Semih B. Kaya*
Bir toplum çoğulcu bir yapıya sahip olabilir. Bu çoğulculuk dinsel, etnik ve benzeri değişkenler etrafında toplumsal olabilir. Sosyolojik olarak bir toplum çeşitli katmanlardan oluşabilir. Ancak toplumsal çoğulculuğu koruyan ve gelişmesine açık kapı bırakan hukuktur. Modern hukuk, hukuk devleti, erkler ayrılığı ve çoğulcu demokrasi gibi evrensel üst ilkelerden oluşmaktadır.
Böyle olmakla birlikte, toplumdaki sosyolojik görelilik hukuka yansımamalıdır. Çünkü hukuk, sosyolojik çoğulculuğa rağmen ortak bir yaşam rejimi kurgular. Bu yaşam rejimi, hak temelli ve onurlu bir yaşamı talep eder.
Georges Burdeau, “İnsan, insana itaat etmemek için devleti icat etti” demektedir. Bu doğru ancak eksik bir değerlendirme sayılabilir. Çünkü kanaatimizce insanın en büyük keşfi ‘yasa’, yani hukuktur. Hukukla, insan insana itaat etmek zorunda kalmaz. Böyle olmakla hukuk, bir toplum sosyolojik olarak ne denli çoğul bir yapıyı haiz olsa da onu ayakta tutabilmektedir. Bu nedenle bir ülkede hukukun sosyolojik çoğulculuğa göre parçalanmasına izin verilmemelidir. Bir kurallar ve kurumlar bütünü olarak hukuk parçalanırsa ortada gerçek anlamıyla bir ‘toplum’ ve ‘devlet’ kalmaz.
İşte anayasa, modern hukukun hem dirimsel kaynağı hem motorudur. Anayasa sayesinde siyasal iktidar sınırlandırılır ve erklerin yetki ve etki haritası belirlenir. Fakat günümüzde artık anayasacılık boyut atlamıştır. Artık anayasa, erkler ayrılığı çerçevesinde salt bir ‘yapısal şart’ ortaya koymaz. Aynı zamanda anayasacılığın özünü teşkil eden ‘haklar şartı’ da söz konusudur. Dolayısıyla anayasacılık artık devlet iktidarının sınırlandırılmasını yeterli görmez, bundan daha çok hak ve özgürlüklerin gerek dikey gerek yatay anlamda genişlemesini ve gerçekleştirilmesini talep eder.
1982 Anayasası mevcut haliyle ‘hak temelli’ bir anayasa değildir. Bu anayasada gerçek anlamda ne ‘yapısal şartlar’ ne de ‘haklar şartı’ söz konusudur. Böyle olunca, ülkemiz gerçek anlamıyla anayasal devlet sayılmamaktadır. Dolayısıyla da 1982 Anayasası ontolojik bir meşruluk taşımakla birlikte aynı zamanda siyasal anlamda hep bir meşruluk krizine sebep vermektedir. Böyle olmakla, gerçekten de ülkemiz yeni bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır.
Fakat tam burada, ihdas edilecek anayasanın kimliği ve yöntemi üzerinde kısaca durmak gerekir. Anayasa, formel ve maddi boyutları olan pozitif bir üst hukuk metnidir. Bir normlar bütünü olarak anayasa, erkler ayrılığı, hukuk devleti ve çoğulcu demokrasi gibi üst ilkeler çerçevesinde insan onurunu gerçekleştirmeye yöneldiği ölçüde meşru sayılır. Yöntem konusuna gelirsek ise, bir anayasada çoğulcu ve özgürlükçü, yani katılımcı olmak yerine tekil ve otoriter bir yöntem benimsenirse daha baştan anayasa meşruiyetini kaybeder. Çünkü ülkemiz gibi çoğulcu bir toplum yapısına sahip bir ülkede usul yönünden sakat bir anayasanın toplumsal kodlarla buluşması mümkün değildir. Bu sebeple, yeni bir anayasa ihdas edilirken toplumsal farklılıklar dikkate alınarak özgürlükçü bir yöntem benimsenmelidir.
Sonuç olarak, ülkemizin toplumsal olarak kutuplu bir yapıyı haiz olması hasebiyle ihdas edilecek yeni anayasa bir hakem rolü üstlenebilmelidir. Gerçekten de, çeşitli değişkenler etrafında toplum kesimleri polarize olunabilmektedir. İşte pozitif bir üst hukuk metni olarak anayasa, ideolojiler ve bunların yarışan siyasal talepleri arasında denge sağlayabilmelidir.
*Anayasa hukukçusu