
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / TV-dizi
[email protected]
Berkun Oya, sürekli ayrışmanın üstü çizilen söylemlerle, kendi dünyalarında yüzü olmayan düşmanlar yaratmaktan yorulmuş bir toplumda, bütün o farklı sanılan hayatların ne kadar iç içe ve birbirine değerek yaşadığını göstererek, bizi gerçekle yüzleştirmiş.
“Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız.”
Attila İlhan ustanın ‘Muhayyer‘ şiirinin tekrar eden mısrası gibi ‘Bir Başkadır‘ dizisi de yaşadığımızı sandığımız hayat ile gerçekler arasına ince bir tahta köprü kurunca, ortalık toz duman oldu.
Dizi, ülkenin son yirmi, otuz yılını ve gündelik siyasetini, bir televizyon kurgusu üzerinden okumaya çalışmanın cılızlığı içinde ya haksızlıklara ya da abartılı beğenilere mahkum edildi.
Sonunda mı yazmalıydım?
Baştan söyleyeyim; ben diziyi beğendim.
Daha açık söyleyelim; kaliteli bir seyirlik, bileşenleri büyük oranda doğru oturtulmuş bir televizyon dizisi, klişelerin çoğundan kurtulmuş, özgün bir yapım olduğu için beğendim.
Dizinin karton olmayan, yaşayan karakterler üzerine kurulmuş bir yapısı var. Birkaçı tip olarak kalsa da çoğunluk hayatın içinde durduğu yerlerde doğru resmedilmiş.
Buna hasret miydik?
Hem de nasıl!
Abartılmış kadın ve erkek kıyafetleriyle, günün her saati kokteyle gidecekmiş gibi duran; ne iş yaptığı, nasıl para kazandığı belli olmayan, fakat sürekli jip kullanarak yalılara ve köşklere girip çıkarken, birbirlerine kötülük tuzakları kuranların yapay hikayelerinden fenalık gelmişti.
Yanlış anlamaya meraklıyızdır. Bunlara karşı değilim. Tabii ki olacak. Bu neticede ticari bir iş. Kocaman bir sektör ve binlerce insanın ekmek kapısı…
Mesele yukarıdaki formatların dışına çıkmaya cesaret edemeyen “seyirci bunu ister” diyen karar vericilerin, ‘Bir Başkadır‘ gibi projelere pek yüz vermemeleri.
Berkun Oya, sürekli ayrışmanın üstü çizilen söylemlerle, kendi dünyalarında yüzü olmayan düşmanlar yaratmaktan yorulmuş bir toplumda, bütün o farklı sanılan hayatların ne kadar iç içe ve birbirine değerek yaşadığını göstererek, bizi gerçekle yüzleştirmiş.
Dizi kendi görüntü dilini ve akış ritmini oluşturmuş. Alışılmış dizi kalıplarını zorluyor bu anlamda. Uzun diyaloglar ve susmalar… Bir yere varmazmış gibi görünen, yarıda kesilmiş cümleler, anlatırken birden tıkanan, belirsizleşen olaylar… Dizinin içinde kendisiyle barışamayan, sürekli karşı taraf üzerinden kendini anlamlandırmaya çalışan karakterlere baktığımız zaman, bu düşük tempodaki diyaloglar, dramatik yapıya olumlu katkıda bulunuyor.
Hayat gibi akıyor. Herkes kendine ve birbirine yalan söylerken, sonu gelmeyen cümleler gibi boşlukta kalıyor ve tutunacak yeni anlamlar arıyorlar.
Berkun Oya hiçbir karakterden ve kitleden tarafa olmadan anlatıyor hikâyeyi. Olduğu gibi. Ayrı kıyafetler, ayrı semtler, ayrı kültürler içinde aslında aynı insanları gördüğümüzü, onların iç dünyalarını çırılçıplak soyarak gösteriyor.
Nice insan yitirdik ayrışmalardan ve kendimizle yüzleşememekten. Kimi bedenini, kimi insanlığını kaybetmenin acısıyla bir polaritede diğer uca savruldu. Bizim söylendiğinde görmediğimizin farkında olan ‘Bir Başkadır‘ görülmekten kaçınılanı göstererek sağlıyor başarısını…
Çekim planlarında televizyon değil sinema dilini kullanması ve iyi oyunculuklar dizinin izlenme keyfini yukarıya çekiyor. Sürekli histerik krizlerle bağıran çağıran tiplerin olmaması, erkek seyirciyi de diziye bağlıyor.
Son bölümündeki hızlı çözülmeler işin tadını kaçırsa da iyi bir dizi izledik. Fakat yalnızca bir dizi. Bir belgesel, bir tarih yazımı değil. Ağır sorumluluklar yüklememek gerek.
Bütün ekibin eline sağlık.
Bizim ‘biz‘ olmamızı engelleyen uzun kaçışların sonunda, üstesinden gelinemeyen sessizliklerin, konuşulması gerektiğini hatırlatıyor ‘Bir Başkadır‘.
Dizideki Sinan karakterinin tek replik üzerinden “Bu gece kalacak mısın” sürdürdüğü hayatı gibi, bazen tek repliklerle mi yaşıyoruz hayatımızı?
Herkes anlatmak istiyor da kimse iç sesinden fırsat bulup karşıdakini dinleyemiyor mu?
Kendiyle yüzleşecek cesareti olanlar için, Platon’un mağarasından çıkma zamanı belki de…