AMBERİN ZAMAN
Bugün Dünya Kadınlar Günü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vesileyle yaptığı açıklamaları okudum.
İşte bunlardan biri: “Açık söylüyorum, bana göre kadına en büyük zararı, hayatı ‘ekonomik özgürlük parantezi’ne mahkum eden anlayış vermiştir. Halbuki, hangi annenin yaptığı iş, paraya tahvil edilebilir? Bunun bedeli olabilir mi?”
Özetle kadının esas görevi kariyer sahibi olmak gibi ‘boş’ uğraşlar değil evinde çocuk yetiştirmek. Sayın Cumhurbaşkanı buna inanıyor.
Bir de Batı’nın Türkiye’nin nüfusunu kurutmak istediğine… “Şu anda Batı tutuştu. Niye biliyor musunuz? Çünkü nüfusları yaşlandı. Nüfusu artırmamız gerekiyor. Burada da bir numaralı aktör anneler. Sizsiniz. Kürtaj itirazlarında, üç çocuk tartışmalarında, ailelerin korunmasıyla ilgili attığımız adımlarda da bu zihniyet kendini ele veriyor. Bu ülkede doğum kontrolleri yapıldı. Nüfus planlaması, aile planlaması adı altında. Niye biliyor musunuz? Bu milletin neslini kurutmak için. Nüfusumuzu yaşlı hale getirip azaltmak için.”
Batı’yla ilgili komplo teorilerine eklenen bu cevher bir yana… Bildim bileli Türkiye’de evlenmemiş kadınlar başarısız ve zavallı sayılıyor. Evde kalmış… Kadın kurusu… Ama evli olup da çocuk sahibi olmayan kadınlara daha da beter gözle bakılıyor. Meyvesiz ağaç. Natamam. Nihayetinde işe yaramaz. Ölüp gitse kimsenin ruhu duymaz. Belki de kaybolsa daha iyi. Ben o kadınlardan biriyim.
Kocam var ama çocuğum yok. İstemediğim için değil. Olmadı. Ve Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda verdiği her beyanla benim gibi kadınları derinden rencide etmekle kalmıyor, ötekileştiriyor…..
Anormal bir durum yaşanmazsa eğer 10 aya kadar dünyanın en güçlü ülkesi, Amerika Birleşik Devletleri, tarihinde ilk kez bir kadın tarafından yönetilecek. Hillary Clinton evliliği seçti, anneliği de, kariyeri de. Hepsi bir arada olabiliyor. Ve hiçbiri olmasa da bir kadının, bir insanın değeri, başkaları yerine kendisi ve saygı duyduğu kişiler tarafından biçilince anlamlı. Devleti yönetenler tarafından değil.
Kaldı ki birçok Batı ülkesinde ‘annelik’ artık kadınlara has bir durum değil. Erkekler erkeklerle evlenip, spermlerini başka bir kadının yumurtasıyla döllendirip taşıyıcı annenin rahmine yerleştirmek suretiyle çocuk sahibi, ardından ‘anne’ oluyor. Washington’da bulunduğum mahalle bu gibi çiftler ve ‘gayby’lerle (gay çiftlerin bebeği) dolu. Kimse de dönüp bakmıyor.
Esas olan bu seçimi yapabilecek kadar özgür olmak. Demokrasi ve refah düzeyi buna imkan tanıyan bir toplumun bireyi, bir ülkenin vatandaşı olmak.
Maalesef Türkiye tam tersi istikamete doğru hızla yuvarlanıyor; Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına saygı duymadığını beyan eden bir cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor. Oysa 2008 yılında AK Parti’nin kapatılmasını engelleyen Anayasa Mahkemesi değil miydi?
Can Dündar ve Erdem Gül’ün gazetecilik faaliyetleri yüzünden tutuklanmaları, Zaman gazetesi ve Cihan Haber Ajansı’na el konulması, Boydak ailesinin fertlerinin hapse atılması, Cizre’deki kan dondurucu vahşet…
Topluca izlediğimiz ve aynı zamanda içinde yer aldığımız korku filminin sadece en son kareleri.
Fakat Zaman gazetesinin arşivini silmek günahları, hukuksuzlukları, hırsızlıkları silmeye yetmiyor. Ve Cemaat’in kimi ‘mürit’lerinin berbat siciline odaklanarak intikam orgazmlarıyla coşmak, aynı geminin yolcusu olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Türkiye fena halde su alıyor. Siyasi ahlakın yerlerde süründüğü, her gün sağında solunda bombaların patladığı, insanların yok yere içeri tıkıldığı, şimdi de Suriyeli mülteciler üzerinden Batı’ya şantaj yaparak kasasını doldurmaya yeltenen bir ülke pozisyonuna düştük.
İşin en acı tarafı bu gidişatı tersine çevirecek herhangi bir siyasi parti, oluşum veya birey görünmüyor ufukta.
Ama cesaretimizi, direncimizi, ümidimizi asla yitirmeyelim.
Çünkü tam da bu isteniyor, çünkü zorbalar aslında ödlektirler. Ve en çok da ruhu kadın olanlardan korkarlar.
Korkmasınlar, titresinler.
Kobane’den Kanton’a, Bartın’dan Bogota’ya kendilerini kadın sayanlar…
Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.