Başbakanımız efendimiz bağırıyor, “boğaz’daki yalılarında oturanlar, lüks kafelerde demlenenler bizi anlayamaz, kömürün çilesini çeken biziz, benim bakanlarım kömür ocaklarına inmişlerdir, bizler işçilerle aynı sofrada yemek yiyen bir ekibiz” diyor.
Ama… Enerji bakanımızla aynı model sakal bırakıp, enerji bakanımızla madende iftar sofrasına oturan taşeron patronu, meğer oruç falan tutmuyormuş.
Başbakanımızla beraber kömürün çilesini çeken arkadaşın, hakikaten çileli bi hayatı varmış, Boston’da okumuş, kışları Salzburg’a kayağa gidermiş, snowboard yaparmış, yazları devamlı Bodrum’daymış. Türkiye’yi bu hale getiren… İşte bu maskeli balo’dur. Mütedeyyin pozlarına bürünen Avusturya kayakçılarıyla, gariban pozlarına bürünen İsviçre saatçileri!
Şahsi çıkarım hangi partideyse oradayım diyen işadamıyla, şahsi çıkarım kiminleyse onunlayım diyen siyasetçi.
Elbette, ne oruç tutmamaktır ayıp, ne sakal bırakmak, ne de alpler’de kayak yapmak… Ne suçtur, ne kabahat… Gel gör ki, malı götürmek için dindar ayağına yatmaktan, milletin parasını kodamanlara peşkeş çekerken, yoksul edebiyatı yapmaktan daha ağır bi
vebal olabilir mi?