AYŞE DENİZ YURDAKUL
@denizyurdakul
Ekonominin herkesin cebini zorladığı ve dışarının eski tadının kalmadığı bu günlerde ülkenin yılbaşı kutlayan büyük çoğunluğu yeni yıla evinde girmeyi tercih etti.
İbo’yu, Sibel Can’ı alaturka bulan, ne Halk tv’de türkü dinleyebilecek kadar yurttan sesler aşığı, ne de yeni yıla filarmoni orkestrası ile girebilecek kadar klasik müzik delisi olan hatırı sayılır bir kalabalık, 2022’nin son gecesini Disney Plus’ta 30 Aralık’ta yayınlanan Gülse Birsel’in ‘Yılbaşı Gecesi’ filmini izleyerek girmeyi planladı.
Platform, paralı da bir platform olduğu için, esasen filmin seyircisi tam da Gülse Birsel’in en öz hakiki izleyici kitlesi olan Beyaz Türklerdi.

Peki ne oldu da Gülse Birsel’i Avrupa Yakası’ndan beri asla terk etmeyen vefalı seyircisi bu filme ölüp bitmedi? Hatta neden komik bile bulmadı?
En sona yazılması gereken şeyi baştan yazayım diyorum. Seyirci sadece ve sadece eğlenmek; Gülse Birsel ise yirmi yıldır içinde tuttuğu bütün mesajların hepsini birden tek filmde hap yapıp vermek istiyordu. Nitekim yılbaşı gecesinde niyetler çakıştı.
Gülse Birsel aslında yine, yapmakta inanılmaz derece usta olduğu şeyi yapmış; müthiş karakterler yaratmıştı. Farklı kültürlerden gelen, birbirine tamamen zıt insanları aynı ortama fırlatmış, her zamanki matematiğini kullanıp bir dizi yanlışlık sonucu işlerin zıvanadan çıkıp karakterlerin birbirinden komik hallere düşmelerini ve sonuçta her şeyin tatlıya bağlanmasını sağlamıştı.
Bu şekilde bakıldığında, Gülse Birsel’in bu güne dek neredeyse her zaman işe yaramış olan formülünü, altın denklemini bozan tek bir şey vardı: Mesaj kaygısı.

Yılbaşı Gecesi’nin konusu şöyle: anne, baba ve genç kızdan oluşan bembeyaz bir çekirdek Türk ailesi bir sene önce pandemi dolayısı ile korkunç kötü bir yılbaşı geçirmiştir.
Ailenin annesi Didem (Şebnem Bozoklu) bir önceki seneyi telafi etmek için hiçbir masraftan kaçınmayarak evinde Amerikan tarzı bir Yılbaşı cenneti yaratmış ve yakın akrabalarını davet etmiştir.
Ne yazık ki pandemi henüz tam bitmemiş olduğundan ani bir sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve konukları gelemeyeceği için eşinin bu kadar hazırlığının boşa gitmesine gönlü razı gelmeyen Ozan (Fatih Artman) partiye sitedeki komşularını davet etmeye karar verir.
Sonuçta, ‘her ne kadar komşularını tanımıyor olsalar da onlarla aynı sitede yaşayan insanlar kendilerinden ne kadar farklı olabilir’ diye düşünür.
Tabii ki komşular, Yeni Türkiye’de oldukça farklı olabilir. Nitekim, kalburüstü, lüks, güvenlikli bir villa sitesindeki (Acarkent?) ‘saftirik‘ beyaz Türk ailenin komşuları bir mafya babası, alaturka bir diva ve sistemle iş yapabilmek için karısını kapatmış bir mobilyacı çıkar.

Mesaj kaygısı derken, en çok da özellikle ‘mesaj’ için yaratıldığı fena halde gözümüze sokulan başörtülü Neslişah (İrem Sak) karakterinden bahsediyorum. Kocasının işleri için tesettüre girdikten sonra onlarca sinir hapı kullanarak ayakta durabilen bu yüzden halüsinasyonlar görmeye başlamış, eski parti kızı Neslişah bence komik değil acıklı bir unsurdu.
Neslişah içki içmediği için, ev sahibi Didem’in, bir türlü bitmek bilmeyen ve ‘yersiz’ bir ‘herkes birbirinin yaşam biçimine saygı duymalıdır’ skeci olarak tasarlanmış tiradı o kadar uzadı ki bizzat skecin kendisi yersiz ve sıkıcı bir duruma dönüştü.
Film bir yanlışlıklar komedisi olduğundan; reklamcı Serdar (Kubilay Tunçer), başörtülü Neslişah’ın son derece seküler görünen bir iş insanı olan Alican’ın (Alican Yücesoy) eşi olduğuna inanmayıp onun aslında sürpriz için gelmiş bir dansöz olduğunu zannedince yüreğim bir hop etti ve ne yazık ki korktuğum şey gerçek oldu.
Serdar, Neslişah’ın başörtüsünü çekip açtı. Bu beni ekranda izlerken bile çok rahatsız eden bir şeydi. “Kızın saçını açtılar” diye o kadar gerildim ki bir süre filme tekrar konsantre olamadım.

Gülse Birsel bir noktada o kadar ‘söylemek‘ istiyor ki ‘iyi aile babası, Beyaz Türk‘ Ozan’a aslında hepimizin söylemek istediği şeyleri direkt söyletiyor: “Bizler lütfen deriz, teşekkür ederiz, suç işlemeyiz, kırmızı ışıkta bile geçmeyiz, bizler okullarımızı bitirip işimizde çalışırız, vergimizi öderiz, ülke iyi olsun isteriz. Ocusu, bucusu, hırsızı, uğursuzu, mafyası hepsi bizim hakkımızı yer, bir de bize saydırır, biz yine susarız. Bu ormanda herkes çakal, akbaba, sırtlan, biz ormanın geyiğiyiz.”

Peki her şey mi mesaj kaygısıydı? Asla! Muazzez Abacı ile Bülent Ersoy karışımı bir diva olan Eftalya’yı canlandıran Ayta Sözeri, hele de dijitalde olduğu için rahatça ağzını bozma imkanını bulunca tatından yenmez kıvama gelmişti. Eski ‘kırığı‘ mafya babası Önder (Serkan Keskin) ile yaptığı ‘Fırtınalar‘ düeti tek kelime ile harikaydı.
Kronikleşmiş bir toksik ilişki yaşayan plaza insanları Serdar ve Seçilay (Gülse Birsel) da, mafya babasının ilgisizlik yüzünden hayatından bezmiş alkolik konsomatris sevgilisi de (Büşra Pekin), bir karışıklık sonucu estetik cerrah zannedilerek davet edilen bahçıvan Ahmet (Cengiz Bozkurt) ve temizlikçi karısı Şükran (Derya Karadaş) da tam Gülse Birsel’den beklediğimiz karakterlerdi fakat beni en çok etkileyen kişi kesinlikle Mafya Babasının oğlu Togay (Boran Kuzum) oldu.
Kıro ama para onda, üstelik mafyanın yeni jenerasyonu olduğu için bir de yakışıklı olan Togay’dan ‘Angaramızda‘ o kadar çok var ki; rahat yetişmiş güzel Beyaz Türk kızı Ada’yı görünce aklını oynatıp kendisiyle ‘fuck buddy’ olmak isteyen kıza ‘helalim‘ deyip sahiplenen bu ‘alemin delikanlısı’ karakter müthiş tasarlanmış ve cuk diye oturmuştu.
Gülse Birsel içinde biriktirdiği birçok şeyi arka arkaya söylemek istediği için ve vermek istediği mesajlar yer yer komediyle çeliştiği için filmin temposu birkaç yerde çok ciddi şekilde düşmüş. Birsel, mesajlarının hepsini filme ekleyebilmek kaygısı ile senaryodan ödün vermek zorunda kalmış. Yine de Yılbaşı Gecesi şarkıları, dansları, hayatın ta içinden çıkmış Yeni Türkiye karakterleri ile hiç de fena bir seyirlik olmamış.
Ben esasen Gülse Birsel’in bu işinin mevcut konjonktürde kıymetli buluyorum. Gülse Birsel’in, Şahan Gökbakar’ın verdiği mesajların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar daha ilk denemeler, Gülse Birsel mizahtan da senaryodan da ödün vermeden mesajını içeriğe yedirebilecek kadar yetenekli bir kadın.
Milyonlara hitap eden mizahçıların suya sabuna dokunmalarını ciddiye almamız gerek diye düşünüyorum. Umarım devam ederler. Birisinin de artık biz geyikler adına konuşması gerekiyordu çünkü ve bunu bir mizahçı söyleyince her zaman herkesten daha çok işitilir.