ARZU UZUNALİ
Çok değil sadece birkaç yıl önce dönemimizin çok da büyük problemlerin yaşanmadığı sakin yıllar olduğunu düşünüyor ve içten içe bundan haz alıyorduk. Ta ki pandemi ve küresel ısınma gibi yepyeni ve çok sıkıntılı meseleler önümüze serilene kadar.
Neyse ki dağların ve taşların bile kaldıramayacağı dertleri sırtlanabilecek, büyük travmatik olayların bile içinden geçip hayatlarımıza devam edebilen bir türüz.
Geçtiğimiz iki yıl eve kapanıp ardından da birçok anlamda yepyeni bir dünyaya ve ilişki kurma biçimlerine gözümüzü açmanın üzerimizde yaratacağı travmatik etkileri gözlemlemek için henüz erken. Ancak şunu söyleyebiliriz, uzun süredir pompalanan bireyselleşmenin üzerine gelen bu zorunlu izolasyonla, yalnızlaşmanın etkilerini iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Çünkü en temelinde ‘sosyal bir hayvan’ olarak kendimizi getirdiğimiz nokta, temel psikolojik ihtiyaçlarımızı da yerle bir ediyor. Tıpkı insanlık tarihinin, yerleşik düzene geçme, sanayileşme gibi evrimsel sürecimizi hiçe sayan sıçramaları gibi, teknolojik sıçramayla birlikte gelen değişikliklere uyum sağlamakta zorlanıyoruz. Gerçekle gerçek olmayan arasındaki çizginin bulanıklaşması dünyanın büyük bir kısmının bulanık bir zihinle hayatına devam etmesine neden oluyor.
Yani kalabalıklar içerisinde yalnız, umutsuz ve amaçsız hissetmek ‘şükür ki’ günümüzde sadece biz Türk vatandaşlarının sorunu değil.
Hatırlanmayan geçmiş, olmayan gelecek
Hepimiz tüm dünya olarak, birlikte ve beraber olma, zorlukları bir şekilde bu şekilde aşma yetimizin elimizden alınmasının sancılarını aynı yerde hissediyoruz. Hatırlanmayan bir geçmiş ve olmayan bir gelecek arasında ‘anda kalmaya’ çabalıyoruz. Sosyal medyada yüzlerce ve hatta binlerce insana bağlıyken, temel ihtiyaçlarımızı karşılayan gerçek bağları kuramamanın verdiği sıkıntıyla gözlerimizi geceye kapatıyoruz.
Çünkü görülmek, duyulmak, anlaşılmak ve sevilmek gibi bu en temel ihtiyaçlarımıza karşılık gelecek tepkilerin gerçek ya da kalıcı olmayışının yarattığı kaygı hayatımızı cehenneme çeviriyor. Yani duygusal açıdan epey sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz.
Üstelik bunlar sadece yeni nesil ‘concon’ dertlerimiz. Bunların üzerine geçmiş düzenden getirdiğimiz, tüketim alışkanlıklarımızın başımıza açtığı problemler, gelir eşitsizliği, bölgesel yıkıcı savaşlar, sömürü düzeninde ezilen halklar, dezavantajlı gruplar, diktatörler, ahlaksız siyasetçiler, terlikle devrim yapan kökten dinciler gibi sıra sıra dertlerimiz var.
Ve sanırım bizi zurnanın son deliğinden hissettiren şey dertlerimizin birkaç gün ya da yıl içerisinde bile çözülemeyecek kadar büyük olması. Çünkü birbirimize kolayca bağlanmak bizi dünyanın sayısız derde sahip insanla dolu olduğu gerçeğiyle de karşılaştırdı.
Aaa loooo… Kahraman arıyorum
Bugün günlük hayatını idame ettirmek üzere gerekli motivasyonu bulmak için bin takla atan hangimiz bu kadar derdin üstesinden gelebiliriz ki. Dünyayı geçtim şer yuvası Twitter’ın her gün, bazen her saat başı yenilenen TT listesindeki ilk üç problemi ele alalım. Bir insan evladı bu büyük problemlerin kaçının altından kalkmak için kendinde nefes bulabilir. Bu da otomatik olarak daha derin bir çaresizlik ve ardından gelen boşvermişlik hissini tetikliyor.
Bizim olmayan sorunlardan rahatsız olup görmezden gelme pratiğimizin üzerine, bir de bu küçük hissetme duygusu eklenince ister istemez içimize daha çok kaçıyoruz. Ancak kaçtığımız her şey eninde sonunda misliyle önümüze seriliyor. Ve biz bitmek bilmeyen bir ‘alarm-öfke-çaresizlik hissi-boş verme’ döngüsünün içine hapis oluyoruz.
Peki yok mu bizi bu döngünün içinden çıkaracak bir kahraman? Aaa loooo!!!
Fark ettiyseniz uzun süredir ses gelmiyor. Varsa da muhtemelen Twitter’da fikir beyan ettiğinden çözümleri saniyede bir yenilenen akışta yeteri kadar insana ulaşamıyor. Yani bu yüzyılda kahramanımızı bulmak çok da kolay değil. O halde iş başa kaldı.
Bütün Marvel dünyası bir araya gelse
Peki tüm Marvel kahramanları bir araya gelse çözemeyeceği bunca derdi nasıl çözeceğiz?
Belki de her gün toplamına bakıp o korkunç döngünün içine sıkışıp kalmaktansa kaldırabileceğimiz kadarını hesaplayıp öncelikle onunla ilgilenmekle işe başlayabiliriz. Tamam, insan egomuz birden bire savaşlara, açlığa, zulme çare bulup Nobel barış ödülünü kucaklarken gururlu bir konuşma yapmak istiyor. İnşallah o da olur. Ama önce minicik de olsa bir adımla başlamak belki de o döngüden çıkmamıza yardım edecek ve biz çok kendimizi daha iyi hissettiğimiz bir güne uyanacağız.
Sorun sahada çözülür
Çünkü şunu artık kabul edelim, dil dile değmeden dil öğrenilemediği gibi göz göze, kol kola girmeden de sorunlarımızı çözemiyoruz. Sosyal medya, iletişim kurmak ve daha fazla insana sadece bir kaç dakika içerisinde ulaşmak için güzel bir araç. Ancak eski dünyamızın sorunlarının çözümünde çok da etkili değil. Bizi yan yana, ten tene, göz göze ‘sahada olmak’ kadar heyecanlandırmıyor. En azından bu günümüzde.
Belki bir yüz yıl sonraki insanlık için sanal bir ağa bağlanıp farklı bir gerçeklik düzeyinde yaşamak problem olmayacak ancak bizim bu yüzyıldaki gerçeğimiz görünen o ki bu değil.
Bu nedenle onu güçlü bir araç olarak kullanıp, fiziksel gücümüzü hafife almayıp işe bir yerden başlamak fena bir çözüm olmayabilir. Bu fiziksel hareket kitlesel ya da çok büyük bir hareketin parçası olmak anlamına bile gelmeyebilir. Küçük bir yardımlaşma ağı, sosyal bir kuruluşun içerisinde var olup gerçek insanlarla, gerçek problemlere nüfuz etme, gerçek bir tatminin kapısını aralayabilir ve bizim ‘o gerçek dünyayı’ yeniden hissetmemizi sağlayabilir. Tüm bu bıkkınlığı, üzerimizdeki ölü toprağını atmanın yolu son dönemde adını küçük gruplardan sık sık duyduğumuz ve dünyanın en güzel kelimesi olan ‘dayanışma’ ile mümkün olabilir.
Bu Facebook’ta açılmış bir mahalle grubuna üye olup sadece mahalle içinde dayanışma gerektiren bir mevzunun içinde var olmak olabilir, bir sosyal yardımlaşma derneğine üye olup sadece toplantılarını takip etmek olabilir, takip edemiyorsanız elinizden ne gelebileceğini düşünüp o yardımı teklif etmek olabilir. Birkaç komşu bir araya gelerek güvenli alan ihtiyacı olan dezavantajlı bir gruba mensup birine ihtiyacı olan o güvenli alanı yaratmak bile olabilir. Belki bize ertesi gün Nobel Barış Ödülü kazandırmaz ama gece gözümüzü daha rahat kapatıp gündüz de daha zinde uyanmamızı sağlayabilir.
Çünkü her ne kadar kötülüğün daha kolay organize olabildiğine dair yanlış ve genel bir inanç olsa da iyi bir şey yapmanın çoğu zaman bir organizasyona bile ihtiyacı yoktur. Kendiliğinden doğal yollarla var olabilir ve etki alanı çok daha güçlüdür. Mesela bireysel anlamda sadece kendinizle ilgili değiştireceğiniz bir önyargılı davranışın bile etkisi nesiller boyu aktarılır.
Benim bir gücüm var
Sizin süper gücünüz neyse, kahramanlık yapabileceğiniz o minik alan neresiyse sadece orası için harcanacak küçük bir efor emin olun ki hayatımızda çok şeyi değiştirebilir. Çünkü bu minicik hareket bile zihninize şunu söyletir: ‘Aaaa dünyada sadece kötü şeyler olmuyor. Benim bir şeyler yapabilme, değiştirebilme gücüm var.’
Hatırlamamız gereken ve bizi bu sıkışmışlıktan kurtaracak tek şey bu.
Yakılarak öldürülen kadınların katillerini savunanların, her türlü eşitsizliği her türlü dezavantajlı gruba layık görenlerin karşısında duracak gücüm var. Benim bu dünyadaki çözülecek sorunlar listesinden kendime seçtiklerim bunlar. Ve bu yolda benimle dayanışacak milyonlarca insan var. Bunu kendime sık sık hatırlatıyorum. Herkes hatırlatsın: ‘Benim bir gücüm var.’
Bugün yok sayılmaya çalışılan ve hafta boyunca yok sayılacak olan, temel özgürlükleri hedef alınarak ötekileştiren onurlu insanların yanında durarak başlayabiliriz. Bu rengimizi ya da renklerimizi belli etmek için çok güzel bir fırsat. Yanyana duran farklıların yarattığı o cümbüşü düşünmek bile heyecan ve ilham verici.