Türkiye’nin ustalarına, inşaat malzemesi üreticilerine, beton şirketlerine, müteahhitlerine, konutu yatırım gören yaklaşımına, evlilik sayılarına, boşanma davalarına, öğrenci göçlerine, dünyada mekân ahirette iman düsturuna, Emlak Bankasına ve TOKİ’sine rağmen konut krizi yaşaması ve hatta yaşadığı krizden çıkamaması olağanüstü bir durum.
Bir de tüm bunların ithal olduğunu düşünün…
Ya da TOKİ’nin hiç olmadığını düşünün… TOKİ’nin bir çağrısına yastıkaltından tonlarca altın çıkar. Mübalağalı söylersem KKM’de kuruş kalmaz… Böylesine güçlü…
Ama her şey zeytini olmayan Zeytinburnu’da (ya da Zeytinburnu’nda) tarihi yarımadanın silüetini bozan konutların yükselmesiyle başladı.
O günden önce zaten inşaat ve beton yükselirken eleştirisi de yükselmeye başlamıştı da iyiden iyiye bir sektör düşmanlığına dönüşmesi o gün oldu. Tarihe ve şehre ve yeşile düşman bir iş koluna düşman olmak o gün tam meşrulaştı…
Sektöre krediler kesildi. Müteahhitler ve TOKİ’nin kendi de aşağılandı, dayak yedi, lanetlendi.
Konutun hangi amaca hizmet ettiği adeta herkes tarafından unutulmuştu. Bunu da ilk müteahhitler başlattı. Konutun barınma ihtiyacını gideren bir çözüm olduğunu hiç düşündürmediler. Konutu o denli tek tipleştirip kuraklaştırdılar ki kapitalizmin zaman mekân bağlamını koparmayı başarabilmesi için maşa oldular.