor. Sonuçlarını belki 30 sene sonra daha iyi göreceğiz.

Bazı araştırmalar birçok kanser vakasındaki yükselmeyi GDO’ya bağlıyor. Gıda tekelleri ise dünyanın giderek kuraklaştığı bir çağda GDO tohumların insanların beslenmesini kolaylaştırdığını savunuyor. Karlarını her sene milyar dolar bazında artırdıklarını bilmesek öne sürdükleri bu propagandaya inanabiliriz.
Bir konuda üretmek o konudaki kaygınızı artırıyor mu, azaltıyor mu?
Ele aldığım konulara bir doktorun hastaya yaklaşımı gibi mesafeli bakıyorum. Dünyanın iklim ve insanlık sorunları, okuyan ve yazan her insanı kaygılandırıyor. Bir sanatçı olarak benim yaklaşımım, kendi üslubumca bu konulara dikkat çekmek, neler yapılabileceği konusunda düşündürtmek.
Serginin girişinde GDO, gıda, tarım konusunda derlenip sadeleştirilmiş bilgiler var. Sanatın diliyle ulaşamadıklarınıza bu şekilde ulaşmak için mi eklediniz bu bölümü?
Bu da aslında sergideki yerleştirmelerden biri: ‘Amerikan Gotiği’ ve ‘Acemiler için GDO rehberi’. Monster, çok uzun süreli bir araştırma ve okuma sürecinin sonunda ortaya çıktı. Görsel haline getirebildiğim bilgileri bu yerleştirmede duvarda sergiledim, diğer metinleri ise okunması için ayrı kitaplar halinde stand üzerinde gösteriyorum.
Bu işten amacım, izleyicilerin proje üzerinde nasıl çalıştığımı görmeleri ve
biyokimya devlerinin tüm dünyada tohum tekelini ele geçirmek için izledikleri strateji başta olmak üzere, GDO konusunun ciddiyetini fark etmeleri. Ayrıca içerideki işlerin eğlenceli haliyle de denge kuruyor.